Ulusal birlik ırkçılık ve dincilikle sağlanamaz, ancak halk (emek) iktidarıyla sağlanabilir, korunabilir.
AKP iktidarı ve cumhur ittifakı, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde siyasi ve toplumsal muhalefet karşısında ağır bir yenilgi alınca, demokratik ülkelerde olduğu gibi istifa edip iktidarı bırakacağı yerde, merkezi iktidarı elinde bulundurmasından yararlanarak karşı atağa geçti, Anayasa tartışması ile milletvekillerini partilerine davet etmeye, kaybettiği il ve ilçelere operasyon düzenlemeye, belediyelere yardımı azaltarak başkanların AKP’ye katılımını zorlamaya, başaramayacaklarına soruşturmayla sıkıştırıp kayyum atayarak el koymaya başladı.
İyi Partiden istifa eden iki milletvekili, bağımsız, YRP, İyi Parti, DEM’den istifa eden toplam 13 ilçe ve belde başkanı AKP’ye katıldı; YRP’nin Şanlı Urfa Büyükşehir Belediye başkanı istifa etti, şimdilik bağımsız; CHP’nin Esenyurt ilçe belediyesine, Tunceli Ovacık’a, DEM’in Mardin, Batman, Tunceli il belediyesi ile Halfeti ilçe belediyesine “masumiyet karinesini” yok ederek, açılan soruşturmada kararlar kesinleşmeden kayyum atanıyor, ulusal irade çiğneniyor; CHP’nin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerine de kayyum atanacağı savlanıyor. AKP’nin, seçimle geldiği iktidardan seçimle gitmeyeceği uygulamalarıyla dikkat çekiyor.
Türkiye 22 yıllık AKP iktidarı döneminde çok garip bir ülke oldu, demokrasinin d’si hukukun h’si kalmadığı, laik cumhuriyetin ilke ve değerleri yok edildiği için, ekonomik, sosyal ve siyasi hayatta adeta yağlı mermer üzerinde yağlı güreş yapılıyor, hem yer yağlı hem de güreşçiler, kimin ayağının ne zaman kayacağı, kimin ne zaman altayken üste çıkacağı kestirilemiyor.
AKP’nin iktidarı bırakmamak için birçok nedeni var; öncelikle hukuk tanımazlığı, cumhuriyetin kurucusuna saldırıları, devrim kanunlarını, Anayasayı ihlalleri, işlediği suçların hesabını vermekten korkmaları başta geliyor.
Şair, yazar Attila İlhana göre, Kemalizm’in üç misak-ı millisi vardır: Birincisi toprak sınırlarını açıklayan (Vatan) Misak-ı Millisi, ikincisi emeği temel alan Say Misak-ı Millisi, üçüncüsü eğitimi şekillendiren maarif misak-ı millisidir.
Demokrat Partinin 1950’de iktidara gelmesinden bu yana AP, MHP, MSP, Anavatan, Doğru Yol partilerinin sağ iktidarları döneminde bilimi, laikliği, halkçılığı ve kamuculuğu temel alan üç misak milli tahrip edilmiş, AKP iktidarı döneminde ise uygulamalar sulandırılarak kaldırılmış, emperyalizme bağımlı bir sürece sokulmuş, ulusun hayat damarları kesilmiştir.
Vatan Misak-ı Millisi: “Vatan bir bütündür parçalanamaz, halk aynı ülküler etrafında birleşmiştir, ayrılamaz”: Vatanın birliği ve bütünlüğü tehlikeye sokulmuş, sınırlar delik deşik, on milyonu aşkın sığınmacı ülkeye alınmış, vatan toprağının yabancıya satışına yeşil ışık yakılmış, vatandaşlık parayla satılmış, cumhuriyetin birikimleri yabancıya ve yandaşa peşkeş çekilmiş; Ege’de 18 ada ve kayalığın Yunanistan’ca işgaline göz yumulmuş, ayrılıkçı hareketle köşe kapmaca oynayarak, Kıbrıs’ı “Annan Planı” ile satmaya kalkarak, ABD’nin sınır komşusu olmasına katkı sunarak, NATO aracılığı ile Ege ve Karadeniz’den Türkiye’nin kuşatılmasına göz yumarak Vatanı parçalanma, Mavi Vatan’ı riske sokmuşlardır. Bu tek kelimeyle hainliktir.
Say (Emek) Misak-ı Millisi: Tarımı, hayvancılığı ve sanayileşmeyi öldürdüler, hukuku katlettiler, KİT’leri ve Stratejik kurumları yabancıya ve yandaşa sattılar, işsizliği artırdılar, yurttaşı yabancı üretime tutsak ettiler, emperyalizmin kulu ve kölesi yaptılar, para pul oldu, hayat pahalılığından işçi, köylü, esnaf, emekli ve işsiz nefes alamıyor; emeğin siyasi, ekonomik, sosyal örgütlenmesi engelleniyor, sınıfsal değil dinsel örgütlenmenin yolunu açarak, tarikatları, cemaatleri güçlendirip destekleyerek, camiler yeterli değilmiş gibi kuran kursları, ÇED projeleriyle dünyevi dünyayı ahrete bağlıyorlar, düşünmeyen, tartışmayan, dinci iktidara tabi çalışan yığınlar oluşturmaya çalışıyorlar, sömürüyü, hırsızlığı, soygunu ve yağmayı gizliyorlar.
Maarif (Eğitim) Misak-ı Millisi: “Eğitim bilimsel ve laiktir”. Laik okulları imam hatibe çevirdiler, eğitim birliğini yok ettiler, bilimsel laik eğitimi dışladılar, okullarda “andı” kaldırdılar, siyasi kimlik olan Türklüğü ayaklar altına alıp yurttaşı din, mezhep, etnik çatışmanın içine soktular; bölücülük ve yıkıcılık yaptılar. Kendi çocuklarını batının laik okullarında okuturken, halkın çocuklarını dinci imam hatip okullarına tutsak ettiler; düşünen, tartışan kuşaklar yerine “dindar ve kindar” kuşaklar yetiştirmeye kalktılar, bilimi ve laik eğitimi dışladılar, Diyanet eliyle camiyi okula, imamı sınıfa soktular, toplumun ve genç kuşakların geleceğini karartılar, yetişkinleri yurtdışına kaçar duruma düşürdüler.
Sorun bunlarla sınırlı değil, yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı tek kişinin iradesine bağladılar, HSK eliyle mahkemelerin kuruluşu, kapatılması, yargıç ve savcıların atanması, ilişiğinin kesilmesi; YSK eliyle seçimlerin hâkim denetiminde yapılması iktidarın yönlendirmesine bırakıldı; hükümet Meclise hesap vermeyen sekretaryaya, yasama noterliğe dönüştürüldü; Türkiye Varlık Fonuyla alternatif maliye kuruldu, halkın ödediği vergiler denetimsiz kullanılmaya, çalana, çırpana, tefeciye peşkeş çekildi; hukuk devleti, eşitlik, özgürlük ve demokrasi bitirildi; tek kişinin konuştuğu, dilediğini yaptığı diktatörlüğe geçildi; muhalefetin bunlar olmamış gibi davranması çaresizlik ve umutsuzluk kaynağı oldu.
Yerel seçimlerden iktidar çıkan CHP, erken seçim istemeyince İktidar hareketlendi. Kaybettiği il ve ilçelerde belediyeleri ekonomik olarak zorda bırakarak, Anayasanın 38 maddesinde yer alan “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” masumiyet ilkesini gözardı ederek, dava konusu olan olmayan sözlerden, mesajlardan yola çıkarak, belediye başkanlarını görevden almaya kayyum atamaya başladı, devam edeceğini de söyledi. Şimdilik halkın ve muhalefetin tepkisini ölçüyor, gözü kararmış her şeyi yapmayı umuyor.
Tam bu konu tartışılırken yeni bir Anayasa tartışması başlattı. Mevcut Anayasanın, “Devletin şeklini, Cumhuriyetin niteliklerini, Devletin bütünlüğünü, Resmi dili, bayrağı ve milli marşı, başkentini ve bu maddelerin değişmesinin istenemeyeceğini ve önerilemeyeceğini düzenleyen ilk dört maddesi ile “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz” diyen 42 maddesi, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” diyen 66 maddesi, Devrim kanunların korunmasını düzenleyen 174 maddesi dışında değişmeyen hangi maddesi kalmamış ki yeni bir Anayasa istiyorlar, anlamak mümkün değil.
Anlamak mümkün değil diyorsak ta aslında çok açık: Bunlar, iktidarda kalabilmek, hesap vermemek için, Türkiye Devleti’nin şeklini, niteliklerini, yurttaş kimliğini, resmi dili, laikliği tartışma konusu yaparak, ayrılıkçılara ve dincilere ödün vermek derdindeler. Bu ülkede aklı başında olan hiçbir kimse bu tuzağa düşmez diye umuyoruz, göreceğiz.
Öncelikle Türk sözü yalnız etnik bir söz değil aynı zamanda siyasi, sosyal, kültürel bir ulus kavramıdır. Türk sözünden ırkçılık arayanlar, Türk tarihini, Türk devrimini kavramayan, farklı dilleri ve kültürleri kaynaştıran ulusal bir kimlik olduğunu anlamayanlardır. Ulus devletler, emperyalizme karşı son direniş noktalarıdır. Emperyalizm, ırk ve din temelli ulus devletleri parçalayarak (Ör. Yugoslavya, Irak) bu direnişi kırmak istemekte, dinci, gerici, liberal iktidarlarda buna destek sunmakta, dünyayı sermayenin gül bahçesi yapmak çabasındadırlar.
Emperyalizm öyle bir güç ki baş etmek için ulusal birliği ve kimliği korumak gerekir. Şaşılmadı mı, ırkçı bir partinin başkanı düşman olduğu ayrılıkçı bir hareketin lideriyle sarmaş dolaş oluyor. Şiddetin durmasını, anaların gözyaşının dinmesini bizde isteriz; ancak burada bir hinlik var. 22 yıldır ülkeyi yöneten siyasi iktidara demediğini bırakmayıp ardına dizilen, meydanlarda idam urganı atan birisinin birden bire barışçı kesilmesi, bazılarına ava giderken avlanma riski doğruyor.
Ulusal birlik ırkçılık ve dincilikle sağlanamaz, ancak halk (emek) iktidarıyla sağlanabilir, korunabilir. Halk (emek) iktidarı, insanın ırkına, inancına, kültürüne bakmaz, üretim araçları üzerindeki sahipliğine bakar, yerine ve gücüne göre davranır, yalansız ve dolansız iş tutar.
Durum bu olmasına rağmen, sosyalistler, devrimciler ne yapacaklarını biliyor, şaşkın olanlar halkçı sosyal demokratlar. Sağcı kitleyi ikna ederek, NATO’ya ses çıkarmayarak, liberal Batının desteğini alarak iktidar olacakları düşünü kuruyorlar; azgın iktidara karşı ne yapacaklarına bir türlü karar veremiyorlar. İktidar mücadelesinden çok parti içi çekişmelerle uğraşıyorlar; yönetimler tabana güvenmiyor, taban ise genellikle parti yönetimini beğenmiyor. Partililer birbirini eleştirmekten geri durmuyorlar, belediye başkanları siyaseti belirlemeye kalkıyorlar, eski başkan durduğu yerden mücadele ediyor, yeni başkan halen kendini grup başkanı sanıyor, öz ve net konuşacağı yerde konuyu yayıyor, arı ve duru bir mesaj çıkaramıyor, partililerde burukluk yaratıyor.
Dilerim iktidara karşı kararlı mücadele büyür, halkın gücüyle dış destekli iktidar tarihin çöplüğüne gider, ülkenin geleceği kurtulur, Türkiye’nin aydınlık yüzü görünür.
22. 10. 2024
Av. Mehdi BEKTAŞ