Search
Close this search box.

TMMOB Sanayi Kongresi Konuşma Notları -Ahmet Yıldırım

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

TMMOB ve Makine Mühendisleri Odası’nın Ankara’da İMO Teoman Öztürk salonunda 11-12 Aralık 2015 günlerinde düzenlediği “TMMOB sanayi Kongresi” “Başka bir sanayileşme mümkün” temasıyla yapıldı. Kongreden Anafikir okurları için derlediğimiz konuşmalar aşağıdadır.

 

Prof. Dr. BİLSAY KURUÇ (Sanayi: Geçmişten geleceğe): Sanayi kongrelerini hep TMMOB, mühendisler yapıyor. Televizyonlarda haberlerde çok birbirine ödül veren toplantı haberleri görüyoruz. Bizi ileriye taşıyor mu bu toplantılar? Şüpheliyim. İktisatçılar döviz ve faizi düşünüyor ama sanayii düşündüklerini de biliyoruz. Burası bir öğrenme fırsatıdır. İktisatçı sanayiciye mesleğini anlatamaz. Benden mühendislere bunu anlatmamı beklemeyin. Bundan neyi ne kadar anladığımı iktisatçı aklıyla ortaya koyabilir.

Sanayi bir devrimdir. 1. 2. 3.’sü ve geleceği şekillendirecek olan 4.’sü… Hepsi daima bir devrim boyutuyla ortaya çıkar. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı anlamına gelir. Tarihin akışında büyük bir değişime neden olurlar; hiç bir şey eskisi gibi olmaz. Dünya ülkelerini kulvarlara koyarsak en içte koşan avantaja sahiptir. İngiltere bu pisti tanzim etti. Sanayi devrimini o yaptı. Metalürji sayesinde sanayi devriminde diğer boyut her şeyi makineleştiriyoruz. Ağır sanayi kuruyoruz. İnsanın tasavvur edemediği bir çeşitlilik ortaya çıkıyor. Teknik devrim olmadan yeni ekonomi olmaz. Mutlaka yeni ekonomi teknik devrimle çıkıyor. Sanayileşme büyük bir malzeme hareketidir. Demiryolu da bir ana damardır.

Kervana sonradan katılan ülkeler için de bu oldu. Pistin ikinci kulvarında koşanlar biraz daha hızlı koşmak zorundaydılar. Sanayileşme bir iddia ve mücadeledir. En az birinci kadar koşma mücadelesi vermelidir. Marks’ın işaret ettiği en ileri toplum geçmiş kuşakların koşması mücadelesi sonucu yaratılabilir. Bize, efendim koşmayalım mücadele etmeyelim, gibi şeyler diyenlere dikkat etmek gerekir. Büyük emek hareketi olmadan sanayi modeli olamazdı. Sonsuz emek hareketi… Kırlarda çiftçi gibi olamayan insanlar kentlere geldiler. Sanayi onlara iş verdi. Teknik damar işin arz damarıysa mutlaka bir talep de olmalıdır. Burada fabrika ortaya çıktı. Devrimin ekonomik ve teknik ünitesi… Büyük işyeri. Ve bu insana zamanı dikte etti.. Artı kilisenin zamanına göre değil fabrikanın zamanına göre çalışıyor insan. Fabrika ekonomiyi değiştiriyor. Tabi iktisatçı ve sosyolog için çok zengin bir malzeme var burada.

Yeniliği anlayarak ve bularak atılım yapanlar, planlı yapanlardır. En önemi nokta zaman yeniden tanzim edildi. Yeni insan tipi bu saate göre oluştu. Bir yere gelince anlaşıldı ki artık bilime ihtiyaç var.

Kısaca sanayi bir devrim demektir. Bunun temelinde işgücü var. İnsan var. Yapabiliriz daha iyisini daha büyüğünü yapabiliriz. İddia var güç var istek var…

İkinci devrime geçelim. Ne idi ne oldu? Biz Avusturya Almanya gibi bir sosyal zemine sahip değildik. Eski sanayicilerimizin sanayi yöneticilerimizin notlarından okuyoruz. 1850’de tophanenin kuruluşuyla birlikte sanayi diye bir şeyin olmadığını gördüler…

Plan 20. Yüzyılın sanayi aklının ürünüdür. Cumhuriyetin özünde, ‘yapabiliriz’ düşüncesi hâkimdir. Sanayi meselesinde de en iç kulvarda olanlara hayranlık duyma onları geçme azmi vardı. Belki bu askeri mesleğin vatana sahip çıkma stratejisi sahiplerinin bir iddiasıydı.

Sovyetler birliği en dış kulvardan en iç kulvara planlayarak ulaşılabileceğini kanıtladı. Cumhuriyetin silikon vadisi vardı… İlk defa rayı 1932 yazında üretebilirdik. Yapılan rayın kalitesine inanamadılar. Bizimkiler Alman raylarından 4 kat kaliteliydi. 1934-50 arasında 150 çeşit çelik üretiliyordu. Bugün bunun dörtte bir çeşidi bile üretilmiyor. 1940’da kendi girişimimizle tank yaptık. Dizaynı bize aittir motor Ford. 1946’da cumhuriyet bayramında geçti tek tank olarak kaldı. ABD yardımı başlayınca kolaya kaçıldı. Uğur uçakları adıyla 54 uçak yaptık. Daha sonra milli savunmanın siparişi kesildi ABD’den alacaklarını söylediler. Daha sonra Türk Traktör oldu bu fabrika.

Burada yapabiliriz düşüncesi var ama talep yok. Amerikan yardımı bunu kesiyor.

1980’ler dönüm noktası. Sanayi tutkusunun durmaya başladığı zamandır. Bunlar zamanın kaybedildiği yıllardır. Dış dünyada bu zaman takvimi devam etmektedir çünkü. Birinci, dünya bilgisayar teknolojisini geçiyor. Biz yavaşlıyoruz. İkinci el sermaye malı ithalatı teknikte ucuz teknik seçelim başlıyor. Vazgeçmediği alışkanlığı emek ucuzdur ve ucuz kalacaktır… 1980 sonrası Türkiye’de ithalatçılık merakının hâkim olduğunu görüyoruz.

Sanayicide emek ucuzdur ucuz kalmalıdır anlayışı hâkim, Victoria dönemi gibi. Bu düşünce bizi geleceğe taşımaz.

Makine parkını yenilemiyorlar. İthalat merakı damarlarımıza iyice girmiş.

Biran önce kestirme yoldan dövize kavuşmak amaçlandı.

En önemlisi devlette yetişmiş sanayi kadrolarının tasfiyesi oldu. Yaşlanıyorlar ve yeni kuşaklara aktaramadılar. Böylece sanayi düşüncesi de kaybolmaya başladı.

Özelleştirmeyle satıyoruz.

Yeni sanayici değil yeni kapitalist lazım düşüncesi 80’e egemen oldu. Siyasi kadrolarımıza da bu lazım dediler. Derken 50 yılda birikmiş sanayi kadroları da bitiyor.

Özelleştirme Türk sanayisine karşı açılmış bir savaş gibidir. Yapabiliriz başarabiliriz düşüncesini yıkmıştır. Alman ekonomisi 1950’de sanayi % 9-10 la büyüdü. İnsanlarda bilgi görgü donanım vardı. Özel sektör devletten sıfır maliyetle insanı alıyor.

Ben ‘Kimsenin sana yapamazsın demesine izin verme’ diyen Cumhuriyetin şiarını anımsıyorum.

Almanya’da 2006 da hükümet yüksek stratejisi politikası saptadı. Sekizinci kulvarda yarı sanayileşmiş ithalat olmadan yapamayan bir ülke olarak bizim buna dikkat etmemiz lazım. Almanların bu strateji raporunda ‘vizyonumuz bilim ve sanayiye egemen toplum, merak eden bir toplum’ yaratmak, istemek diyor. Yeni fikirleri yeni ürünlere yeni sistem çözümlerine ihtiyaç vardır. Düşük işçilik ücretlerine dayanarak yarışı kazanamayız diyorlar. Ancak yeni yaratıcılıkla kazanabiliriz. 2015 yılında siyasi partilerimizin seçim platformuna ne getirdiklerini hatırlıyorum. Asgari ücret 1300 lira mı 1500 mü olacak? Victorya dönemindeki gibi. Bugün Türkiye’yi yöneten zihniyet iktidar hep birinci sanayi dönemi İngiltere’sine işaret ederek davranıyor. Viktorya dönemi. Maden kazasında bunu açık söylediler. Verdiği örnek ucuz emek demek. Eğer biz gelecekten bakacaksak Almanya’ya bakmalıyız. Bu yarışı bilim ve teknoloji tabanlı kazanabiliriz.

Eğitim ve Araştırma bakanlığı kurdular. Bu stratejiyi yürütmek için eğitim şart dediler. Yüksek stratejiyi yürütecek yani geleceğin Almanya’sını. Bilmiyorlar 4+4+4+4 yöntemini! Yani Victorya dönemi; herkes kiliseye gitsin camiye gitsin böylece büyük kitleyi kontrol altına alsın. Bilim diye bir derdi yok bu anlayışın.

Almanlar hedef 2020 koymuş. Eylem planı ortaya çıkarmış. 10 proje var. En önemlisi siber fizik. Gerçek dünyayla sanal dünyanın birleştirileceği bir dünya kurmak. Almanya klasik sanayi üretiminde bir numara. Şimdi siber sistemlerin bilgi hazinesiyle birleştirecekler. Ama bunu yüksek nitelikli insanlarla birleştirebilirler. Yeni sanayi devrimi böyle oluşur. Her şeyin dijital olduğu, nesnelerin bile birbirleriyle konuşabildiği son dakika değişikliğiyle düzenlenebilir bir üretim içinde olduğu toplum. Yeni insan bunlara hakim olan, mutlaka yaratıcı olan, yüksek akla yepyeni yaşama biçimine sahip. Görüldüğü gibi ücretlerde değil yaşama biçiminde esneklik getiren yeni bir dünyayı yaşamak üzereyiz.

 

PROF. DR. HAYRİ KOZANOĞLU (Dünya ve Türkiye’deki gelişmeler: Küresel ekonomide yeni güç dengeleri ve sanayileşme): 10 Ekim katliamını yaşayınca sanayileşmenin filan ne önemi var diye düşünüyor olabilirsiniz; haklıdır ama bizim için umutsuzluk söz konusu değil. Kaybettiğimiz arkadaşlar için bu çok önemli. Kapitalizm 2007’den beri gelen krizi atlatamamış durumda. Bu insanların direk hayatına da yansıyor. Kapitalizmin ideolojik hegemonyasını yitirdiği zamana giriyoruz. Biz bunu diyoruz hep ama bunu Ali Koç da diyor. Emperyalizm iki boyutuyla, neoliberalizm, savaş ve işgal politikalarıyla da varlığını hissettiriyor. Önümüzdeki dönemde şirketlerin borçları çok artıyor. 4 trilyon dolardan 18 trilyon dolara çıkıyor. En çok Almanya, AB ortası cari açık veren bölge haleni geldi. İmalat sanayilerinin pazarlaması gittikçe daralıyor. Bu da yeni bir krize aday…

Dünyada sanayileşmeye dayanmayan hiçbir kalkınma öyküsü yok. 1. Sanayi devrimi de böyledir en son Güney Kore örneği de böyledir. Kaldı ki imalat sanayinde verimliliğin düşmesi araştırma geliştirmeye en yatkın bilimle bağlantısı en güçlü ihracat kazandırıcı bir sektördür. Hizmet sektörleri, mühendislik de hizmet gösteriliyor bunların hepsi imalat sanayinden beslenir. Dünyada endüstri teknolojik atılımlardan söz ediyor. Tabiî ki biz teknolojinin insanlık için kullanılmasından yanayız. İnsan emeğinin makinalarla yer değiştirilmesi yapay zekânın geliştirilmesi iyidir. Ama ekonomi cephesinden baktığımız zaman şunu bilmemiz gerekiyor. Bir talep unsuru olarak insanların üretim sürecine katılma fırsatı gelişmedikçe işsizlik artar, çok sınırlı kesimler dışındakilerin geliri bozulur. Teknolojinin insan ihtiyaçlarına sunulması bir toplumsal planlamayla olur.

Küresel üretim zincirleri küresel üretimde çok önemli bir pay taşıyor. Sanayinin işgücünün % 78’i güney kaynaklı. Katma değerin ise çok büyük kısmı kuzey ülkelerinde kalıyor. Buluş, yenilikçilik, ARGE hizmetleri önce kuzey ülkelerinde sonra güneye geliyor. Markalaşma orada gerçekleştiriliyor. IPAD’in 35 dolarlık kısmı üretimin yapıldığı Çin’de kalıyor. Bu şekilde diğer ülkelerin kalkınmalarını yapmaları kolay değil. Mecburen neoliberal sistemin bir parçası olmak zorunda. Çin’in ve Hindistan’ın daha önemli duruma gelme durumu var. Çin’de büyük bir emek sömürüsüyle hızlı büyümeyi gerçekleştirdiler. Ulusal kalkınma örneği olarak Çin iyi bir örnek. Bankacılık sistemini denetim altında tutmakla gerçekleştirdiler bunu. Finansın gereksiz yerlere akmasını engellediler. Amerika GSMH’sının 4.6’sını, İngiltere 4.2’sini, Çin de % 1’ini silahlanmaya ayırıyor. Emperyalizmin ekonomik gücü geriledikçe askeri harcamalara ağırlık veriliyor. Ekonomide Çin’in öne çıkmasına imkân tanımıyor.

Batı’da sanayi devrimi sırasında kapitalist modernleşmenin örgütlü sendikalı işçi sınıfıyla gerçekleştiğini görüyoruz. Çin’de bu yok. Bangladeş ve Endonezya imalatta da çok… 2030’dan itibaren Çin ve Hindistan’ın dünyada en önde olacağını gösteriyor. Ancak kişi başına gelirde mesafe kaydedemeyeceğini görüyoruz. Çinin Japonya, Kore arasında çok transpasifik yatırım anlaşması var ve bu ticaretin Amerikalı müttefiklerin tekeline alınması gerekiyor! Çin dünyanın bir numaralı ihracatçısı haline geldi. Emperyalizm sade askeri gücüyle değil ideolojik ve kültürel olarak da var.

 

Yrd. Doç. Dr. ELİF KARAÇİMEN (Türkiye’de finansallaşmanın değişen dinamikleri, şirket ve hanehalkı borçlanması): Finansallaşma süreci başlangıçta Amerikan ekonomisindeki durağanlaşmayla başladı. Muğlak bir kavram olmaya başladı giderek Finans kavramı. Ben finans ve finans dışı kurumların ilişkisi üzerinden konuşacağım. Türkiye’de iki dönemden söz edebiliriz. 1990 ve iki binler. 1980’lerde sanayi yatırımlarının artırılması, ücretlerin baskılanması vardı. 1990’larda kamu açığının giderek açılması nedeniyle açığını bankalardan kapatırken bankalar devlet iç borçlanmaya yatırımla ayakta duruyordu. Sonra yurt dışından getirilen ucuz para… Kamudan özel sektöre kaynak transferi…

Bu süreç 1990’ların sonunda tıkanmaya başladı. Bankalar devlete borç verip geleneksel görevlerinden uzaklaşmışlardı. 2000’lere kadar 1980’de menkulden çok para kazandılar. 2000’den sonra bu baskılandı bu kez yeniden krediye döndüler. Kredi genişlemesi hızla arttı. Bu çok da geleneksel bankacılığa dönmedi. Bankalar tüketicilere yöneldi. Tüketici kredileri ticari kredilerden çok daha fazla arttı. Tüketici kredileri % 25’den %8 e düşmüş durumda. BDDK daralttı taksitleri. Ama bunu yapınca büyümeyi de daraltmış oluyorsunuz. İki gün önce yapılan düzenlemeyle 12 takside çıkıldı yeniden beyaz eşyada. Ücret ve komisyon gelirleri de çok arttı. Hiç ücret almadıkları şeylerden 36 çeşit ücret alıyorlar. 2015’de bu kalem 20’ye düşürüldü. Bankalar böylece hane halklarından kar etmeye başladılar.

Büyük şirketlerin yerel bankalara olan bağımlılığı azaldı. Yurt dışından para bulmaları kolay ve daha ucuz olduğu için. Bankalar şimdi yalnızca mevduat toplamıyor, yurt içinden borçlanıyorlar.

Hane halkı niçin bu kadar krediye asılıyor? Bunu anlamak için tüketici kredisinin kompozisyonuna bakmak lazım. Konut kredileri çok arttı. İnşaata dayalı kalkınma döneminin teşvikin artması nedeniyle. Eskiden lojmanlar konut kooperatifleri vardı. Şimdi ihtiyaç kredisi çıktı. Tüketimin hızla artmasıyla oranlı olarak hane halkı borcuyla kendini gösteriyor. % 71 tüketim harcaması arttı. Gelir artmayıp tüketim harcaması artınca. Kredi kartı borcunun da ihtiyaç kredisiyle artması. İş ve gelir güvencesinin hızla azaldığı bir dönemde kredi kartına yükleniliyor. Ücretlerin geç ödendiği kısa dönemde kredi kartına yükleniyor. Bu kadar borçlu olununca da fazla mesaiye kimse hayır diyemiyor.

Finansallaşma Türkiye’de kredi genişlemesiyle yürüyor. Dış finans kuruluşları, ölçüm kuruşlarında bu durum Türkiye’yi risk altına sokuyor.

 

Prof. Dr. KORKUT BRATAV: Dünya bir emperyalist sistem dünyası. Ekonomik gücü zayıflıyor ama bunu gidermek için yeni bir hegemonya çabası içine giriyor mu? Gücünün sınırlarını belirlemeye çalışan Obama var. Ortadoğu’dan Pasifiğe Asya’ya kaymaya çalışıyor. Ortadoğu’da denetimi sağlayarak; ama bunu başaramıyor. İstediklerini hayata geçirmeye kadir değil. İçinde yaşadığımız kargaşanın nedeni bu. Bu kargaşada başka bir sanayileşme mümkün mü? Türkiye hareket alanı çok daha sınırlı bir ekonomi. Büyümesi daha çok dış kaynak girişine bağlı. Bunun yarattığı sıkıntıdan tam kurtulamıyor. Bunun için neoliberal kuralları sıkı uyguluyor ama sıkıntı çıkıyor. Bu ekonomide toptan tüketimin milli gelire oranı artmıştır. Bu sermaye birikimi artamamıştır demek. İşte sanayileşmenin tıkanmasının nedeni… Ama iki oran kamu ve özel tüketim artıyor. İnsanlarımız gelirlerinin üzerinde tüketme olanağına sahip. İşte AKP yıllarının özelliği bu…

 

Dr. SERDAR ŞAHİNKAYA (Türkiye sanayileşmek mecburiyetindedir):

SUNUMUN TAMAMI İÇİN BU LİNKİ TIKLAYINIZ

Daha 4 yaşında Cumhuriyet. 1927’de sanayi ve nüfus sayımı yapıyor. 13.648 270 nüfus. 65 bin işletme. 256 bin sanayi işkolunda çalışan. Yaratılan katma değer 200 milyon lira.

Cumhuriyet 92 yaşında 77 695 904 nüfusumuz var. İmalat sanayindeki işletme sayısı (TÜİK rakamları) 375 619. İmalat sanayi çalışan sayısı 3 529 277. Yaratılan katma değer 162 milyar lira.

Ama tarımın durumu sanayileşmeden de daha kötü durumda. Domates fabrikalarına Almanlar suları meyve sularını Fransızlar aldı. Hizmetler sektörü almış başını gitmiş. Sanayi enerji madencilik 9.8’den 19.6 ‘ya geliyor ama yakından bakınca 1924’de 8.81’le imalat sanayi başlıyor. 1923’den 2014’e 16.13 ortalama sanayi büyümesi var. 90 yıllık cumhuriyet içinde ancak 16.13. Yani yeniden sanayileşme çabasına girmemiz lazım. 98’denonra dramatik biçimde geriliyoruz.

Gayri Safi Mili Hasılanın Gelişim Serencamı (Prof. Dr. Korkut Boratav’ın dönemlendirmesi esas alınmıştır)

Dönemin Niteliği Kapsanan YıllarGSMH Yıllık Ortalama Büyüme (%)

 

Cumhuriyetin 90 yılı 1923-2013: 4,5.

İlk 25 yıl 1924-1948: 3,8.

Yeniden inşa ve devletçilik 1924-1939: 6,6.

Savaş yılları ve sonrası 1940-1948: 0,0 2.

Öncesi, sonrasıyla DP 1949-1961: 5,9 3.

Karma, müdahaleci ekonomi 1962-1979: 6,5 4.

Neoliberalizmin aşamaları 1980-2013: 4,3.

12 Eylül – ÖZAL Dönemi 1980-1988: 4,9.

Neo Popülizm 1989-1997: 4,3 IMF ve AKP Dönemi 1998-2013 4,1.

 

İstatistiklere bakınca sanayileşmede iki dönemde en yüksek düzeye çıkmışız:

1924-1939 arası 6.6. Devletçilikle yeniden inşa.

1962-1979 dönemi 6.5. Karma ekonomi planlı kalkınma.

İkisi de ayakları Türkiye’ye basan kendi aklımızın stratejisi.

Türkiye ekonomisi dersi veren hocalara gençlere TMMOB’un düzenli olarak yayınladığı ‘Mühendislik Mimarlık Öyküleri’ kitaplarını vermeli.

 

 

İthalat bağımlılığına bakış:

 

İmalat sanayi ithalatı 75-80 bandında. Yerli sanayinin olmadığını gösteriyor bu. 100 birim malı üretmek için 60 ithalat kullanıyorsunuz. Böyle ne sanayi kurabiliriz ne yeni sanayi kurabiliriz.

Kimyasal ve ana metale girecek özel sektörde babayiğit yoktur. Mutlaka kamu el atmalı.

Ülkemizde yaklaşık olarak 35 yıldır sürdürülen insan zayiatı yüksek neoliberal politikalar, uygulandığı diğer ülkelerde olduğu gibi bizi de düşük büyüme batağına saplamış, ekonomiyi sadece rant yaratma kurnazlığından ibaret bir iş haline getirmiş, sanayi sektörünü nerede ise Hong-Kong’un ilk dönemlerindeki antrepo tipi sanayie dönüştürmüş / dönüştürmektedir.

Bu neoliberal tutuculuğun finansal serbestleşme programları, reel sektör tasarruflarını uzun vadeli sabit sermaye oluşumu yerine kısa vadeli spekülatif yatırımlara kanalize olmasının bir aracına dönüştürerek başta sanayi olmak üzere reel sektördeki sermaye birikim modelini değiştirmiş / tahrip etmiştir.

Ve Türk İmalat Sanayiini yüksek oranlı ithalata bağımlı hale getirmiştir.

Bu durumu aşabilmek için…

İyi tasarlanmış Seçici Sanayi Politikaları setinin, iktisadi geleceği olumlu anlamda dönüştürdüğüne dair çok sayıda ülke örneği mevcuttur. Ve bu örneklerin hemen hepsinde devletin niteliği kalkınmacı / gelişmecidir.

Evet, Seçici Sanayi Politikaları (Selective Industrial Policy) ihtiyacı açıktır.

Eğer «Türkiye Sanayileşmek Mecburiyetinde» ise, bu mecburiyet ancak seçici sanayi politikaları ile gerçekleşir.

Başka bir ifade ile, «yeni bir sanayileşme mümkündür».

Seçici Sanayi Politikası, ulusal iktisadi refahı uzun vadede artırma amacıyla belirli sektörleri geliştirmeye öncelik verir.

Bunda başarı olabilmek için:

Başta dış ticaret olmak üzere yeni sübvansiyon ve lisanslar, kredi ve sermaye tahsisleri ve fiyatlar ve yatırımları yönlendirmek gibi çeşitli araçları birlikte kullanabilmek ile mümkündür.

 

Devlet, sanayiin yapısını modernleştirmek ve üretkenliği artırmak için;

-Rasyonel korumacılık

-İhracat ve diğer sübvansiyonlar

-Yönlendirilen krediler (ki bunlar kamu bankalarınca kullandırılacak düşük faizli kredilerdir)

-Ve en önemlisi de Yol Gösterici Yatırım Planlaması (Indicative Investment Planning). Farklı bir ifade ile; açıkça ilan edilen bir plan aracılığıyla devletin yatırımları özendirmek istediği alanları ‘işaret’ ettiği uygulamalardır. Bir anlamda sinyal etkisi. Bu plan, yatırımları devletin belirlediği öncelikli hedeflere yönlenmesini sağlayacaktır.

-Özellikle sanayi sektörü yatırımlarının denetlenmesi ve eşgüdümlü yürütülmesi.

-AR-GE ve Mesleki Eğitime, hem hedef olarak hem de genel destek verilmesi gerekmektedir.

Bunun için de yeni bir «model» e ihtiyaç var.

Böyle bir model, yakın tarihimizdeki 1930’ların müstesna sanayileşme hamlelerinin başlangıç tasarımındadır ve modelin adı Mustafa Şeref Özkan Modelidir. Mustafa Şeref Özkan, Lozan’daki Türk Delegasyonundaki etkili müzakerecilerden, 1930 – 1932 döneminde İktisat Vekili.

Model, iç içe geçmiş iki çarktan ibarettir: Çarklardan birincisi, Devlet Sanayi Ofisi (DSO). 5 Temmuz 1932’de kurulur. Yönetiminde bağımsız, denetiminde İktisat Vekâleti yolu ile TBMM’ye hesap verir. İkinci çark, 11 Temmuz 1932’de kurulan Türkiye Sanayi Kredi Bankası.

Bu model, göreli geri kalmışlık tezinin kuramcısı ve 1960’larda sanayi tipolojileri konusunda yazdıkları ile literatürde halen ciddi ağırlığı olan Rus asıllı Amerikalı iktisatçı Prof. Dr. Alexander GERSCHENKRON’un dört tipolojisinden, “bankalar tarafından kredi ihdası yolu ile sağlanan sınai gelişme” ile de birebir örtüşmektedir.

Evet Mustafa Şeref Özkan Modeli, bir anlamda sanayi ön plana çıkaran, kredi düzenini, fonların kullanımını ve kurumlaşmayı buna göre düzenleyen bir tasarımdır.

Bunun için de, Türkiye’nin kendi ufkunu çizebilen, strateji oluşturabilen, dünya ekonomisinden ve dünyanın örgütlü baskısından neler gelebileceğini kestirmek, esnekliğe sahip olmak ve bir takım kırmızı çizgilerini çizebilmek, toplumun üretici ve yaratıcı güçlerini harekete geçirmek için mutlaka tüm dogmalardan (iktisadi dogmalar da dâhil) arınarak bir anlamda aklın seferberliği olan planlamayı yeniden düşünmeli ve 2016’da yeniden iki çark modelini kurmalıdır.

Çarklardan birincisi, tarihi iyi özümsemiş, dersler çıkarmış, birikimi ile 21. Yüzyılı da kavrayan Devlet Planlama Teşkilatı olmalıdır.

İkinci çark da; kırk yıllık birikimi ile Türkiye Kalkınma Bankası. Zira Banka’nın kuruluşunu düzenleyen 4456 Sayılı Yasanın 3. Maddesinin girişi şöyledir;

«MADDE 3.- Bankanın amacı; Türkiye’nin kalkınması için, anonim şirket statüsündeki teşebbüslere kârlılık ve verimlilik anlayışı içinde kredi vermek, iştirak etmek suretiyle finansman ve işletme desteği sağlamak, yurtiçi ve yurtdışı tasarrufları kalkınmaya dönük yatırımlara yöneltmek, sermaye piyasasının gelişmesine katkıda bulunmak, yurtiçi, yurtdışı ve uluslararası ortak yatırımları finanse etmek ve her türlü kalkınma ve yatırım bankacılığı işlevlerini yapmaktır.

Banka bu amaçları gerçekleştirmek üzere (…)».

 

Bu iki çarklı modelle, meraklar dünyasını, bir büyük malzeme hareketini yani sanayileşmeyi yeniden yaratabilmek, yeniden toplumsallaştırabilmek için, ülkemizde eğitim alanını her düzeyde yeniden inşa etmek vazgeçilmez bir önceliktir.

Evet, ilk hareket noktası eğitim olmalıdır.

2012 yılında üniversitelerimizde boş kalan temel bilim alanları kontenjanları :

Matematik yüzde 51,2;

Kimya yüzde 66,0;

Fizik yüzde 76,0;

Biyoloji yüzde 71,0.

Nasıl? Durum yeterince vahim değil mi? Ama umutsuz olmamak gerekiyor.

Yeri gelmişken Ha Joon Chang’a kulak verelim;

“(…) iktisadi kalkınmada yararlı olan davranış özelliklerinin teşviki için; ideolojik telkinin, iktisadi kalkınmanın önünü açacak; politik önlemlerin ve istenilen kültürel değişimleri hızlandıracak kurumsal değişikliklerin kombinasyonu gerekir. Bu karışımı elde etmek kolay değildir. Fakat bunu bir kere başardığınızda kültür normalde varsayılandan çok daha hızla değiştirilebilir.(..) Kültür değişmez değildir. İktisadi kalkınma, ideolojik ikna ve belirli davranış tarzlarını özendirmek için bunlara eşlik eden politikalar ve kurumlarla takviye edildiğinde değiştirilebilir”.

Toparlayalım…

-Artık Türkiye merkezli, ülke içinde iktisadi bütünleşmeyi sağlayan, adaletli bölüşmeyi amaçlayan bir iktisadi kalkınma perspektifi, çok daha kritik bir önem taşımaktadır. Türkiye’de planlama yeniden bir toplumsal hedef haline dönüştürülmeli, dış dünya ile ilişkilerin ve bu alandaki kontrol mekanizmalarının «yeniden» ve «akıllıca» tasarlanması gerekmektedir.

-Bu tasarımın başlangıcı, Gümrük Birliği Anlaşmasının askıya alınmasına dayanmalıdır. Ayrıca sermaye hareketlerinin sınırsız serbestisi ile planlama çelişeceğinden, sınırlamalar da getirilmesinin kaçınılmaz olduğu unutulmamalıdır.

 

-Sektör planlaması, ithal ikamesi ve selektif korumacılık yeniden tartışılmalı, ciddiye alınmalıdır. Böyle bir perspektifin ana omurgası, başta İstanbul olmak üzere, kentsel rantlara odaklanmayı alıkoyan / imkan vermeyen bir anlayış temelinde, kendilerini yenileme kabiliyeti olan, ileri teknoloji içerikli sektör ve faaliyetler olmalıdır.

-Bununla birlikte «KİT’ ler zarar eder» zırvasının yarattığı kompleksten bir an önce arınmalı ve yeni işletmeci KİT’ler sektörel temelde kurulmalıdır

-Mali Sektörü (başta bankacılık kesimi) reel kesimin emrine koşmanın gerekleri, yeniden tanımlanmalı ve yerine getirilmelidir.

-Kaybedeni seçmek ile sonuçlanan hatalara artık bir son verilmedir.

 

 

Prof. Dr. GAMZE YÜCESAN ÖZDEMİR (Hayal Mühendisleri: Bilişim endüstrisinde iş istihdam ve işsizlik): Çağrı merkezi çalışanları bilişim emekçilerindendir. Bu emek biçiminin dünya üzerine yayılması söz konusudur.

Maden işçileri: Genelde Afrika coğrafyasında demokratik Kongo Cumhuriyetinde inanılmaz etnik savaşlar silahlı güçlerle kölelik altında sıfır teknolojiyle eleklerle toprağın altında bellerine kadar su içinde çalışıp yaşayan insanlar… Çocuklar çalışıyor burada; 9-10 yaşlarında; elimizdeki telefonların metalleri onların emekleri…

Dijital ürün işçileri: Foxconn şirketi 15 fabrikaya sahip Çin’de. 17 kişinin fabrikasında intihar etmesiyle ünlendi. 15 yaşında kırsal emekçiler çok uzun çalışma koşulları toz zerreleri için bembeyaz elbiselerle yüzler maskeler içinde tecrit durumunda, çok düşük ücretlerle lojmanlarda 20-30 kişilik koğuşlarda yatarak çalışıyorlar. Kırsal kesimden gelen işçiler bunlar. Şirketin intiharlar için aldığı tedbirler ara katlara demir ağlar örerek atlayanların intiharını engellemek. Elimizdeki telefonlarda o işçilerin emeği var.

Hindistan ve Türkiye Batıda hazırlanmış yazılımların basit kopyasını yapıyor. Bunca eziyetli süreçlerle okuttuğumuz bilgisayar mühendisi kardeşlerimiz bu yaratıcılıktan özgünlükten yoksun sıkıcı tekrar işi yapıyorlar. Silikon vadisi çalışanları ise esnek çalışan iyi ücret alan insanlar. Yaratıcılığı için serbest bırakılan…

Çağrı merkezi çalışanları günde 150-200 çağrıya yanıt vermek zorundalar.

Facebook’ta zaman geçirirken sizin emeğiniz satılıyor şirketlere. Siz de emek sömürüsü içindesiniz orada bile.

Bilişim endüstrisindeki mühendisleri hayal mühendisleri olarak görebilir miyiz?

Bize alternatif bir toplumu tasarlayabilirler mi; bilişim başlarda sosyalistleri en çok coşturan şey olmuştu.

Toplumsal muhalefet alanında hayal mühendislerinin mücadelesine katkıları başka bir sanayileşme mümkün demeye imkân sunacak.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir Yanıt

  1. Bu seminer notlarinin gösterdigi ve tekrar hatirlattigi en önemli sey, anti-emperyalist mücadelenin yeni sömürge ülkelerde sinif mücadelesi oldugu, olmasi gerektigidir. Yani sosyalizm icin mücadeledir.11

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir