Search
Close this search box.

Ülkede Neler Oluyor, Neler Yapılıyor?- Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

 “Kemalist Devlet Yıkılacak Elbet(!)” diyerek yola çıkanların istediği olmuş,

anti-emperyalist, bağımsızlıkçı, laik, devrimci, milli cumhuriyet çökmüş; “İnkârcı, imhacı, asimilasyoncu, tek millet, tek dil, tek bayrak” diye suçlanan devlet devletlikten çıkmış, meclisi tarikat işgaline uğramış, yargısı üç maymunu oynamaya başlamış, ordusu kumpasla komutansız bırakılmış, dincisi, ayrılıkçısı, neoliberal solcusu sarmaş dolaş olmuş, “oh vesayetten kurtulduk” diye bayram yapıyor, istediklerini yapacaklarına inanarak kanatlanmış uçuyor, cumhuriyetin cenaze namazını kılmak için camiye koşuyor.  

İktidarın seçilmiş atanmış cüdamları, işbirlikçisi bürokratları, hacısı, hocası,  tarikatçısı, imamlaşmış paşası cami avlusuna doluşmuş, laik cumhuriyetin cenaze namazını kılarken, ansızın bir şey oldu, bayrağını, flamasını, pankartını eline alan,  milli devrimci Mustafa Kemal ile devrim şehitlerinin posterlerini taşıyan apolitik sanılan gençlik, alanlara indi,  “her şeyin farkındayım, değerlerime ve yaşam alanlarıma dokunmayın” dedi, başta Gezi Parkı olmak üzere tüm kentlerin parklarına, meydanlarına, caddelerine el koydu, kamplarını kurdu; cumhuriyeti korumaya ant içmiş polisin, jandarmanın, yargıcın, milletvekilinin, bakanın, valinin, kaymakamın cumhuriyetin cenaze namazına katıldığını görünce de daha biz ölmedik diyerek avazı çıktığı kadar haykırdı: “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”, “Cumhuriyeti Yaşatacağız”, “Türkiye Laiktir Laik Kalacak”, “Hükümet İstifa”.  

Alanlara inenler, gece gündüz uyumadı, “Her yer Taksim, Her Yer Direniş” diyerek toplumu ayağa kaldırdı, “Bu daha başlangıç” uyarısında bulunarak zalimlerin yüreğine korkuyu saldı!  

Tafrasından geçilmeyen, cumhuriyetin polisini kendi polisi, adliyesini kendi adliyesi yapan, Kasımpaşalı lakabıyla anılan, bir dediği bir dediğini tutmayan, “camide içki içiyorlar”, “bir kadının üzerine işediler” gibi gerçek olmayan sözleri kürsülerde, meydanlarda, televizyon kanalarında kükreyip yineleyen, “Bu işin arkasında iç, dış mihraklar var” dedi, destanlar yazması için polisine “emir verdiğini” söyledi.  Kaskıyla, kalkanıyla, copuyla, silahıyla, TOMA’sıyla harekete geçen polis, silahsız,  saldırısız toplantı ve gösteri hakkını kullanmaya kalkan halka plastik mermi sıktı, gaz bombası yağdırdı, dar sokaklarda eylemci avına çıktı, onlarca yurtseveri öldürdü, yüzlercesini yaraladı, binlercesini gözaltına alıp dayaktan geçirdi,  tutuklanmalarını sağladı.      

İktidarın başı, bindirilmiş kıtalarının katılımıyla alternatif mitingler yaptı, karşılama ve uğurlama törenleri düzenledi, “yıkılmadım ayaktayım” nutukları attı.  Halkın günlerdir elinde tuttuğu kent meydanlarını boşaltıp normal yaşantısına döndüğü bir sırada, “kötülük eden belasını bulur” sav sözünü doğrulatırcasına, iktidarın  “hizmet ehli” ortağı cemaat ile arası açıldı, birbirine düştüler; “devleti sen değil ben yöneteceğim” diyerek kayıkçı kavgasına tutuştular. Kavgada her yol serbest olunca, gizli sırlar ortaya saçıldı, cumhuriyet tarihin en büyük hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet olayı patlayıverdi.  Yurtseverlerin yıllardır dile getirdiği, “Bunların işi kendilerine han, hamam yapmak, halka din iman satmak” sözü doğrulandı; kamu malını yağmaladıkları, kamu bankası eliyle rüşvet topladıkları,  bakanından milletvekiline, memurundan hizmetçisine, çocuğundan bacanağına kadar rüşvet trafiği oluşturdukları ortaya çıktı.

Dinci siyasi iktidarın, din, iman, Kuran diye “Tüyü bitmemiş yetimin” rızkına el koyduğunun anlaşılması, “ne istediler de yapmadık” dediği ABD’de mukim “Hizmet Ehli” Hoca Efendi’nin  “Ocaklarına ateşler düşsün, evleri barkları yansın, çocukları ölsün” diye ellerini açıp beddualar ettiği i internete düştü,  14 ay önce başlatıldığı anlaşılan yolsuzluk soruşturması ayakkabı kutularında gizlenen dolarlara, avrolara, liralara ulaştı, birden çok para sayma makinesi bulundu, rüşvet alımı izleme, dinleme, fotoğraflama ve kamera çekimiyle belgelendi,  dinci iktidarın suç kanıtı oldu.    

Yolsuzluğu bulaşan bakanların istifa etmesi, çocuklarının tutuklanması, ipin ucunun siyasi iktidarın başına ve oğluna kadar uzanması, iktidarın iktidar gücünü şuursuzca kullanması, devlet organları arasındaki uyumu bozdu, soruşturmayı sürdüren savcılar, kararlar alan hâkimler görevden uzaklaştırıldı. Polis, yargı kararını, savcı talimatını dinlemedi, iktidara göre tavır belirlemek için bekledi. İktidar, yüksek hâkim ve savcılar kurulunun yürütmeye bağlanılmak için yasa önerileri hazırladı, başvekilin aranan oğlu makam aracında saklandı,  yolsuzluğun, hırsızlığın üstünü örtmek için her yolun mubah sayılması,  “devlet içinde paralel devlet var, komplo kuruluyor(!)” iddiası , “inine gireriz” efelenmesi,  sonun başlangıcı gibi gelmiyor mu?  

Çok söylerimde kimse pek önemsemez:  “Türkiye’de yağlı mermer üzerinde yağlı güreş” yapılır. Yer yağlı, güreşçilerde. Kimin ne zaman alta düşeceği, kimin ne zaman üste çıkacağı hiç belli olmaz! En umulmadık anda birde bakarsın  “g.. altına” gidivermişsin!  Sanki öyle bir şey oluyor!  Gerçi başvekilin  “k… kılı” olanlar var, ama bu yeter mi bilinmez!  Bakar mısınız, “yetmez ama evetçiler” bile çark etti, referandumda, seçimde verdikleri oyu geri isteyenler var!  Bunlara iyi günler baylar bayanlar, geçmiş olsun demekten başka bir şey demek gelmiyor insanın aklına!  Soruyorum, verilen şey geri alınır mı?  Verirken aklın neredeydi demezler mi insana, tabii ki insanlık kalmışsa!  

Şimdi ortada karşılıklı pusularla süren iktidar mücadelesi, halka karşı açılmış bir savaş var. Bir yanda, emperyalizmle iş tutmuş, halkın dini duygularını istismar ederek cemiyetler meclisini cemaatler meclisine dönüştürmüş, ülkenin varını yoğunu özelleştirme adı altında yok pahasına yabancıya satmış, dini, ırki, kültür farklılıklarını ileri sürerek halkı inanç ve etnik yapısıyla bölmüş,   “görüşen şerefsizdir” dediği PKK ile gizli pazarlık yapmış,  şike çatışmazlıktan yararlanarak seçimler kazanmış, hukuku hiçe sayarak çadır mahkemeleri kurmuş,  ülkenin bir bölümünde devleti askıya almış, eğitimi dinselleştirmiş, evrim teorisini ders kitaplarından çıkarmış, bilimi yadsımış, üniversiteleri “yaratılış teorisinin” tutsağı yapmış, bilimci değil molla yetiştirmeyi iş edinmiş, türbanı devlet ve kamu kurumuna sokarak dini istismar etmiş, komşuların içişlerine karışarak kanlı bıçaklı olmuş, şeriatçı örgütlere silah yardımı yaparak masumların kanına girmiş, andı okullardan, milli bayramları kutlamalardan kaldırmış gerici bir iktidar ile ortağı cemaat ve de cumhuriyet karşıtı çevreler var;  bu yanda ülkenin bağımsızlığını, halkın birliğini, ülkenin bütünlüğünü savunan, bilimsel ve laik eğitimden, üniversite özerkliği ve hukukun üstünlüğünden yana olan, kamu yararı ile emeği esas alan,  ülkenin yer altı ve yer üstü değerlerine sahip çıkan, “ülkede barış dünyada barış” diyerek komşularına insani elini uzatan,  bilimsel, laik, demokratik, sosyal, devrimci cumhuriyeti yaşatmaya azmetmiş çevreler var.

Sorunu tam kavrayabilmek bazı hususları hatırlamak gerek:

Birincisi,  millet olmadan devlet olmaz; millet, ırk değil, ırkların ayrılmaz bir karışımıdır.  

İkincisi, milli devrim tamamlanmadan sosyalist devrime geçilemez; milli devrim sosyalist devrimin karşıtı değil, öncüsüdür.  

Üçüncüsü, tanrıyla kul arasına girilmemeli. İnsanların inançlarına karışılmamalı; devlet ve toplum düzeni ilahi yaslara göre değil beşeri yasalara göre kurulur ve yönetilir.  

Dördüncüsü, bilimde, eğitimde, ekonomik, sosyal hayatta esas olan “evrim teorisidir”.  Evrim teorisi, özgür araştırmadır, incelemedir, buluştur. Evrim teorisinin karşıtı “Yaratılış Teorisi” ise, bir  “ön kabul”dür.  “Her şey tanrıdandır!” denildi mi an akan sular durur, bilimsel araştırma, inceleme biter, kadercilik hızlanır; teknoloji üreten değil her şeyi tüketen bir toplum oluşur, felakete dörtnala koşar.

Beşincisi, bilimi, teknolojiyi yadsıyan, ciddiye almayan milletler, gelişmiş milletlerin kölesi,  mal ve teknoloji sattığı pazarı olur.    

Halk ile diktatörün, ilerici ile gericinin mücadelesi sürmektedir; umarım sandıkla gelen sandıkla gider de millet rahat nefes alır, çatışma, gerilim, şiddet durur.  Sandıkla gelenin sandıkla gitmemesi, ya da gitmemek için her yolu mubah sayması,  kimseyi mutlu etmez, kimseye hayırda getirmez.  Toplumlar, uzun süre baskılara, dayatmalara, hırsızlık ve yolsuzluklara katlanamaz ve de aldatılamaz.

İktidara sandıkla gelenin sandıkla gitmesi temel kuraldır; ancak sandıkla gelenlerin gitmemek için gayrimeşru yollara sapması, halkı tetikler, direnme hakkını meşru kılar, direniş, darbe, ihtilal çağrışımları kulaktan kulağa yayılır, ülkeye de topluma da yazık olur.

Bilinen en meşru yol, hükümetin vakit geçirmeden istifa etmesi,  erken seçim kararı alıp sandığa gitmesi, adil, dürüst bir seçimle iktidarı meşru bir iktidara devretmesidir. Bundan başka bir çözüm yolu yoktur.
 
Adını anımsamadığım bir düşünür, “Matematik bilmeyen toplumlar, demokrasiyi anlayamaz, kavrayamaz!” demişti. Gerçekten hesap bilmeyen, “dediğim dedik, çaldığım düdük” diyen, günceli göremeyen,  geleceği okuyamayan, öngörüsü ve tasavvuru olmayan toplumlarda, öncü kadrolar da kısırlaşır, hesap yapamaz, önünü göremez olur.  Komiklik olsun diye laf dolaştıran İbişlerin, toplumun tarihi geçmişini bilmeden, günceli görmeden, geleceğe ilişkin politikalar üretmesi, kitleleri yönlendirmeye kalkması gerçekten komik.  İbişlerin oyununa gelinmeli, tuzağına düşülmemeli!    

Zafer, ayağı yurt toprağına basan, inançsal, etniksel ayrım yapmayan,  birliği kardeşliği öne çıkaran, halkı ve ülkesinin çıkarları için özveriyle çalışan, bilimi esas alan yurtseverlerin, devrimcilerin ve içinden çıktığı halkın olmalıdır, olacaktır!  Bütün çabamız bu amaca dönüktür.

Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir