Search
Close this search box.

Türkiye Batı İçin Neden Vazgeçilmez

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türk Dış Politikası: Belirsizlikler Döneminde

Türkiye’yi Kazanmak:Türkiye Batı İçin Neden Vazgeçilmez

                                       Haluk Başçıl

kitap-7_001 kitap-6_001

  1. Belirsizlikler Döneminde: Türk Dış Politikası

RAND Corporation’un 2002 yılında yayınladığı ve F. Stephen Larrabe, Ian o. Lesser’in yazarlığını yaptıkları bir diğer kitap: ‘Türk Dış Politikası: Belirsizlikler Döneminde’ 2004 yılında Türkçeye çevrilir. Kitabın Önsöz’ünde Türkiye’ye yönelik çalışmalara verilen önem vurgulanır.

‘’ Kitap Türkiye ile ilgili konular üzerinde RAND’ın son on yılda yaptığı çalışmaların önemli bir bölümünü kapsamakta ve bunları daha da ileriye götürerek güncelleştirmektedir. … Birleşik Devletlere 2001 yılında düzenlenen 11 Eylül terörist saldırısının ve ufukta beliren Irak çatışmasının ortaya koyduğu yeni meseleler de buna dâhil edilmiştir. … Türkiye, ülkenin güvenlik ve dış politikalarının yönünü ve ölçeğini belirleyecek devasa politik ekonomik ve sosyal baskılarla karşı karşıyadır. Simdi Türkiye’nin önünde, daha fazla küreselleşerek, … Batı ile daha yakın bir bütünleşme içine girmekten ve tek yanlı bölgesel politikalar izleyerek daha içe dönük ve daha ulusalcı olmaya kadar uzanan çok çeşitli olanaklar bulunmaktadır.’’[1]

Kitabın niçin yazıldığını yazarlar şu şekilde açıklıyorlar:

‘’… son yıllarda Türkiye’nin milletlerarası rolünü ve ilişkilerini belirleyen geleneksel paradigmaların pek çoğu artık geçerli bulunmamaktadır. Türkiye’nin iç ve dış politikaları önemli bir evrim içine girmiştir. Aynı zamanda Türkiye’nin jeopolitik çevresi de değişmekte, yeni fırsatlar olduğu kadar yeni tehlike ve zaaflar yaratmaktadır. Bu yüzden Türkiye’nin güvenlik ve dış politikalarını yeniden ele almak hem gereklidir hem de zamanı gelmiştir.’’[2]

Kitap’ta RAND’ın Türkiye ile ilgili önceki çalışmaları daha geniş bir çerçevede ele alınır.

‘Kitap Türkiye ile ilgili konular üzerinde RAND’ın son on yılda yaptığı çalışmaların önemli bir bölümünü kapsamakta ve bunları daha da ileriye götürerek güncelleştirmektedir.’

Kitapta yer alan yazılar daha çok ‘Türk politikalarının değişme gösterdiği kilit alanlar üzerinde yoğunlaşmakta ve bu değişimin etkilerinin incelenme’ sine yöneliktir. Kitapta,

  • Türkiye ekonomisi ve bunun iç politikadaki değişimdeki rolü, dış politikadaki etkileri,
  • AB’nin Helsinki belgesinin Türkiye’ye etkileri ve Türkiye-Avrupa ilişkisi,
  • Türkiye’nin Yunanistan ve Balkanlarla ilişkisi,
  • Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkaslarla ilişkisi bunların iç politikaya yansımaları,
  • Türkiye’nin Orta Doğu’daki konumu ve İran, Irak ve Suriye ile olan ilişkilerindeki değişimi,
  • Türkiye-ABD ilişkileri,

üzerinde durulur.

Türkiye’nin iç ve dış politikaları önemli bir evrim içine girdiği, değişen jeopolitik çevresinin yeni tehlikeler ve yeni fırsatlar da yarattığı, dolayısıyla da Türkiye’nin güvenlik ve dış politikalarını yeniden ele almanın hem gerekli olduğu hem de bunun zamanın geldiğini söylenerek bazı sorulara cevap aranır:

  • Ekonomik bir krizin yol açacağı iç değişimlerin Türkiye’nin güvenlik ve dış politikası üzerine olası etkileri,
  • Türk politikalarının değişim gösterdiği kilit alanlar ve bu değişimlerin etkileri,
  • Türkiye AB ilişkileri ve dahili (AB’nin istediği) reformların anlamı,
  • Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkaslarla ilişkisi, bu ilişkilerin Rusya ve İran’a etkileri, boru hattı ve enerji politikalarının bölge ülkelerine etkileri ve de tüm bunların iç politikaya yansımaları,
  • Türkiye’nin Orta Doğu ile ilişkileri, Suriye-İran ile olan ilişkilerinin ne yönde ilerleyeceği,
  • Türkiye-ABD ilişkileri ve bölge ülkelerinde, iç politikada ortaya çıkacak gelişmelerin bu ilişkiye etkileri,
  • Türkiye’nin Batı ile olan ilişkileri, ülkedeki iç siyasi gelişmelerin buna etkileri, politik yaklaşımdaki farklılıkların yumuşaması ya da sertleşmesi, Türkiye’nin dış politikaları iç güçler tarafından ne ölçüde yürütülebileceği’’[3]

Kitabın teşekkür kısmında iki Türkiyelinin adı geçer: Bülent Ali Rıza ve Sabri Sayarı

 

  1. Türkiye’yi Kazanmak: Türkiye Batı için neden vazgeçilmez

Avrupa ve Avrasya İşlerinden, Avrupa ve Avrasya’daki 50 ülkeden, NATO’dan, Avrupa Birliği organizasyonundan, Avrupa İşbirliği ve Güvenliği Teşkilatı’ndan (AGİT) sorumlu Devlet eski Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapan dış politika uzman Philip H. “Phil” Gordon Beyaz Saray’a için bir rapor hazırlar.

Bu rapor 2008 Ekiminde ‘Winning Turkey-How America, Europe, and Turkey can Revive a Fading Partnership’ orginal adıyla The Brookings Institution tarafında Washington’da yayınlanır. Amerika’da yayınlandıktan beş ay sonra Timaş Yayıncılık tarafından Türkçeye çevrilerek  ‘Türkiye’yi Kazanmak: Türkiye Batı için neden vazgeçilmez’ başlığı ile 2009’da basılır ‘Türkiye’yi Kazanmak’ adıyla ülkemizde de yayınlanır.

Beyaz Saray’daki Ulusal Güvenlik ekibinin Ortadoğu- Körfez Bölgesi-Kuzey Afrika bölgesinden sorumlu üyesi ve Başkan Obama’nın özel yardımcısı olarak çalışmaktadır. Yakın zamanda, Beyaz Saray’ da Obama’nın başkanlık ettiği, ‘ İŞID operasyonuna’ yönelik politikaların belirlendiği çalışma grubunda yer aldı. Dolayısıyla bu raporda yer alan düşüncelerin ‘kitaplaştırılmış’ hali ABD yönetiminin Orta-Doğu’daki günümüz politikalarına ışık tutma özelliği de içermektedir. Bu nedenle kitapta yer alan başlıkları biraz daha geniş ele almak, ABD ve Türkiye’nin günümüz dış politikasını daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.

Kitabın Türkçe ön sözünü, Brookings Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü ve Ulusal Savunma Üniversitesi’nde (U.S. National War College) öğretim üyesi, aynı zamanda Sabah Gazetesi yazarı Ömer Taşpınar, Son Söz’ü de Soli Özel yazar.  Raporun oluşumu sürecinde yardımda teşekkür yazısı yer alır.

‘‘Yazarlar, bu çalışmanın temelini oluşturan araştırmaya sağladığı, birkaç Türkiye seyahatini de kapsayan cömert destek için Brookings Enstitüsüne müteşekkirdir. Ayrıca (Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Politika Planlama Bölümü’nde Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, Irak ve istihbarat alanlarında çalışan) Henri Barkey, Cengiz Çandar, Allison Hart, Michael Leigh,( Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve gazeteci yazar) Soli Özel, (1997-2000 yılları arasında ABD’nin Türkiye Büyükelçisi) Mark Parris, Carlos Pascual ve Jeremy Shapiro’ya çalışmanın ilk taslakları üzerine yaptıkları yorumlardan ötürü teşekkür ederler.’’ (parantez içindeki bilgiler y.a.)

Philip H. Gordon ‘Giriş’ yazınına bir senaryo betimleyerek başlar.

‘‘Elli yılı aşkın bir süre boyunca Türkiye Cumhuriyeti sağlam bir Amerikan müttefiki ve Ortadoğu’da önemli bir ortak olmuştur. Fakat geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde kararlılıkla Batı ile arasına mesafe koymuştur. Birkaç yıl önce Türk ordusu, gizli bir kökten İslamcı gündemi teşvik etmek ve Türkiye’nin milli çıkarlarına ihanet etmekle suçladığı İslamcı eğilimli seçilmiş hükümeti devirmiştir. Birleşik Devletler ve Avrupa’nın yaptırımlarına karşılık yeni askeri rejim hiddetle daha bağımsız bir dış politika izleyeceğini ilan etmiştir. Avrupa Birliği’ne katılım başvurusunu geri çekmiş, NATO üyeliğini askıya almış ve Birleşik Devletler’in Irak’a malzeme ulaştırmak üzere askeri üslerini kullanmasını yasaklamıştır. Rusya, Çin ve İran ile diplomatik, ekonomik ve enerji ilişkilerini geliştirmiş ve Kürtlere karşı faaliyet göstermek üzere Türk kuvvetlerini Kuzey Irak’a göndermiştir. Birleşik Devletler nasıl olur da bu kadar önemli bir Amerikan müttefiki ile ilişkilerimizin bu hale gelmesine izin verebilir? ’’ [4]

Böylesi bir senaryonun gerçek hale gelmemesi için Türkiye’nin hiçbir şekilde kaybedilmemesi gerektiği vurgulanır ve kaybedilme olasılıklarına dikkat çeker. ABD yönetimine müttefiki Türkiye’yi kaybetmemesi için izlenmesi gereken iç ve dış siyasete ilişkin yaklaşımlar sunar.

Philip Gordon,  ülkenin iki önemi iç dinamiği, Kürtlerin ve İslamcıların etkin konuma ulaşmasının, toplumun diğer kesimlerinde ABD’ye yönelik güçlü bir antipati yarattığına dikkat çeker. Daha önce Kemalist kesimler Batı yanlısı, İslami kesimler ise anti Batıcı iken günümüzde bu durumun değiştiğini, İslami kesimlerin Batı ile birlikte davrandığını, Kemalistlerin de anti Batıcı bir noktaya doğru evirildiğini belirtir. Bunun da gelecekte yaratabileceği sorunlara değinir. Kitapta Kemalizm, radikal laiklik, asimilasyoncu milliyetçilik hedef tahtasına konur ve ABD için gelecekteki risk kaynakları olarak tarif edilir.

Philip Gordon, 1991’den sonra, Birinci Körfez Savaşı ve sonrasında Çekiç Güç sorunlarına girmeksizin Türkiye ile ABD’nin önemli anlaşmazlıklara düştüklerini, zor dönemlerin yaşandığını ve birbirlerine güvensizlik duyduklarını söyler. Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşabileceğine dikkat çeker ve bunun önlenmesi gerektiğini belirtir.

‘‘Türkiye “kayıp” değildir, fakat son dönemdeki gidişat tersine çevrilmez ve Türklere geleceklerinin teminatının Batı dünyasının bir parçası olmakta yattığına seksen yıldan uzun bir zamandır yaptıkları gibi inanmaları için bir sebep verilmezse, Türkiye “kayıp” olabilir. Türkiye’nin Batı’ya ve demokrasiye yönelimi nasıl korunabilir? Birleşik Devletler ve Avrupa, Türkiye ile aralarında giderek büyüyen yabancılaşmayı aşmak için ne yapabilir?’’ [5]

Bu duruma ilişkin önerilerini beş başlık altında toplar:

  •    Türkiye ile Kürtler Arasında Büyük bir Pazarlığın Teşvik Edilmesi,
  •    Türkiye’de Liberalizm ve Demokrasinin Desteklenmesi,
  • Türkiye’nin AB üyeliği Taahhüdünün Yenilenmesi,
  • Ermenistan ile Tarihi Uzlaşmanın Desteklenmesi,
  • Kıbrıs’ta Siyasi bir Çözümün Teşvik Edilmesi’ dir.

 

Türkiye ile Kürtler Arasında Büyük bir Pazarlığın Teşvik Edilmesi 

Türkiye’nin istikrarını ve Batı’ya itimadını en fazla Kürt sorununun tehdit ettiğini söyler. Amerika’nın PKK’ya karşı Irak’ta askeri müdahalede bulunmamasını ve Türkiye’nin Irak’taki PKK üslerine yönelik askeri harekâtlarına karşı çıkmasını, ‘Türkiye üzerindeki Batı büyüsünü’ ’ bozan sebeplerin başında geldiğini söyler. ABD’nin Türkiye’nin itimadını kazanması için öneri getirir:

‘‘Amerikalıların Türk menfaatlerini dikkate almadığı algısını asgariye indirmek için atabileceği bazı adımlar vardır. En kritik tedbirler içerisinde PKK’ya karşı sınırlı bir Türk askeri harekâtına daha büyük Amerikan desteği; Iraklı Kürtler üzerinde Amerikan nüfuzunun kullanılması; Türkiye’deki Kürtlerin politik ve kültürel haklarının desteklenmesi ve Türkiye ile Kuzey Iraklı Kürtler arasında teşvik edilecek iki tarafa da faydalı bir “büyük pazarlık” bulunmaktadır.’’ [6]

Ayrıca Amerikan yönetimini Türkiye ile Iraklı Kürt liderlerin karşılıklı menfaatlerine dayalı ‘büyük pazarlık’ oluşturmalarına katkıda bulunmaya çağırır.

‘… büyük pazarlığın zemini aslında kilit unsurların çıkarlarının birbirine uygun olmasıdır. Iraklı Kürtler Türkiye’den yatırım, ticaret ve enerji alanında işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. Büyük pazarlık taraftarlarından olan Henri Barkey’e göre Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren 1.200 Türk şirketi 2 milyar $’lık iş hacmi yaratmıştır, bu meblağ Kürt Bölgesel Hükümeti’nin önümüzdeki üç yıl içerisinde dağıtması muhtemel 15 milyar $’lık anlaşmalardan Türk şirketlerinin daha büyük bir pay alması halinde önemli bir biçimde artabilir.’ [7]

Türkiye’de Liberalizm ve Demokrasinin Desteklenmesi

Türkiye’de ortaya çıkacak ‘laik-anti laik’ sert siyasi kutuplaşmalarda ABD’nin belli bir tarafı tutmak yerine demokratik olarak seçilmiş, bireysel özgürlükler ve hukukun üstünlüğüne saygı gösteren her hükümetle işbirliği yapacağını açıkça belirtmesinin doğru olacağını söyler.

‘Birleşik Devletler’in, Türkiye’nin Batı’ya demir atmasına yardımcı olmak için yapabileceği en iyi şey kararlı bir şekilde Türkiye’deki demokrasi ve liberalizmin yanında yer almaktır.’ [8]

Bu görevi ABD ve AB’nin birlikte götürmesinin çeşitli örneklerini verir. 27 Nisan ‘e- muhtırası’ nı takip eden günlerde ABD açık tavır almamasını ‘Biz taraf tutmayız’ açıklamasını doğru bulmaz. AB’nin doğrudan karşı çıkışına: ‘Türk silahlı kuvvetlerinin demokratik laikleşme ve demokratik değerlere saygı gösterip göstermediğinin anlaşılabilmesi için açık bir test’ olduğunu sözlerinin yanında yer alır. ABD gidişatı gördükten sonra Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’ın ‘seçim sonuçlarına ve Anayasal düzene saygı gösterilmesi’ gerektiğini açıklamasını gecikmiş bir ABD görüşü olarak değerlendirir.

Benzer gelişmenin AKP’nin kapatılması sürecinde de yaşandığı vurgular. AB’nin bu süreçte ‘AKP’nin kapatılmasının Türkiye’nin AB ile müzakerelerini riske atacağını’ açıklamasına ABD’nin ‘Türklerin karar vereceği mesele’ ifadesiyle geçiştirmesini de doğru bulmaz.

Gordon, ABD’nin laik kesimler, ordu, bürokrasi vb. çevrelerin AKP’ye yönelik girişimlerine karşı AKP’ye destek olması gerektiğini söyler:

‘İslamcı tehdidin abartılmaması ya da AKP’nin önceki İslamcı gruplarla karıştırılmaması da önemlidir.

AKP deneyimi bir yana, Türkiye’de demokrasinin bir İslam devleti sonucunu doğurmayacağına inanmak için başka sebepler de mevcuttur. Birincisi, Kemalizm den de eski ve kökleşmiş bir laik devlet geleneğidir. … İkincisi; hoşgörülü, liberal demokrasinin radikal İslam’ın en iyi panzehiri olduğu savunulabilir.’’ [9]

Türkiye’nin AB üyeliği Taahhüdünün Yenilenmesi

Gordon, AB’nin Türkiye’ye yönelik olumsuz tavrını eleştirir. Bunun politik sonuçlarından duyduğu kaygılarını dile getirir.

‘Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin tam üyeliğini asla kabul etmeyeceğine dair giderek büyüyen izlenim zararlı bir etki doğurmaktadır. Bu izlenim Türkleri Batı’ya karşı güvensizliğe itmiş … AB’ye alternatif olarak başka küresel ortaklıklar arayışına girmesi gerektiği algısına sebebiyet vermiştir.

AB üyeliğinin teşvik gücü, hem Türkiye hem de Batı’nın çıkarma olan büyük siyasi, sosyal, hukuki ve diplomatik reformları getirmiştir. Bu reformlar benzersiz bir ekonomik büyüme, daha hür bir toplum, güçlü Türk demokrasisi ve Kıbrıs gibi çetin dış politika meselelerinde daha büyük esnekliğin sağlanmasına katkıda bulunmuştur.’ [10]

Yıllarca Türkiye’ye AB’ne katılma şartlarına sahip olduğunu söyledikten sonra ne yaparsa yapsın tam üyeliğin olmayacağını söylemenin ‘felaket’ olacağına dikkat çeker. AB liderlerine, Türkiye’nin etki alanından uzaklaşmaması için ‘nihai hedefin tüm kriterler yerine getirildiğinde tam üyelik olduğunu tekrarlamaktır’ hatırlatmasında bulunur. ‘AB’nin üyelik sözünün havada kalması, sürecin hiç başlamamış olmasına kıyasla çok daha kötü sonuçlar doğurur’ diye seslenir. (koyulaştırmalar y.a.)

Ermenistan ile Tarihi Uzlaşmanın Desteklenmesi 

Gordon, Avrupa ve ABD’nin Ermeni yönelik soy kırımını tanıma girişimlerinin Türkiye ile Ermenistan uzlaşmasını olumsuz etkilediğini ve Türk milliyetçiliğini de arttırdığına dikkat çeker.

‘Meseleyi pratik olarak ele alırsak, yabancıların bu meselede Türkiye’nin pes etmesi için bastırmalarının Türkiye’nin öngörülebileceği üzere olumsuz tepkisi yüzünden Batı ya maliyeti, kesinlikle sağlanabilecek her türlü kazançtan büyüktür.’ [11]

Batı’nın böylesi girişimler yerine Türkiye’yi Ermenistan Cumhuriyeti ile ilişkilerini düzeltmesi için sıkıştırmasının daha doğru olacağını söyler.

‘Bu tarihsel olaylara ışık tutmak için kendi harekete geçen ve özgür tartışmaya izin veren bir Türkiye, üye olarak Batı’da hoş karşılanacak, Ermenistan ve Ermeni diasporası ile uzlaşma şansı daha yüksek olacak, Türkiye’nin AB’ye girme şansını artıracak ve aşırılık yanlısı Ermenilerin Türkiye’yi yalnızlaştırma çabalarını boşa çıkaracaktır.’ [12]

Gordon, sorunun her iki toplumda da var olan psikolojik boyutuna dikkat çeker. Uzlaşı için Türk Hükümeti’nin yapıcı ve yaratıcı adımlar atmasına ihtiyaç olduğunu söyler. Bazı önerilerde bulunur:

Ermenistan’a, yaşanan trajediyi anan ve karşı tarafın duygularının paylaşıldığını ifade eden bir Cumhurbaşkanlığı mektubu biçiminde uzatılacak bir zeytin dalı Ankara ve Ermenistan’ın başkenti Erivan arasındaki ilişkilere insani bir boyut katacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin uygulanan zulmü tanıdığı, bu trajik dönemden ötürü üzüntü duyduğu ve iki tarafın da çektiği acı ve can kayıplarını esefle andığını ifade eden bir beyanat yayınlamalıdır.[13]

Son olarak Türkiye ve Ermenistan öğrenci ve gazeteci değişim programları konusunda işbirliği yapmalıdır. Bir Ermeni ve Türk üniversitesinde ortaklaşa ‘Hrant Dink’ kürsülerinin kurulması böyle bir diyaloğun başlatılıp sürdürülmesi için anlamlı bir yöntem olabilir’ [14]

Kıbrıs’ta Siyasi bir Çözümün Teşvik Edilmesi

P.H. Gordon kitabında, Avrupa’nın ve ABD’nin, Kıbrıs sorununda Türkiye’ye ve Kuzey Kıbrıs’a adaletsiz davrandığını, her türlü siyasi çözüm çabalarının Kıbrıslı Rumlar tarafından karşılıksız bırakılmasına rağmen Kıbrıslı Rumları ödüllendirecek şekilde hareket ettikleri algısının Türkiye’de tepkiye yol açtığını söyler. Türkiye’nin Batı’ya yabancılaşmasında bunun da katkısı olduğunu belirtir. Kıbrıslı Rumların BM’in Annan planını reddetmelerine rağmen yine de AB üyeliği ile ödüllendirilirken Türklerin eline bir şey geçmediğini vurgular.

ABD’nin ve AB’nin adada çözüm çabalarını yine de yoğunlaştırması gerektiğini söyler ve sorunun çözümüne ilişkin bir takım önerilerde bulunur:

‘Bir çözüme ulaşılabilmesi adına Türkiye – Birleşik Devletler ve Avrupa’nın da teşvikiyle – bir anlaşmaya varılması kararlılığını göstermek için iyi niyet jestleri gerçekleştirmeye hazır olmalıdır. Mesela Kuzey Kıbrıs’ta konuşlandırılmış yaklaşık 40.000 askerin büyük kısmının tek taraflı olarak geri çağrılması Türkiyeli ve Kıbrıslı Türklerin güvenliğine bir risk teşkil etmez fakat Kıbrıs Rumlarının güvensizlik hissinin hafifletilmesine ve Türkiye’nin değişime hazır olduğunun gösterilmesine yardımcı olur.

Ankara aynı zamanda AB’ye katılım sürecinde oluşan çıkmazı; limanlarını, AB, Kuzey Kıbrıs’la doğrudan ticaret yasağını eş zamanlı olarak kaldırmasa dahi Kıbrıs Rum bandıralı gemilere açarak aşmayı denemelidir. Hâlihazırda bu, Erdoğan için pazarlığa kapalı bir önkoşuldur. Kıbrıs Rum gemilerinin Türk limanlarına girmesine izin vermek, ki prensipte bu AB ile gümrük birliğinin Ek Protokolü’ne göre zaten kabul edilmiştir, hiçbir şekilde Güney Kıbrıs Rum yönetiminin tanınması anlamına gelmeyecek, Türk ekonomisine faydalı olacak, Türkiye’nin AB yolundaki önemli bir engelini ortadan kaldıracak ve Türkiye’ye AB’deki müttefikleri nezdinde puan kazandıracak; aynı zamanda Kıbrıs Rumları üzerinde benzer bir jest ile karşılık vermeleri noktasında baskı oluşturacaktır.’ [15]

ABD ve AB’nin müzakereleri desteklemek için bu tür jest taleplerinin karşılık görmeyebileceğini belirtir. ABD yönetiminin Kıbrıslı Türklerin tecridini hafifletme vaatlerini yerine getirme doğrultusunda daha çaba harcaması gerektiğini söyler. AB – ABD’nin bazı adımlar atmasına yönelik öneriler getirir:

‘AB, Kuzey Kıbrıs’a tahsis ettiği fonların harcanması için harekete geçebilir, Lefkoşa’ya Kuzey Kıbrıs ile doğrudan ticarete izin vermesi için baskı yapabilir, Avrupa’daki spor ve kültür olaylarını Kıbrıslı Türklerin katılımına açabilir ve üye ülkeler ile Kıbrıslı Türk yetkililer arasında diplomatik temasları genişletebilir ve tüm bunları yapmalıdır. [16]

Birleşik Devletler, … bankacılık, tarım ve turizm sektörlerindeki işletmelere tahsis ettiği (halihazırda 30 milyon $ civarındaki) ekonomik yardımı artırmalı; Kuzey Kıbrıs ile kongre ve Özel sektör arasındaki münasebetlerin genişletilmesini teşvik etmeli ve Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı’nın 2005’ten beri Kıbrıslı Türklerin başkanı ile gerçekleştirdiği periyodik görüşmeleri normalleştirmelidir.

Birleşik Devletler, Kuzey Kıbrıs’ı bağımsız bir devlet olarak tanımamalıdır. Fakat Kuzey Kıbrıs’ı tecrit etmek niyetindeki Kıbrıs Rumlarına da adanın yeniden birleşmesi umutlan azaldıkça diğer devletlerin Kuzey Kıbrıs’ı tanımasının gerçekleşebileceğini, adadaki fiili taksim ve Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile bütünleşmesinin süreceğini ve güvensizliğin baskın çıkacağını – bunun da ilgili tüm tarafların zararına olacağını – hatırlatmalıdır.

Böyle adımlar Türklere Batı’da halen dostları bulunduğunu gösterecek ve aynı zamanda Kıbrıs Rumlarını, cazip seçenek olma özelliğini sürdüren siyasi çözümün müzakere edileceği görüşme masasına dönmeye ikna etmeye yardımcı olacaktır.’ [17]

 

Devam edecek…

Gelecek yazı: 15 Aralık 2014

RAND Corporation’un iki yayını: ‘Kuşatılanlar: İslam ve Batı’nın Jeopolitiği’ ve ‘Türkiye ve Atatürk’ün Mirası’

 

[1]Türk Dış Politikası Belirsizlikler Döneminde, F. Stephen Larrabe, Ian o. Lesser,Ötüken Neşriyat AŞ. 2004, s 11-12

[2] Türk Dış Politikası Belirsizlikler Döneminde, F. Stephen Larrabe, Ian o. Lesser,Ötüken Neşriyat AŞ. 2004, s 29

[3] Türk Dış Politikası Belirsizlikler Döneminde, F. Stephen Larrabe, Ian o. Lesser,Ötüken Neşriyat AŞ. 2004, s 30-31

[4] Türkiye’yi Kazanmak: Türkiye Batı için neden vazgeçilmez, Philip H. Gordon & Ömer Taşpınar, Timaş Yayınları, 2009, s 19

[5] Age, s 111

[6] Age, s 112

[7] Age, s 118

[8] Age, s 120

[9] Age, s 123

[10] Age, s 127

[11] Age, s 134

[12] Age, s 132

[13] Age, s 136

[14] Age, s 136

[15] Age, s 139

[16] Age, s 140

[17] Age, s 141

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir