Yaklaşan Felaket ve Sağ- M. Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Kısa-orta vadeli güç dengelerinde kritik bir dizi faktör henüz netleşmiş değil…

Ama sürekli izlenmesi gerekir

 

YAKLAŞAN FELAKET VE SAĞ

Bir önceki yazımızda siyasi ve ekonomik krizlerin yoğunlaşma eğiliminden ve bunun karşısında henüz bir alternatif oluşturamayan Türk solunun kısa vadede etkili bir siyasi güç kazanma olasılığının olmadığından söz etmiş ve solun etkili hale dönüşmesinin bazı ön koşullarına değinmiştik. Solcuların kısa vadede başarısız kalacakları açık, orta vadedeki başarıları ise henüz meçhuldür ama hiç değilse uzun vadede mücadelenin gereklerini yerine getirmeleri gerekir, çünkü solu güçlü olmayan bir ülkede bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin ilerlemesi mümkün değildir. Öte yandan güçlü ve emperyalizmin yönlendirmesine karşı sıkı refleks sahibi bir sol dahi bu mücadelenin başarıyla sona erdirilmesini tek başına garanti etmez. Bununla birlikte bir ön koşuldur.

Bir sol akımın, kısmen dahi etkili olması siyasi yelpazenin tüm segmentlerinde yer alan partileri etkiler. Örneğin, solun (yani ciddi bir solun) eleştirisinden mahrum bir CHP’nin batıya teslim olması kolaylaşmış ve bu parti mevcut tasfiyeci politikaların payandası haline gelmiştir. Bu partinin yönetimindeki bazı kişilerin –ki para ilişkileri konusunda da ciddi iddialar vardır- tasfiyecilere karşı çıkanları engellediği, hatta tecrit ettiği bilinmektedir. Bu durum, örneğin seçimlerde sandık sonuçlarının il ve ilçe bazında kontrolünün parti merkezinden engellenmesinden tutun da, hükümetin hiçbir politikasına alternatif getirilmemesine kadar her alanda görülmektedir. Cumhuriyeti kuran partinin şimdi bunun tasfiye projesini desteklemesi gerçekten son derece acıdır. Bununla birlikte, CHP içerisinde yer alan bağımsızlık ve demokrasi yanlısı unsurların güç kazanması için maddi temeller mevcuttur. Sorun, onların partilerini saran çemberleri kıracak iradeyi gösterip gösteremeyecekleridir, çünkü CHP, mevcut hali nedeniyle değil (bu hal emperyalizmin istediği sonuçtur) fakat muhalif potansiyeli dolayısıyla emperyalizmin en sıkı denetlediği partidir. Ama CHP’nin prangaları sadece demirden ve dolardan oluşturulmamıştır. Ortada dolarlar vardır gerçi, ama bu parti de sağdaki ve soldaki diğer oluşumlar gibi, esas itibariyle dünyayı saran yeni muhafazakarlık dalgasının ideolojik etkisi altındadır. AKP ile CHP’nin (özellikle de şimdiki yönetiminin) arasındaki fark, İngiltere’deki muhafazakarlar ve işçi partisi arasındaki farktan pek de fazla değildir.

Türkiye’de milliyetçi akımları kontrole almak ve kullanmak için Soğuk Savaş yıllarında batılı istihbarat servisleri tarafından oluşturulmuş olan CKMP’den çıkma MHP’nin tabanı ise bir başka huzursuzluk içerisindedir. Çok zaman önce oyuna getirilmiş olduğunu anlayanların sayısında ciddi bir artış vardır ancak, bunların siyasi refleksleri on yıllardır tek yanlı yönlendirmelerle köreltilmiş olduğu için zihinlerini yeni koşullara göre pek odaklamış gibi görünmüyorlar. Siyasi refleksler belli zihin yapıları gerektirir. MHP yönetimi şimdilik ayda yılda bir gösterdiği tepkilerle tasfiyeci politikalara bu cenahtan gelebilecek muhalefeti engellemeyi başarmaktadır. Kaldı ki yerleşmiş siyasi gelenekleri itibariyle bu tabanın tasfiyecileri korkutması pek mümkün değildir. Büyük parçayı her zaman kontrol edebileceklerini hesaplarlar. Edemeyecekleri kesimin tepkisinin nereye varacağı ise kısa-orta vadeli bilinmeyenler arasındadır. Soğuk Savaş’ın yerleştirdiği zihin yapısının değişmesi kolay değildir. Şunu kaydetmek gerekir ki, Soğuk Savaş’ın zihin yapısının değişmesi sol için de büyük bir sorun olmayı sürdürmektedir. Ama bir kısım eski solcuların, sözde sol görünüş altında yeni muhafazakar dalgaya kapılma sürecinin çok daha hızlı olduğunu gördük. Sol şaşkınlık milliyetçi şaşkınlıktan bile daha hızlı gelişti. Bu nedenle daha çok sallandılar. Hala da sallanıyorlar ve çoğunlukla sağa savruluyorlar. Bakalım milliyetçilerin bağımsızlıkçı kanadı nereye savrulacak ve tabii güçlerinin ne olduğunun da ortaya çıkması gerekir. Bir kopuş yaratma kapasiteleri var mı? Sonuçta, sağın emperyalizm tarafından on yıllarca yönlendirilmiş bir kanadından geliyorlar (ama bu zaten genelleşmiş bir olgu değil midir ve sağın hangi kanadı yönlendirilmemiştir?).

AKP tabanı ise bir başka konudur. Diğer gruplarda olduğu gibi, burada da tabanı ikiye ayırmak gerekir. Birincisi parti tabanı, diğeri de oy veren taban. AKP’nin parti tabanını daha sıkı denetleyip yönlendirmek suretiyle seçmen tabanında çalışma yaptığı ve bu konuda diğer partilerden daha sıkı çalıştığı malumdur. Ancak tasfiyeci politikalarının her iki tabanda yarattığı rahatsızlığı gizlemesi mümkün değildir. Bu muhalefet AKP’yi ciddi bir taviz vermeye götürmeyecektir elbette (bu konuda kararlı ve desteklidir) ama politikasının hızını ayarlayacaktır ki bu da bazı sonuçlar yaratabilir. Oy desteğine de yansıması mümkündür, şayet ortaya ciddi alternatifler çıkarsa. Tabii sürecin nasıl gelişeceğini konusunda müneccimlik yapmamalıyız.

Son günlerde gündeme gelen “Milli Merkez” gibi oluşumların gelişmesi ve etkisi de henüz hesaba katılması mümkün olmayan değişkenlerden birisidir. Ancak, bu oluşum tasfiyeciliğe karşı yükselen tepkinin işaretlerinden sadece bir tanesidir. Söz konusu tepkilerin her birisinin nasıl gelişeceğini bugünden kimse bilemez. Ne var ki Türkiye ahalisinin ezici çoğunluğu kendisini sağ alanda görmekte ve ifade etmektedir. Bu nedenle emperyalizmin ve işbirlikçilerinin esas dikkati bu alan üzerindedir. Solu şimdilik önemsemiyorlar. Oy gücü yüzde 0.5’ten yüzde 2.5’e çıkarsa durum biraz değişir. Buna rağmen oydan bağımsız olarak taşıdığı potansiyel itibariyle yakından izlemedikleri sanılmasın. Provokasyon için kullandıkları ufak birkaç grubun yanı sıra, mevcut oluşumların temel işlevinin sol potansiyeli hapsetmek ve önünü kesmek olduğunu değerlendiriyorlar elbette. Sol grupların sübjektif niyetleri bu durumu değiştirmez. Çoğunluğu teslim olmuş bir soldan kimse korkmaz (vaktiyle Avrupa solunun da başına gelmişti). Onlar sol grupları soldan daha iyi tanırlar.

Bu durumda, sol kendini toplayadursun (ki hala yokuş aşağı sürüklenmektedir)… Türkiye sağında izlenmesi gereken durumların bazıları şunlardır:

1. CHP içerisindeki bağımsızlıkçı eğilimlerin teslimiyetçilere karşı ne derecede etkili olabileceklerini bilmiyoruz. Bu tek başına gerçekleşebilecek bir şey değildir. Yani her politikada bir olup, bağımsızlık konusunda ayrılmakla olacak iş olarak görülemez. CHP bütünlüğü olan yeni ve haysiyetli bir politik yaklaşım üretebilecek midir? Şayet bu olanaksızsa, buradaki unsurlar nasıl bir yol izleyecektir?

2. MHP tabanında, on yıllardır aldatıldıklarının farkına varmış olan unsurların, parti yönetiminin oyalama taktiklerini seyretmeye devam edip etmeyecekleri, ya da ülkenin geleceği konusunda alternatif arayışında olanların ne yapacakları. Yani kopuş kapasiteleri var mı?

3. AKP tabanında rant paylaşımına katılarak teslim alınan unsurların tepkilerini dile getirme biçimleri ve tepkilerinin derinliği ve kararlılık derecesi. Bu partide bugüne kadar ara sıra ortaya çıkan tekil kopuşlar ciddi bir etki yaratmadı.

4. Milli Merkez gibi oluşumların tutarlığı, yurtsever unsurları ne ölçüde seferber edebileceği ve yurtsever unsurlarla ilişki kurma biçimleri. Bu tür oluşumlar ciddi tercihlerle karşı karşıya kalınca kararlılıklarını ne ölçüde koruyabilecektir? Tarih kötü örneklerle doludur.

5. Tüm bunların dışında çok sayıda bağımsız yurtseverin tutumu ne olacaktır ve bunları mücadeleye çekecek bir liderlik oluşacak mıdır, nasıl ve ne zaman?

6. Çok farklı etnik kökenleri canlandırıp belli beklentiler içerisinde olanların hesaplarını değiştirebilecek gelişmeler de önemli olacaktır. Bunlar ne kazanıp ne yitireceklerini tekrar değerlendirecekler mi? Burada, tabandaki tekil unsurlar ya dalgaya kapılıp liderlerinin peşinde sürüklenecek, ya da kendi tercihlerini yapacaklardır.

Tüm bunlar bilinmezdir ama bilinen bir şey, Türkiye’nin tasfiye planları giderek açığa çıktıkça, emperyalizme karşı direnecek unsurların da artacağıdır. Dolayısıyla siyasi kriz derinleşecektir. Bağımsızlıkçı direnişin lideri olması beklenen kişiler, bu planın başlatıldığı 1980’lerden beri bazen faili meçhul cinayetlere kurban gitmiş, bazen cazip tekliflerle satın alınarak, bazen de davalarla veya farklı komplolarla etkisizleştirilmiştir. Ama bunlar gerici ittifakın yapmış olduğu listelerdeki kurbanlardır ve geleceğin liderleri bu kirli oyunları seyrederek yetişmektedir. Yakın tarihte, farklı ülkelerde, özellikle yabancı işgale ve ülkenin parçalanmasına karşı direnişler hem milliyetçiler hem de solcular tarafından yapılmış, birinden biri ağır basmış ve sol her zaman ulusal bağımsızlıkçı bir özellik taşımıştı. Günümüzde işbirlikçiliği ağır basan bir sözde (ya da sahte) solla, karşı karşıyayız. Bu durum ve gerçek bir solun yükselişi (şayet olursa) sağdan gelecek direnişi de etkileyecektir kuşkusuz. 1960’larda ve 70’lerde Türkiye’de emperyalizme karşı direnişin öncüsü solcular idi. Burada ilginç olan yenilmeleri değil, önemli bir bölümünün işbirlikçiliğe savrulmasıdır.

Bütün bunlar, sadece demokrasi ve bağımsızlık mücadelesini değil, ülkenin uluslaşma sürecini de bozmuştur. Son yıllara kadar demokrasi mücadelesi ve bağımsızlık konusunun iç içe geçmiş olduğunu dile getirirdik. Bundan sonra uluslaşma sürecinin sekteye uğraması ve ne şekilde devam edeceğini de her adımda hesap etmek zorundayız. Uluslaşma sürecinin sekteye uğratılması hem sağı hem de solu bozmuştur. Yeni mevzilenmeler oluşuyor ama bunlar da hemen netleşmeyecek.

M. Tanju Akad

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir