Search
Close this search box.

AKP’nin Maarif Siyaseti Saidi Nursi Aklı, F. Gülen Uygulamasıdır. – Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

AKP iktidarın maarif (eğitim) politikasının hareket noktasının, Saidi Nursi’nin görüşleri ile Fetullah Gülen’in yöntem ve uygulamaları olduğu görülüyor.

Bilimsel temelde laik eğitim ve öğretimde bulunan okulların, birer birer imam hatiplere dönüştürüldüğünü, imam hatip okullarının hem veliler hem öğrenciler tarafından tercih edilmesi için il milli eğitim müdürlükleri ile kimi okul müdürlerinin büyük çabalar gösterdikleri basına yansıdığında, nedenini, merak eder olmuştum.

Bir siyasi iktidarın, ulusun çocuklarını genel olarak akli bilim (fen, fizik, kimya, matematik, edebiyat, tarih, coğrafya, felsefe vs.) yerine nakli ilimlere (ilahiyat, tefsir, kıraat, kelam, fıkıh, tasavvuf vs.) yönlendirmesini anlayamıyordum. Çünkü akli bilim olmadan dünyada bir ulusun, bir halkın, bir insanın, bir yurttaşın geliştiği, ülkenin kalkındığı ne görülmüştür ne de duyulmuştur.

Bilimsel laik eğitim düşmanlığını niye yaparlar anlamak zor. Bunu, emperyalizmin yemlemesine, iktidar hırsına, grupsal ve kişisel çıkarlara bağlamak mümkün, yine de bu kadar kötü olamazlar,  ulusa ve ulusun çocuklarına zarar veremezler diyordum. 623 yıl hüküm süren Osmanlı devletinin izlediği eğitim politikasından ders almışlar, halka ve insanlığa yararlı tek bilim insanı yetiştirilmemesini görmüşler, ülkemizde yetişen bilim insanlarının cumhuriyetin bilimsel laik eğitimi sayesinde olduğunu öğrenmişler diye safça düşünüyordum.

Laikliği kasadan (hazine) ve masadan (iktidar) uzaklaştırma eylemi olarak niteleyen dincilerin, geçmişten ders alacakları yerde cumhuriyete ihanet etmelerini, laik bilimsel eğitim yapan okulları (mektep) fiilen önceliği dini eğitim olan imam hatiplere (medrese) dönüştürmeleri cehalet değilse ihaneti.

Bu ihanetin nedenini sevgiyle andığım Muzaffer İlhan Erdost Ağabey’in “Kuşatılmış Ülke Kuşatılmış Yazılar”(*) adlı kitabında yer alan,  “Saidi Nursi Öğretisi ve Bilimin İslamlaştırılması” başlıklı yazısı okununca çok net anlaşılıyor.  AKP iktidarın maarif (eğitim) politikasının hareket noktasının, Nurcuların dini önder dedikleri Saidi Nursi’nin görüşleri ile Fetullah Gülen’in yöntem ve uygulamaları olduğu görülüyor.

Temel bilgilerini “ulum-u diniye” dediği, tefsir, fıkıh ve hadis oluşturduğunu yazılarında belirten Saidi Nursi’dir.   Van’da tedrisata başlayan, on beş yıl kadar fünun-u şedttaya (çeşitli fen bilimleri) ile iştigal ettiğini yazan,  tarih, coğrafya, matematik, jeoloji, fizik, kimya, astronomi ve felsefeye vukufiyet peyda ettiği (derin bilgilenme MB) söylenen, Molla Sait olarak anılan, Saidi Nursi, 1907 Kasım ayında İstanbul’a gelir. İstanbul’a gelmeden önce görüştüğü Molla Hüseyin Efendiye, ‘İstanbul’a gidip padişahla görüşeceğini, mekteplerde din dersleri medreselerde ise fenler okutulmasını teklif edeceğini” söyler, ‘Bu şekilde tedrisat yapılınca mektepler dinsiz olmaktan, medreseler de taassuptan kurtulacaktır’ der.

Prof. Dr. İlhan “Başgöz,….“dini bilimler” ile “felsefi bilimler” arasındaki anlaşmazlık, “medrese, tekke” mezunları ile “mektep” mezunları arasında çatışmaya yol açmış, Molla Sait, bu çatışmayı gidermek, “mektepleri dinsiz olmaktan, medreseleri de taassuptan kurtarmak için” Padişah ile görüşmek için İstanbul’a gitmiştir” der. (Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk, 1968)

Nurcu Fetullah Gülen, “Bediüzaman’dan çözümler kitabına Takriz (sunuş) yazar, ‘vicdan ziyası’ ve ‘aklın nuruna’ gönderme yaparak, bununla Saidi Nursi’nin “ideal talebeyi” “kalp ve kafa bütünlüğü” ile karakterize ettiğini belirtir ve aynı alıntıyı yapar” ve şöyle sürdürür, ‘ideal talebenin yetişeceği mektep, Medresetü’z-Zehra’dır… Teklif edilen bu medreselerde yeni ilimlerle medrese ilimleri iç içedir. (…) Bu kompleksin büyük bölümü mektep, bir kısmı medrese, bir köşesi zaviye şeklinde dizayn edilecektir.’ (Prof. Dr. İbrahim Canan, 26)

Bu, Saidi Nursi’nin, din ile bilimin birlikte ele alınmasına ilişkin ilk önerisidir.

Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İbrahim Canan, Saidi Nursi’nin, “yeni fen bilimlerin’ ahlaken tefessüh edip kokuşmuş mekteplilerle millete mal edilemeyeceğini, gayr-ı müteaffin, yani bozulmamış, bu sebeple halkın itimat ve sevgisini muhafaza eden ulema ve medreseler kanalıyla halka mal edilip faydalanılabileceğini” yazdığını, “mektep ehli” ile  “medrese ehli”ni birliğe çağırmakla birlikte, yeni fen bilimlerinin ‘ahlaken kokuşmuş mektepliler’ tarafından değil, ‘bozulmamış, bu sebeple halkın itimat ve sevgisini muhafaza eden ulema ve medreseler kanalıyla’; yani din bilginleri ve şeyhler tarafından alınarak halka mal edilmesini söylediğini belirtirler. Bu da ikinci son önerisidir.  (Divanı Harbi Örfi, s,28 > Canan, s.151)   

“Maddi felsefe”nin,  “fen ve san’at’ın, “fünun-ı cedide-i medeniye”nin  (yeni fen bilimleri), genel olarak aklın, bilimin ve materyalist felsefenin, “bir zındıka fikri”ne, “dinsizlik fikri”ne temel oluşturduğunu, “dine itaat etmeyen bir âlemi gösterdiğini” düşüncesinin temeline oturtur. (*56-63)

****

Görüldüğü gibi AKP’nin maarif (eğitim) siyasetinin ana kaynağı,  Saidi Nursi’nin pozitif fen bilimlerinin yadsıyan gerici düşünceleri ile aynı düşüncede ki Fetullah Gülen’in uygulamalarıdır.

“Efendiler ve ey Millet iyi biliniz ki Türkiye cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir. Medeniyetin emrettiğini ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kâfidir” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlık yolundan sapanların, yol göstericilerinin kimler olduğu, kime bağlandığı çok açıktır.

Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Bağımsız, Laik, halkçı, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” olmasına karşıdır. Bunu da ancak Anayasal sistemi bozarak, demokrasinin olmazsa olmazı olan kuvvetler ayrılığını yok ederek, devlet organlarını ele geçirerek, laik ve bilimsel eğitimi yadsıyarak, aydınlanması gereken kuşakları karanlığa tutsak ederek, hazineye el koyarak, yargıyı, orduyu, polisi etkisizleştirerek, yeni Osmanlıcılık oynayarak yapacakları kanısındadırlar.

Bu nedenle, ABD destekli Fetullahçı darbe girişimini atlattıktan sonra, 2017 Anayasa referandumuyla Anayasayı değiştirerek, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” dedikleri ucube bir sistem kurarak, tüm devlet yetkilerini tek adama vererek, hükümeti sekretaryaya dönüştürerek, meclisi etkisizleştirip kararnamelerle ülkeyi yöneterek, tüm medyayı yemleyerek ele geçirip halkı koşullandırıp yönlendirerek,  laik okulları,  aklı ve pozitif bilimi temelde yadsıyan dinci imam hatip okullarına dönüştürerek, ulusun geleceğini karartıyorlar.

Bilimsel ve laik olması gereken İlk ve orta öğretimi 4+4+4 sistemi ile yolundan saptırdılar,  fen derslerinin önüne din derslerini geçirerek, felsefe ve mantığı dışlayarak, “dindar ve kindar” kuşaklar yetiştirmeye başladılar.

İmam hatiplerden mezun olanlara kolayca siyasal, hukuk,  gibi sosyal bilimlerde okuma yolunu açarak, başta milli eğitim, içişleri, milli savunma, adalet bakanlıkları olmak üzere hükümete, bakanlıklara, devletin kilit noktalarına, temel eğitim kurumlarına, Üniversite, DPT, YÖK, TRT gibi bağımsız kuruluşların yönetimlerine, hâkim, savcı, vali, kaymakam, öğretmen, subay ve polis kadrolarına atamalarla doldurarak, Saidi Nursi’nin düşüncesini hayata geçirirler.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren hükümette yer alan bakanlara, bakanlıklara, üniversitelere, DPT, TRT, YÖK, Yargıtay, Danıştay, HSK, YSK gibi kuruluşlarda görevlendirilenlere, vali, kaymakam, müdür, subay, hâkim, savcı, öğretmen ve polis kadrolarına yapılan atamalara, alınan personellere bakıldığında bu çok net görülür.

Bu atamaları yalnızca AKP dönemiyle ele alırsak eksik olur. İslamcı tarikat ve cemaatlerle ilk ilişki Celal Bayar – Menderes yönetiminde ki Demokrat Parti iktidarı ile başlar, Demirel yönetiminde Adalet Partisi, 12 Mart, 12 Eylül darbe yönetimleri, MHP, MSP, DYP koalisyonları, Özal yönetiminde Anavatan iktidarı ile sürer, AKP iktidarı ile karşı devrime dönüşür.

Halkın temel olarak ihtiyacı nedir? Öncelikle beslenme, barınma, üreme, sağlıklı ve güvenli yaşamadır. Buda ancak yetişmiş insanlarla,  bireysel ve toplumsal üretimle, ekonomik, sosyal, kültürel kalkınmayla olur.

Bunu yapabilmek ise ancak yetişmiş insanlarla olanaklıdır. İnsan, devletin verdiği temel eğitimi alarak ya aileden ya da çevreden gelenek göreneğe dayalı doğaçlamayla meslek ve zanaatı öğrenir ya da yine temel eğitimi alarak meslek sanat okullarında, yüksekokul ve üniversitelerde okuyarak yetişir.

Temel eğitimi yurttaşa vermek devletin öncelikli görevidir. Devlet bu eğitimi kuruluş ilkelerine uygun vermek zorundadır, çünkü temel eğitim yurttaş olmanın olmazsa olmazıdır.

Türk devriminin ürünü Türkiye Cumhuriyetinin temel eğitim politikası, laik ve bilimseldir, böyle olmak zorundadır.

Bunlar ne yapıyor, laik okulları din okullarına dönüştürüyor, imam hatip mezunlarını meslekle ilgisi olmayan alanlara, devlet ve kamu kurumlarına yerleştirerek, kamu hizmeti yürütmeye; dini eğitimi temel alan İmam hatip okulları ile laik okullardaki “Din kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersleri yetmiyormuş gibi, ÇEDES projesi ile imamı sınıflara sokarak, kuran kurslarını yaygınlaştırarak, genç kuşakları “dinci ve kinci” yetiştirmeye, iktidarlara payanda yapmaya çalışıyorlar.

Temel bilimsel Laik eğitim ve öğretimi iğdiş ederek, felsefe, mantık derslerini azaltılarak ya da kaldırarak, seçmeli din dersini zorunlu hale getirerek, kamu çalışanı kadınların başına türban geçirerek, sakal bıyık serbest bırakılarak,  dincilerin pervasızca şalvar, takke, cübbe giyip insanları tehdit etmesine göz yumularak, tekel ürünlerini aşırı pahalandırıp kaçak yapmak zorunda kalanları ölüme sürükleyerek, denetimi ortadan kaldırarak çürük inşaat, yol ve köprü yapımına engel olmayarak, deprem ve sosyal güvenlik vergilerini har vurup harman savurarak, insanların deprem, sel ve yangın felaketine uğramasına “fıtrat” deyip seyirci kalıyorlar, hak ve özgürlükleri kısıtlayarak, grevleri yasaklayarak toplumu baskılayıp yönetmeyi siyaset sanıyorlar, muhalefetin tüm uyarılarına karşın inatla sürdürüyorlar.

Siyasetin, tarikat ve cemaatlerin at koşturduğu bir arenaya dönüştüğü, tarikatçıların milletvekili ve devlet yönetici olduğu, tarikatların, cemaatlerin, dinci dernek ve vakıfların hazineyi yağmaladığı, Diyanetin aşırı harcamalarla öne çıktığı, Türkiye Varlık Fonu ile alternatif, denetimsiz hazine oluşturulduğu,  yalan, talan, soygun ve hırsızlığın utanmazlık haline geldiği bir süreçte yaşananlar hiç şaşırtmıyor.

Bu durumu insanların kabul etmesini ve uzun süre katlanılmasını beklemek olanaksızdır; iktidarın mutlaka demokratik yoldan değişmesi gerekir. İktidarlar ya halkın mücadelesi ile yönetemez olarak kendiliğinden bırakmasıyla ya da halkın seçimlerde sandığa gömmesiyle değişir. Şimdilik iki yolda kapalı görünüyor; çünkü iktidar, ne kendiliklerinden bırakmaya ne de seçimle iktidarı devretmeye niyetleri görünüyor. Nurculuğu rehber edinmişler, imam hatip okullarını temel eğitim kurumları yapıp bilimsel laik eğitimi din eğitimine çevirmişler, binmişler bir alamete gidiyorlar kıyamete.

Bazı siyasetçilerin, yazar, çizer, okumuş takımının, medya bülbüllerinin bu iktidardan demokrasi ve özgürlük talep etmesi ve bunu beklemesi anlaşılabilir değildir. İmam hatip mezunu dinci reis, bakan, vali, kaymakam, müdür, memur, asker, polis, hâkim ve savcının devletin kilit noktalarını ele geçirdiği bir ülkede, bu istemler ham hayaldir.

Laik cumhuriyetin yasaları işlemiyor, kurumları çalışmıyor, yüksek yargı felç olmuş, ordu ve polis cumhuriyeti koruma ve kollama görevini unutarak dinci iktidarın emir erine dönüşmüş, bunlardan bir umut yok.

Tek umut, halkın örgütlü ve demokratik mücadelesi ile haklarına ve seçim sandığına sahip çıkmasındadır, yoksa karşıdevrim kökleşecektir.  26.01.2025

 

*: (Kuşatılmış Ülke Kuşatılmış Yazılar,  Muzaffer İlhan Erdost, Onur Yayınları,  Ankara 2005)

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir