Ulusalcılık-Saffet Bilen

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

İnsanların toplu yaşama geçmelerinden bu yana, toplumun ihtiyaçları mı yoksa bireyin, tek tek insanların ihtiyaçları mı sorusu hep gündeme gelmiştir. Toplu yaşamın başlamasından bu yana bu soruya verilen cevap genellikle; hep bazı şeylerin insan hayatından daha değerli olduğu yönündedir. Ama bütün insanlık tarihi boyunca son 250 yıllık süreç kadar, insan hayatının hiçe sayıldığı başka bir süreç yaşanmadığı söylenmezse, bu değerlendirme eksik kalır. Aksi söylemlere ve kurulan örgütlere rağmen.

Ulus, bir siyasi ve toplumsal örgütlenme biçimi olarak ortaya çıktığından bu yana, insan hayatının, bireyin değerini sıfırlayan bir rol oynamıştır. Nerede olursa olsun, ister ‘gelişmiş’,ister ‘az gelişmiş’ olsun, ulusun çıkarları söz konusu oldu mu akan sular durmuştur. Ulus, insanlar arasındaki parçalanmanın modernize edilmiş şeklidir. Bu işi de çok iyi yaptığını söyleyebiliriz.

Günümüz uygar dünyasında yaygın kanı, ulusalcılığın dünyanın geri bölgelerinde yaşayan, oraların kana bulanmasına yol açan, modası geçmiş bir ideoloji olduğudur. Ya, bölgesel çatışmaların nedenidir. Ya da ‘gelişmiş’ devletlerin iç huzurunu bozan hareketlenmelerdir.’Gelişmiş’ modern ülkelerde ulusalcılık yoktur, onlarda ki vatanseverliktir. Bu devletler, uluslaşma süreçlerini tamamlamış, farklı uluslardan oluşmuş bir dünyada, kendilerine ait topraklarda yaşamaktadırlar. Bu da tarihsel sürecin kaçınılmaz bir sonucudur. Toplumsal evrimin doğal gelişim seyri içinde böyle olmuştur. Bu gerçeklik de sorgulanamaz. Sıkıntılı bölgelerdeki sorunlarda, sınırların net bir şekilde çizilmesi ile çözülebilir. Dolayısıyla da Ulusalcılık sönümlenir gider.

Oysa gerçek böyle değil. İyi ulusalcılık-kötü ulusalcılık diye bir şey yoktur. Ulusalcılık ulusalcılıktır her şekliyle. Ulus ve ulusalcılık kapitalizmin temel örgütlenme biçimidir. Verili herhangi bir ülkede insanların üst kimliklerini belirleyen, günlük konuşmalarımızı, davranış ve tutumlarımızı yönlendiren bir düşünüş ve dünyayı yorumlama biçimidir. Bu anlamda bir Fransız ya da İngiliz ile Kürt, Türk arasında bir farklılık yoktur. Her biri kendi meramını anlatırken, kendi ulusal çıkarlarından yola çıkar. Temel aynıdır.

Pratikteki işlevi parçalanmadır. Nitekim bu kavram temelli çözüm arayışlarının, merkez ülkelerde farklı, bizim gibi ülkelerde farklı yaşanan pratikleri oldukça fazla ve gereken sonuçları çıkartabileceğimiz yeterliliktedir. Örneğin, Merkez ülkelerde kapitalizmin şafağı ile oluşmuş ulusal birlikler, birbirleri ile hep savaş halinde oldular. Yine yaşaya geldiğimiz bölgesel coğrafyada ki pratik de birleşmeye hizmet etmemiştir. Ulus kavramının Kapitalizm ile gündeme gelmiş bir kavram olması nedeniyle, bu temel üzerinden değerlendirmeyi yapmak gerekir. Kapitalizmin en geniş pazardan yana olan bir sistem olduğu söylenegelir. Bu geniş pazarda 1800’ lü yılların başında mevcuttu bu topraklarda. ABD’den daha geniş bir Pazar alanından söz ediyorum. Üstelik uygarlığa beşiklik yapmış Akdeniz coğrafyasının önemli kısmında. Ama gelişmeler birleşik bir pazarın oluşturulması yönünde olmadı. Her ulusal bileşenin ayrılıp kendi küçük devletini kurma yolunda gelişti her şey. Ortaya çıkan bütün burjuva akımlar bütünsel bir pazar fikriyatında olmadılar. Bunda Batının direk maniplasyonu doğrudan bir rol oynadı. Sonunda imparatorluk ortadan kalktı. Anadolu gibi nispeten küçük bir toprak parçasında en az 4 ulusal topluluğun hak iddiası vardı. Sonunda bildiğimiz gelişmeler yaşandı. Hemen herkesin bildiği bu gelişmeler, bize bir şeyler anlatmalı. Burjuva temelli, kapitalizm temelli bir çözüm bu topraklarda iki yüz yıldır gündemde ve epeyce pratiği de var. Benim buradan çıkardığım sonuç; bu topraklar için, ulusal temelli bir çözümün denenmiş bir çözüm olduğudur. Ve yönlendirici durumdaki ulusun yer değiştirmesi ile farklı bir sonuçta alınamaz. Tekrar denenmesinde bir yarar yok. Yeni bir kavram ve anlayışın ortaya konmasına ihtiyaç var.

Günümüze gelirsek; Verili bir ortamda, ilkesel olarak Emperyalizm koşullarında ezilen bir ulusun haklarını alması mücadelesine destek vermek gerekir. Bir Fransız kadar, Bir İngiliz kadar, bir Türk kadar, bir Kürt’ünde bu hakka sahip olduğu savunulmalıdır. Onlarda uluslar dünyasında kendi renkleri ile yerlerini almalıdır. Bu konuda ne yapacakları tamamen kendi bilecekleri bir şeydir.

Bu nokta da, ülkedeki siyasi ortamın önemli bir bileşeni olan KÖH ve ulusal sorunun gelişimi ile ilgilide birkaç söz söylemek gerekir. Tartışmaların bu kadar yaygın, karmaşık ve çoğunlukla içinden çıkılmaz halde oluşunun sorumlularından biri, KÖH’ün ilk ortaya çıkış stratejisinin 90’lı yılların başlarında çıkmaza girişidir. Diğer önemli bir etken olarak, kendi işini ve görevini yapmak yerine hareketli bir güç olan KÖH’e dahil olmayı seçen, Geleneksel Solun önder kadrolarını da saymak mutlaka gereklidir. Solun bilindiği gibi ayaklarını bastığı zemin emeği ile çalışan sınıflardır, proletaryadır. Ve amaç Sosyalizmdir. Burada konudan biraz ayrılmak pahasına Ülke solunun aşamalı devrim stratejisi ile malul olduğunu, ulusal birliğin, başka deyişle kapitalizmin inşasını zorunlu gören, demokratik bir aşamaya zaten inandığını söylemek gerekir. Ulusalcılıkta bir şekilde ilerici yan bulma zaten düşünsel sistemlerinde vardır. Son eğilim, bunun ezilen ulusun başarısı ile geleceği yönündedir.

KÖH’ün dayandığı stratejinin çıkmaza girişinin nedeni konusunda kısaca birkaç söz söylemek gerekirse; Ulusal mücadelenin doruğu devlet örgütlenmesidir. ABD’ nin bölgeye doğrudan müdahalesi ve sonucunda Devlet oluşturma insiyatifini Barzani’ye vermesi, bu stratejinin temelsiz kalması anlamına geldi. Bastığı ve geliştiği zemin ve stratejinin sarsılması ve kayması anlamına gelen bu gelişme, Birkaç seçenekle karşı karşıya bıraktı KÖH’ü. Barzani ile herhangi bir ilişkinin kurulması ve buna uygun bir konumlanma tercih edilen bir seçenek olmadı. Bu seçeneklerden biri de, bağımsız bir devlet oluşumundan vazgeçip, Türkiye egemen sınıfları ile yürütülecek, zaman zaman sert, zaman zaman da görüşme yoluyla yürütülen ve toplumsal statünün değiştirilmesi temelli bir strateji idi. Bu benimsendi ve bugüne gelindi. Görüşmelerin yürütüldüğü egemen merkezdeki değişiklik, dalgalanmaları arttıran bir etken oldu. Daha önceki stratejinin netliği hareketin radikal ve homojenliğini de beraberinde getiriyordu. Bugün birbirine zıt farklı görüntülerin ve söylemlerin ortaya çıkmasının nedeni bence budur. KÖH’ün yarın ne yapacağı net kestirilemeyen bir konumda oluşu çözümün nasıl ve kiminle olacağının, sürecin nasıl gelişeceğinin belirsizliğini de getiriyor. Ulusal zeminde mücadele yürüten bir hareketlilik için bunlar anlaşılabilir. Bütün bu sayılanlar, bir ulusal hareketliliğin ne yapacağına kendisinin karar vermesini savunmayı engellememelidir.

Ama ezeni ezileni olmayan bir toplum düşünün savunucuları için bundan ötesi yok kanımca. Ben, İnsanlar arasındaki parçalanmışlığa son veren, insanların kendi kaderlerini kendilerinin tayin edecekleri bir dünya istiyorum.
Bunun somut anlamı günümüz koşullarında kapitalizmin yıkılması, emperyalist zincirden kopulmasıdır. Bunun yolu da öncesinde düşünsel olarak parçalayandan uzaklaşmaktır. Sonrasında ise, birleşebilecek bütün güçlerin birleştirilebilmesi için çabadır. Mevcut sistemin dışladığı ezilen ulusun mücadelesi de bu söylediğim güçlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Eşitlik ve özgürlük bu stratejinin olmazsa olmaz temelidir.

Son olarak; Ulus ve kimlik kavramını aşan bir ufuk başarı için şarttır. Sol bakış açısını, adı ne olursa olsun ulus kavramının ve düşünsel temelinin üstüne çıkarmak zorundadır.

 

Saffet Bilen

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

3 Responses

  1. Saffet beyin diğer yazılarını da okuyorum. Tad vermemişti. Ama bu yazı hepten karmakarışık. Kapitalizmin ilk dönemlerinden birden bugüne atlıyor. Emperyalist çağ var kocaman Saffet bey… O “Merkez ülke” deyip bir türlü emperyalist ülkeler diyemediğiniz uluslaşmasını tamamlamış ülkeler de artık aralarında savaşmıyor; bir kamp, blok durumunda dünyanın diğer tarafına karşı. Emperyalizmi ancak ulus temelinde sağlam biçimde örgütlenmiş yapılar berhava edebilir. Devletsiz, kimliksiz paçavralar içinde Lübnanlaştırılmış, Afganistanlaştırılmış, Iraklaştırılmış uluslaşamamış, parçalanmış ülkelerle değil sosyalizme bin yıl daha emperyalizmin pençesi altında köleler palikaryalar olarak kalırsınız… sizin kafa buraya gider amenna…

  2. “Burjuva temelli, kapitalizm temelli bir çözüm bu topraklarda iki yüz yıldır gündemde ve epeyce pratiği de var. Benim buradan çıkardığım sonuç; bu topraklar için, ulusal temelli bir çözümün denenmiş bir çözüm olduğudur. Ve yönlendirici durumdaki ulusun yer değiştirmesi ile farklı bir sonuçta alınamaz. Tekrar denenmesinde bir yarar yok. Yeni bir kavram ve anlayışın ortaya konmasına ihtiyaç var.”

    Yazıya anlam veremedim. Osmanlı İmparatorluğunun dağıldığı dönemde, bu topraklardaki insanlar ölüm kalım savaşları verdiler. Yani sadece Burjuva Demokratik Devrimleri olmadı, kapitalizme geçişi zorlayan burjuva hareketleri yoktu. Emperyalizmin olduğu çağda Ezilen Uluslarin mücadelesi, kapitalizm döneminden daha farklı olur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir