Tayyip Erdoğan: ABD ile ortaklığımız devam edecektir.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford, 22 Eylül 2016’da Kongre’de yaptığı konuşmasında, Obama yönetiminin Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan Kürt gruplarını doğrudan silahlandırmayı düşündüğünü söyledi.

ABD Savunma Bakanı Ashton Carter ise aynı günlerde YPG’ye silah verdiklerini ve desteklemeye devam edeceklerini belirtti.

ABD Genel Kurmay Başkanı ve Savunma Bakanının Türkiye’nin bölge politikalarına ters bu açıklamalardan hemen sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ABD gezisi sırasında Amerikan başkanlık seçimleriyle ilgili olarak kendisine sorulan bir soruya karşılık; “Kararı ABD halkının iradesine bırakıyorum. Kim seçilse seçilsin ABD ile ortaklığımız devam edecektir” diyerek gerçek düşüncesini ve gelecekteki tavrını ortaya koydu.

Türkiye’nin bütün sağcı iktidarları gibi AKP iktidarı da Amerikancıdır, NATO’cudur; aksi eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Emperyalizmin elinde büyüyen, büyük sermayenin çıkarlarına hizmet eden bütün iktidarlar gibi AKP iktidarı da ABD’nin başına kim gelirse gelsin onun yönetimine tabi olacağına şüphe yok. Türkiye’nin siyasal tarihi bunun en önemli tanığıdır.

DP iktidarı, Demokrat Partili Truman döneminde ABD’nin yanında Kore savaşına asker göndererek NATO’ya girdi. Menderes iktidarı Cumhuriyetçi Partili Eisenhower (1953-1961) döneminde onlarca ikili antlaşmaya imza attı, Türkiye’de birçok Amerikan üssü ve tesisinin kurulmasını sağladı, Sovyetlere karşı oluşturulan Bağdat Paktına ve CENTO’ya girdi.

Demirel, Kıbrıs’ta Rumların Türklere yönelik katliamlarına İnönü’nün aktif karşı çıkışı nedeniyle takıştığı ABD Başkanı Demokrat Partili Johnson (1963-69)’la çektirdiği fotoğrafı 1965 genel seçimi propagandasında kullanarak Amerikancı yüzünü ortaya koydu. AP iktidarı, Johnson ve Cumhuriyetçi Nixon (1969-74)’ın başkanlıkları döneminde DP döneminde başlatılan NATO’nun ve Soğuk Savaş’ın askeri olmayı sürdürdü. MC hükümetleri (AP+MSP+MHP+GP) 1970’li yıllar boyunca Cumhuriyetçi Ford ve Demokrat Carter döneminde de aynı politikaları uygulamaktan geri kalmadılar.

Kenan Evren, Özal ve Demirel’in yönetimleri döneminde ABD’de Cumhuriyetçi Reagan (1981-1989) başkanlık yaptı. Bu dönemde ülkenin üstüne kâbus gibi çöken emperyalizmin neo-liberal politikaları bu sağcı siyasiler tarafından uygulandı.

Cumhuriyetçi baba Bush’tan sonra Demokrat Bill Clinton (1993-2001) başkanlık yaptı. Bu dönemde Türkiye’de kurulan hükümetlerden birisi de Erbakan hükümetidir. Bu hükümetin de ABD politikalarıyla uyum içinde çalıştığı bilinmektedir.

Cumhuriyetçi oğul Bush döneminde (2001-2009) AKP, ABD’nin Ortadoğu politikalarının aleti oldu. Bu dönemde R.T.Erdoğan BOP’un eşbaşkanlığını yaparak Irak’ın ABD politikaları doğrultusunda kaosa, içsavaşa ve bölünmeye sürüklenmesine katkı koydu.

Demokrat Partili Obama (2009-2017) döneminde AKP iktidarı, ABD’nin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yürüttüğü emperyalist politikaların önemli bir aktörü olmakla kalmadı, ülkemizin ABD ve NATO’ya bağımlılığı daha da arttırıldı. Türkiye’deki ABD ve NATO’nun askeri varlıkları başta İzmir, İncirlik ve Kürecik olmak üzere AKP iktidarı döneminde büyütüldü. En son geçtiğimiz Ağustos sonunda NATO’nun Baltık bölgesindeki askeri güçlerinin Türkiye’ye taşınmasına karar verildiğine dair haberler çıktı (bu haberler yalanlanmadı). Bu NATO güçleri bir yandan Rusya’ya karşı konuşlandırılırken; daha da önemlisi Türkiye halkına karşı ülkemiz topraklarına yerleştirilmektedir. Bu gelişmeler de göstermektedir ki; Türkiye, ABD ve NATO tarafından Rusya’ya ve kendi halkımıza karşı kullanılmak üzere adım adım askeri işgal altına alınmaktadır.

15 Temmuz CIA’cı-dinci askeri darbe girişimi başarılı olamayınca ülkemiz ABD ve NATO güçleri tarafından adeta fiilen işgal edilmekte. Türkiye ABD emperyalizminin çok yönlü girişimleriyle PKK-PYD, IŞİD ve FETÖ vasıtasıyla içsavaşa sürüklenmeye, diğer taraftan da İngiltere ve Batı Avrupa ülkelerinin sinsi faaliyetleriyle kıstırılarak teslim alınmaya çalışılmaktadır.

Bütün bu emperyal operasyonlar adım adım gerçekleştirilirken, Suriye’nin kuzeyinde ortak operasyon yapılmaya çalışılırken, Erdoğan halkın önünde ABD’nin bazı politikalarına karşı çıkıyor görüntüsü vermektedir. O Amerika’da bu ülke ile hala “ortaklık” peşinde olduğunu itiraf ederek, çevresindekiler de kamuoyuna Abdülhamitçiliklerini hatırlatarak asıl durdukları yeri -kendilerinden önceki sağcıların, dincilerin yaptığı gibi- tarif etmektedirler.

Türkiye’deki dinciler asla laik, cumhuriyetçi ve bağımsızlıkçı olmazlar. Onlar tarihleri boyunca gerici ve işbirlikçi oldular. Türkiye’deki sağcı, dinci yöneticiler emperyalist güçlere her dönemde uzlaştılar, teslimiyetçi politikalar izlediler, bugün yaptıkları da aynı şeydir.

Lozan Antlaşması Türkiye’nin Tapu Senedidir

Tayyip Erdoğan Lozan Antlaşmasına ve bu antlaşmayı imzalayanlara saldırarak; emperyalist devletlere verdiği tavizlerin, Ege’de Türkiye’ye ait adaları Yunanlıların işgal etmesine ses çıkaramayışının, Süleyman Şah Türbesinin toprağını PYD’ye terk edişinin, Kuzey Kıbrıs’ı Rumların hegemonyasına bırakma faaliyetlerinin üstünü örtmeye çalışıyor.

BOP görevlisinin Türkiye’nin emperyalist devletlerin askeri ve ekonomik işgalinden kurtuluşunu sağlayan Lozan Antlaşmasına saldırması ondan beklenen bir tavırdır. Bunun aksini düşünenler fena halde yanıldıklarını bir kez daha gördüler.

Kafasına geçirilen Amerikan çuvalıyla dolaşan bir yönetimin tepesindeki kişiden Türkiye’nin bağımsızlığını sağlayan, son Osmanlı Padişahının emperyalist devletlerle imzaladığı teslimiyet anlaşmaları Mondros ve Sevr’i yırtan Lozan Antlaşmasını savunması beklenemez.

Türkiye’ye Amerikan ve diğer emperyalist ülkelerin askerlerini, uçaklarını ve diğer askeri unsurlarını yeniden getiren bir yönetimden, ilk bağımsızlığımızı sağlayan Kurtuluş Savaşı’nın başarısını Batı Avrupa emperyalizmine kabul ettiren antlaşmayı benimsemesini beklemek abesle iştigal olurdu.

Amerikancı AKP yönetiminin ve başındaki kişinin, imzalanalı 93 sene geçmesine rağmen ABD’nin hala onaylamadığı Lozan Antlaşmasını savunmalarını beklemek gerçekçi bir beklenti olmaz. Amerika’nın benimsemediği bir antlaşmayı işbirlikçilerinin içlerine sindirmeleri mümkün mü?

Dincileri-gericileri ve onların zihin dünyalarını tahlil ederken şu tayin edici gerçekleri unutmamalıyız:

  • Onlar yurtsever olamazlar, çünkü Ümmetçi
  • Yurttaş olamazlar, çünkü Kulluğu temel alırlar.
  • Demokrat da olamazlar, çünkü Mürit
  • Laik olamazlar, çünkü Şeriatçıdırlar.
  • Bilimselliği esas almazlar, çünkü sorgulamazlar değişimi benimsemezler, Dogmacıdırlar.
  • Gerçekçiliği değil Gerçekdışılığı, siyasette ise Doğruyu değil Yalanı ve Saptırmayı esas alırlar.

Son aylarda onlarla ortak ruh oluşturmaya kalkışan siyasetçiler, yazarlar vd. uzun olağanüstü hal gecelerinde ruh çağırma seansları düzenleyebilirler…

editor

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir