Tam Bağımsızlık, Tam Demokrasi ve Tam Hakkaniyet- Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Ülkemiz aylardır konuşulan Cumhurbaşkanı ve Millet Vekili seçimine doğru, 20’inci yüzyıl ortalarından beri oluşan seçim geleneğini yıkarak, hızla yol alırken, özellikle halkın yaşamakta olduğu derin ekonomik kriz ve 21 yıllık iktidar bagajından dolayı zor durumda olan dinci-gerici yönetim, yarattığı siyasal, hukuksal anaforlarla halkın kafasını karıştırmaya devam ediyor. Emperyalizm ve içerdeki uzantıları onlarca yıldır başvurdukları bulandırdıkları suda balık avlama yöntemini bu kez yoğunlaştırılmış popülizm, hedef saptırma, gerçekleri tersyüz etme ve karartma taktikleriyle zenginleştirerek sahneliyorlar. İktidarları boyunca yaptıkları bütün yanlışları göz alıcı renklere boyayıp halka yeniden satmaya kalkışmakla kalmıyorlar, yarattıkları yanılsamaları gerçeklikmiş gibi gösterme maharetini de sergileyebiliyorlar. Demagojik propaganda ustalıklarıyla irrasyonalitenin duygusallığında boğulmaya hazır toplulukları akıl, mantık ve bilimin reddiyesinde sarhoş edebiliyorlar. Siyasal çıkarlarına ve dincilik ideolojisine göre uydurma tarih yazıcılarının piyasaya sürdüğü saçmalıklarla gencecik ve hatta çocuk beyinleri sürekli tütsülüyorlar.

Biri bitmeden öbürü başlayan, temelinde ekonomik yapının çarpıklığının, dışa bağımlılığının ve siyasal İslamcı tek adam yönetiminin nasıl olursa olsun iktidarda kalma planının yattığı bugünkü siyasal fırtına, kimin gemisini batıracak, kimin yelkenini şişirecek henüz kesinleşmiş değil. Bu olağan olmayan gelişmeler, normal demokratik ülkelerde pek görülmez ama bizimki gibi emperyalizmin hegemonyası altındaki ve üstüne üstlük yönetiminde dinci-faşist tek adam iktidarının hüküm sürdüğü ülkelerin başından eksik olmaz.

Burjuva demokratik devrimini tamamlamış bir ülkedeki siyasal gelişmeleri ekonomik ve toplumsal yapının belirlemesi gerekir, ama Türkiye gibi bu devrimi yarım kalmış, hemen ardından emperyalizmin yeni sömürgesi olmuş ve üstüne üstlük dinci ideolojinin toplumun önemli bir kısmı üzerinde etkin olduğu bir ülkedeki işleyiş genellikle bu şekilde olmuyor. Bir Ortaçağ öğretisi olan dincilik ideolojisi, Batı ülkelerinde bireyci dünya görüşünün öne çıkmasıyla birlikte önemli ölçüde geri plana itildi. Bu süreç, aklın sorgulamaları, liberal dünya görüşü, bilimsel – teknolojik ilerlemeler ve sanayi devrimi, tarihsel olarak burjuva devrimleri çağına denk düşer.

Özellikle kapitalizmin emperyalizm aşamasında, burjuva ideolojisi geri ittiği dincilikle proletarya ideolojisine karşı işbirliği yapmaya başladı. (Bazı sömürgelerde din adamları sömürgeciliğe karşı mücadele ettilerse de bu durum tarihsel gelişimin genel karakterini belirlemez.) Bu işbirliği bizimki gibi emperyalizmin hegemonyası altındaki ve dinciliğin çok etkin olduğu ülkelerde daha olumsuz siyasal, toplumsal sonuçlar yarattı. Bu gerici işbirliği, anti-komünizm silahını da kullanarak bilinçsiz kitlelerin kafasını alt-üst etti, geniş yoksul kesimlerin önemli bir bölümünün sola karşı durmasını ya da soldan uzaklaşmasını sağladı.

Türkiye toplumunun tarihsel gelişim süreci kendi iç dinamikleri temeli üzerinde yükselmedi, Batı’daki toplumsal gelişmelerin etkisiyle çarpık bir şekilde oluştu. Bu sağlıksız ilişki nedeniyle (Hıristiyanlıkla İslamiyet arasındaki farklılıklar da bu gelişimde rol oynadı), siyasal tarihimizde ve toplumsal gelişimde dinci ideoloji fazlasıyla etkili oldu. Bu etki ülkemizin ekonomik, fikri-kültürel ve siyasal gelişiminde olumsuz rol oynadı. 1908 Devrimi’nden sonra kısmi bir demokratikleşme yaşanmışsa da Birinci Paylaşım Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle, bu ilerici gelişme emperyalist işgalciler ve işbirlikçileri tarafından sonlandırıldı. Milli Kurtuluş Savaşı sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti’yle başlatılan bağımsızlıkçı-devrimci süreçte, emperyalizmin yıkılan Osmanlı devleti üzerinden kalan etkileri ve dinciliğin toplum üzerindeki etkinliğini yok etme mücadelesi yapılmaya başlandı. Ekonomide bağımsızlaşma, toplumsal hayatta çağdaşlaşma ve laikleşme, eğitim ve öğretimde bilimselleşme, kadınlara tanınan modern haklar vb. gibi devrimci girişimler yüzyılların gerici tortularını ülkenin üzerinden atma atılımlarıydı. Ülkenin sosyo-ekonomik koşulları ve halkın kültürel yapısı gözetilerek atılan bu ilerici-devrimci adımlar, İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle durdurulmuş ve kısa süre içinde ülkemiz ABD emperyalizminin hegemonyası altına sokulmuştur.

14 Mayıs 1950’de DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, emperyalist dünyanın yeni lideri ABD’ye ekonomik, dış politika, askeri ve kültürel alanlarda bağımlılık sürecine girildi. Bu yeni-sömürgecilik süreci, aydınların, solcuların ve zaman zaman da halk kesimlerinin karşı direnişleriyle karşılaşsa da, ülke derin ekonomik krizler yaşasa da genel olarak günümüze kadar sürdürüldü.

1990’lardan sonra emperyalizmin neo-liberal politikalarla birlikte daha da gericileşmesi, bizimki gibi yarı-bağımlı ülkelerin ekonomik ve siyasal yapısının olumsuz yönde etkilenmesine neden oldu. Bu dönemde dünyada ve özellikle de emperyalizmin hegemonyası altındaki ülkelerde dinci ve ırkçı akımlar güç kazanmaya başladılar. Bu yeni emperyalist gericilik özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da, Müslümanların çoğunluk olduğu ülkelerde daha kolay uygulama alanı buldu. ABD emperyalizmi, bu bölgede neo-liberal ekonomi politikasını siyasal İslamcı ideolojilerin etkinliğini artırarak daha kolay şekilde hayata geçirebileceğini ve bu suretle İsrail’in güvenliğinin de sağlayabileceğini düşündü. Emperyalist güçler neo-liberalizmle ve siyasal İslamcılıkla, bu iki gericiliğin işbirliğiyle bölgeyle ilgili politikalarını uyguladılar. Bu her iki tarafın, emperyalist güçler ve dincilerin de işine geldi. Emperyalist kapitalistler bu politikalarla daha çok sömürü ve talan yaparlarken, dinciler iktidar, para ve güç sahibi oldular. Bu işbirliğinden kazançlı çıkan üçüncü taraflar ise İsrail devleti ile ABD’nin kontrolündeki ayrılıkçı ve dinci örgütler oldu. Bu işbirliğinden zararlı çıkan taraf ise Ortadoğu’nun mazlum halkları ile işçi sınıflarıdır.

Türkiye de bu işbirliğinin sonuçlarını somut olarak yaşadı. 21’inci yüzyılın ilk yirmi yılında, emperyalizmin neoliberal ekonomi politikalarını uygulayan ve ABD’nin bölgesel stratejisini yürütmeyi üstlenen AKP yönetimi demokrasinin bütün kırıntılarını rafa kaldırarak iktidarını hukuk dışı ve baskıcı yöntemlerle sürdüre geldi. Son dönemlerde ülkemizde yürütülen “üst düzey” politika (buna koltuğu koruma ve parasal çıkarları sağlama alma taktikleri de diyebiliriz), çeşitli adli kumpaslar ve şantajlar, kirli para ve karanlık algı operasyonlarıyla sürdürülmektedir. Ülkedeki bütün ekonomik, siyasal, hukuksal ve toplumsal sorunlar, ülkenin karşı karşıya kaldığı önemli dış politika problemleri bu etik dışı oyunların içinde boğulmaya çalışılmaktadır.

AKP-MHP ittifakının demokrasi ve hukuk dışı siyasal kumpasları İstanbul Belediyesi’nde yapılanlarla sınırlı değil. Ülke düzeyindeki bütün ekonomik, siyasal faaliyetlerini bu ve benzeri tuzaklarla, ayak oyunlarıyla sürdürmeye çalışıyorlar ve bunda hiçbir sınır tanımıyorlar. Bugünkü iktidar, Türkiye sağının tarihi boyunca yürüttüğü gerici, baskıcı, hukuk karşıtı vb. ne kadar kokuşmuş siyaset yapma tazı varsa bunların hepsini de aşan biçimleri hayata geçiriyor. Bukalemunlar bile bunların siyaset yapma tarzlarına ayak uyduramazlar.

Bir bakarsın hiçbir yetkisi, resmi görevi olmayan bir kişi Beyaz Saray’ın Oval Ofisine kadar girer ve ABD Başkanı ile görüşme yapar ve bu görüşmenin içeriğinden kamuoyu habersizdir. Ardından aynı kişi ABD emperyalizminin Ortadoğu planlarını yürütmeye soyunur ve ülke topraklarına onbinlerce ABD askeri sokulmaya kalkışılır ve bunu başaramamanın cezası olarak Türk askerinin başına çuval geçirilir. Bu onur kırıcı gelişme karşısında ABD’ye bir nota vermeye bile cesaret edilemez. “BOP Eşbaşkanı” olduğunu ilan ederek ABD’nin Büyük Ortadoğu Planı’nın parçası olduklarını açıklamakla kalmaz, bu plan doğrultusunda Suriye’nin içsavaşa sürüklenmesi için elinden geleni yapar ve yüzbinlerce insanın ölümünde ve milyonlarcasının yerinden yurdundan olmasında pay sahibi olur. Önce IMF ile işbirliğinde bir sakınca görmez, sonra da bu kuruluşa karşı yüksekten atıp tutarak popülizm yapar. Birden bire AB ile kucaklaşıp demokrasi ve insan hakları kelebeği kesilir ve hemen ardından ABD’nin elemanı Gülen Cemaatiyle birlikte Kemalistlere, solculara ve aydınlara karşı kumpaslar düzenlerler. AKP gericiliği, dünyanın pek çok ülkesinde görülmemiş düzeyde geniş halk kitlelerinin katıldığı, ekonomik-demokratik haklar ve başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet değerleri mücadelesini boğmak için tüm gerici-faşist çevrelerle birlikte en sert yöntemlere ve kara propagandaya başvurmaktan geri durmadı. Bu işbirlikçi yönetim, Amerikancı FETÖ’nün Cumhuriyeti yıkma amacıyla iktidarı bütünüyle ele geçirmek için kalkıştığı darbe girişimi karşısında Atatürk’e sığındı ama tehlike geçince Cumhuriyeti yok etmenin yollarını genişletmeyi sürdürdü.

Türkiye’nin onurunu iki paralık etmekte de bu dinci tek adam rejiminin eline kimse su dökemez! Bunun çarpıcı örneklerinden birisi Trump’ın Suriye’nin kuzeyine yapılan harekât ve Amerikalı rahibin serbest bırakılmasıyla ilgili Erdoğan’a yazdığı mektupta yer alan ifadelerdir. Türkiye tarihinde hiçbir lidere yabancı bir devlet adamı tarafından bu kadar ağır biçimde hakaret edilen bir mektup yazılmamıştır. Trump, bu mektubunda Erdoğan’a “Aptal olma” diyerek hakaret etti, fakat bu ağır sözler karşısında Erdoğan gereken tepkiyi göstermeden ilişkileri kaldığı yerden sürdürdü.

En son Suudi Arabistan Maliye Bakanı, 2023 Ocak ayında yapılan Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu toplantısında, Türkiye’yi Mısır’la birlikte “kırılgan” ülkeler arasında sayarak ekonomik destek vermeye devam edeceklerini söyledi. ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki ortakları Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri karşısında dilenci durumuna düşürülen ülkemizin haline üzülmemek elde mi?

Cumhuriyet değerlerini ortadan kaldırmanın sınırlı demokrasiyi, ilerici, bilimsel ve aydınlanmacı olan ne varsa hepsini de yok etmek anlamına geldiğini sokaktaki insan bilir ama Cumhuriyet döneminin hala düşmanlığını yapan tarih fukarası olan bir kısım “aydın” ise bu yalın gerçeği hala anlamış değil. Altılı Masa sakinlerinin bir kısmı da bu gerçekliğin gerektirdiği yoldan değil ters yönden gitmekte inat ediyorlar. Cumhuriyet devrimleri başta olmak üzere Türkiye’nin çağdaşlaşmasının önünü açan değerlerle ve girişimlerle uğraşmayı demokratlık sanıyorlar. Bu tür politikalar, Türkiye’yi asla daha demokratik yapmaz, aksine geriye, Ortaçağ karanlığına doğru götürür, hem siyaseten hem ekonomik hem de toplumsal olarak.

Emperyalizme karşıymış gibi görünen ama sonuçta onunla fikir ve siyaset kardeşliği içinde olan, onun kucağında büyüyerek şekillenmiş bir iktidara karşı yine bu uluslararası sömürücü gücün ayağına tutunarak mücadele edilmez. Emperyalizmin AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’de açtığı neo-liberal çizgideki ekonomik-politik yol tamirattan geçirilerek, yeniden düzenlenerek ne ülkenin ne de halkın sorunlarının üstesinden gelinir. Bu yolun reddedilmesi gerekir.

AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel, psikolojik yönlerden tam bir teslimiyet, çöküntü ve çürümüşlük halidir. Ülkenin bu çok olumsuz koşullardan kurtulabilmesi için en önce tam bağımsızlıkçı ve gerçekten demokratik politikaların izlenmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Cumhuriyeti, laikliği, kamuculuğu, hukukun üstünlüğünü, güçler ayrılığına dayanan sosyal devleti ve büyük sermaye çevrelerine değil halka hakkı olanı verecek ekonomi politikasını savunan bir siyasal çizgi temel alınmazsa yeni bir AKP’den başka bir şey olunmaz.

Ya neo-Ahrarcı olacaksınız, ya da gerçekten “Hürriyet, Müsavat (eşitlik), Uhuvvet (kardeşlik)”  bayrağını taşımaya hak kazanacaksınız! Bu hak, kürsüde nutuk atmakla ya da bir gün böyle öbür gün şöyle konuşmakla kazanılmaz. Halkın haklı talepleri temel alınarak üretilecek çözümleri geniş kitlelere benimseterek, onlarla kucaklaşarak ancak sonuca gidilebilir. Halk güçlerinin her alandaki kuruluşlarını; sendikaları, demokratik kitle ve meslek örgütlerini, ilerici-demokrat-solcu partileri, kadın ve gençlik kuruluşlarını, üretici kuruluşlarını, çevreci vb. inisiyatifleri harekete katıp kucaklayacak bir yapılanma ve eylemlilik yaratılmadan istenen güçte, heyecanda ve mücadeleci bir muhalefet hareketi oluşturulamaz. Bu geniş muhalefet hareketinin ileriye atılmasını, cevvaliyetini sağlayacak öz; ancak emperyalizme karşı devrimci yurtseverlik temelinde tam bağımsızlığı, dinci faşizme karşı tam demokrasiyi, sömürüye ve soyguna karşı hakkaniyetli adaleti savunmakla yaratılır.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir