Yaklaşan Felaket ve Sol- M.Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin, dolayısıyla -henüz ana mecrasını dahi bulamamış olan- Türk solunun

önünde duran sayısız sorun arasında bazıları daha bir öne çıkmaktadır. Bu konuları ciddi olarak incelemek ve düşünmek gerekir, çünkü ancak eğitimli ve hazırlıklı zihinler -kısmi de olsa- çözüm üretebilir. Öte yandan vakit hızla akıp geçmektedir. Evet! her nesil kendi önündeki sorunları çözer ve her nesil kendinden sonrakilere çözülmemiş birçok sorun miras bırakır ama bağımsızlık ve demokrasiden yana nesiller giderek artan bir sorunlar yumağını izlemekle yetinmektedir. Kaldı ki dünyada tek başımıza yaşamıyoruz ve sürekli olarak acil tepki vermemiz gereken müdahalelerle karşı karşıya kalıyoruz. Hayat hiçbir dönemde Türk solunun olgunlaşmasını beklemiyor. Hatta, uzun süredir, onun parçalarını denklemin her tarafına dağıtıp duruyor.

Siyasi kümelerin nitelikleri ve güçleri ne olursa olsun, hareket alanları ve çözebilecekleri sorunlar daima sınırlıdır. Hiçbir siyasi hareket önüne çıkan tüm sorunları çözerek ilerleyemez ama başka çözümleri etkileyebilir, ya da belli ölçülerde katkıda bulunabilir. Bu illa da onların yetersizliklerinden kaynaklanmayabilir. En iyi durumda bile sosyal koşulların elverdiği azami sınırlar vardır ve bunları aşmak mümkünsüz ya da (ödenemeyecek bir bedel gerektireceği için) anlamsız olabilir. Ancak koşullar içerisinde yapılabilecek olanlar da küçümsenmemelidir. Bugün yapılabilecek küçük şeyler, ileride büyük şeyleri hazırlayabileceği gibi, bazı şeylerin yapılmaması da yaklaşan felaketleri büyütebilir.

Türkiye’nin dışa bağımlı sağcı yönetimleri her dönemde dış kaynakla hızlı büyüme macerasına girmişler, kaçınılmaz olarak gerilim politikaları üretmişlerdir. Bu ikisi arasındaki bağ adeta kaçınılmazdır. Kısa süre içerisinde kaynak sıkıntısı had safhaya çıkmakta ve bu da geçmişte olduğu gibi “dış müdahaleler” karşısında aşırı tavizci tutumdan başlayarak, günümüzde olduğu gibi içte ve dışta maceralara girmeye kadar uzanan politikalara yol açmaktadır. Krizler adeta onar yıllık aralarla (altmış yılda beş büyük kriz ve altıncısı olgunlaşıyor) derinleşmektedir ve günümüzdeki iktidar da bunun eşiğinde olmanın telaşını yaşamaktadır. Ne var ki, Türk solu bu konuda herhangi bir telaş emaresi göstermemekte, adeta tarihin ve talihin önüne çıkartacağı fırsatları beklemektedir. Öte yandan kamu varlıkları ve halkın gelecekteki yaşam kaynakları büyük bir hızla tasfiye edilmektedir. Ama, mevcut durumuyla sol ancak problemin bir parçası olabilir, çözümün değil. Bu durumun değişmesi için gerekli bazı koşullar vardır.

İRADE ve LİDERLİK

Siyasi mücadelelerde çok farklı yöntemler bir arada kullanılabilir. Bunların topluca, belli bir amaca yönlendirilmesi stratejinin doğru tanımlarından birisidir. Bu amacın iyi belirlenmiş olması, gerçekçi ve eldeki olanaklara göre aşamalarla gerçekleştirilmesi önemlidir. Yani amaç ve araçlar birbirleri üzerinde -karşılıklı- belirleyiciliğe sahiptir. Araçlar amaca uygun şekilde (ve hızda) geliştirilmeli, hedefe giden yolun aşamaları ise her noktada, araçların geliştirilme hızına göre tayin edilmelidir.

Her çeşit mücadelede taraflar kendi amaçları için hasımlarının kararlılığını kırmaya, kendi iradelerini kabul ettirmeye çalışır. Bu süreç bazen yıllar, kimi zaman da on yıllar alır. Daha da uzun süren, nesiller boyu devam eden mücadelelerin birçok örneğini tarihte görebiliriz. Hasım cephenin iradesinin kırılması her zaman kolay olmaz, çoğu zaman uzun bir stratejik ricat döneminde, doğrudan veya dolaylı bir çok yolla yıpratıldıktan sonra stratejik anlamda ilerleme yapılabilir.

Günümüzde temel sorun, bağımsız ve demokratik bir ülkede yaşama iradesinin, nüfusun bunu sağlamaya yetecek bir kesimi tarafından benimsenmesi ve sürdürülmesidir. Bu esas olarak sadece sayıya değil, belki daha büyük oranda bu iradeye sahip olanların kararlılık ve yeteneklerine bağlıdır. Öte yandan gerçekçi çözümleri üretemeyen liderlik iddiaları bu iradeyi çürütecek, dağıtacaktır. Uzun süre gelişme gösteremeyen her şey çürümeye uğrar. Türkiye’de son otuz küsur yılın sol açısından özeti budur. Bu az bir süre değildir. Yoksa bu kadar büyük bölümü emperyalizmin en gerici hizmetkarlarının peşine takılmaz, soldan liberal sağa kaymazdı.

Bağımsız ve demokratik bir ülkede yaşama iradesi kuşkusuz ki her zaman olacaktır. Ancak bu iradeyi temsil ederek güce çevirme iddiasında olanlar bunun gereklerini yerine getirmelidir. Bunu yapacak bilgi, tecrübe ve akıl ile (iradeyi somut olarak ifade edecek olanların) liderlik vasıflarının bir arada bulunmaması halinde iradenin güce dönüşmesi mümkün olmuyor. Bu vasıfları kalıcı şekilde bir arada tutacak olan şey kolektif akıldır ve temel değerlerdir. Ama bakıyorum birçok eski solcu anti-emperyalist mücadeleye karşı kendini kaybedecek ölçüde büyük bir hırsla saldıracak kadar değerlerini yitirmiş buluyor. Sol kolektif aklı tekrar yaratıncaya kadar ağırlıkla seyirci olacak, ara sıra laf yetiştirmeye çalışmanın dışına nadiren çıkabilecektir.

AMACI PAYLAŞMA DUYGUSU

Toplumlar ancak belli bir amacı paylaşma duygusu içerisinde atılım yapabilirler. Bir ülkeyi kurmanın coşkusu, bir işi başarmanın, hatta bu işe başlamış olmanın keyfi ya da yeni bir devrimin heyecanı hiçbir başka şeyde bulunamayacak bir duygu yüksekliği ile birlikte gelir. Ancak bunlar her zaman olumlu ve/veya başarılı şeyler değildir. Örneğin, 1920’lerin İtalya’sında faşist hareket veya 1930’ların İspanya’sında falanjistler ya da Almanya’da Nazi’ler güçlü bir ortak amaç duygusu içinde, dinamik birer toplumsal desteğe sahipti ama sayısız insanlık suçu işlediler. Buna karşı yaygın tabana sahip birçok devrimci ve demokratik hareket de başarısız oldu. En iyi niyetli hareketler bile uzun süreli başarısızlıkların ardından çürüme ve dağılma sürecine girer. SSCB bunun belki de en önemli örneğidir. Bina cepheden sağlam görünür ama kolonlar çürümüştür. Hatalar belli oranlarda projeden, uygulamadan veya sonradan gelen etkilerden kaynaklanabilir ve hemen her zaman bunların sadece bir tanesinden değil, bileşiminden oluşur. Neden söz ettiğimiz de önemlidir. Kervan yolda düzülür ama bina için proje ve kontrol gerekir. Siyasi atılımlar ise beklenmedik durumlara tepki olarak bile gelişse, süreç içerisinde kurumlaşma ve liderlik ister. Bunun için ön koşul ortak bir amacı paylaşma duygusudur. Gerekli koşullar ise epey çoktur ancak hiç birisi tek başına yeterli değildir.

MANEVİ BOŞLUK

Başka ülkeleri bir kenara bırakalım, Türkiye’de sağın taban bulma başarısı önemli bir ölçüde geleneksel yaşam düzeni ortadan kalkmış olan halkın manevi boşluğunu doldurma iddiasında yatar. Evet, Menderes yönetimi devletin kurulma masrafları altında ezilmiş köylüye biraz kaynak aktarmıştı ama genelde emekçiler üzerindeki baskıda en ufak bir hafifleme olmamıştı. Destekleme alımları neo-liberal politikalara uymadığı için Soğuk Savaş sonrasında giderek azaltıldı (her ne kadar tarımını koruyan ABD ve Avrupa’da böylesi azalmalar olmadıysa da). Günümüzde AKP’nin iane tipindeki yardımlarının siyasi sonuçları da yadsınamaz ama emekçiler üzerindeki artan baskıların gözden kaçması da imkansızdır. Buna rağmen gerçekleşen seçim başarılarında, manevi dayanışma unsurlarının rolü üzerinde yeterince durulmuyor. Gerçekten de Cumhuriyet’in başından beri Türkiye yüzölçümünün büyük kısmı yağmaya açılmış, orman ve sulak alanların çiftçiye, kent arazilerinin de gecekondu sahiplerine yağmalatılması ve bazılarının servet sahibi yapılması devam etmiştir.  Ne var ki, daha sağdaki kesimlerin, manevi hayatında boşluğa düşen geniş kitlelere el uzatılması da önemlidir ve bu durum başka şeylerin yanı sıra, diyanet bütçesinin astronomik artışlarla birçok bakanlığın bütçesini katlamasında ve sayısız mahalli faaliyette açıkça görülmektedir. Geleneksel inanç ve dayanışma ortamları dağılan boşluğa düşmüş kitleler, buradan gelen etkilere daha açık hale gelmektedir. 

Solcular, batıdan naklettikleri kavramsal çerçeveleri içerisinde, emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarına odaklandılar ve sendikal hareketler içerisinde de var oldular. Ama, bazı halk ozanlarının gayretlerini kullanma dışında, Anadolu halk kültürü içerisindeki geleneksel muhalif potansiyel üzerinde yeterince durmadıkları gibi, gerek emekçiler, gerekse de ülkenin aydınlık yüzüne dönük diğer kesimlere yönelik etraflı bir kültür programı geliştiremediler, hatta edebiyat cephesinde bile iç ve dış sermayenin desteklediği yazarların yıkıcı-tasfiyeci yapıtlarını itibarsızlaştıramadılar. Tam tersine, nelerin döndüğünü anlayamayan bazıları (ki bunların sonradan liberal kesime kaymaları hiç şaşırtıcı olmadı) “yıkıcı-tasfiyeci sözde edebiyatın” meşrulaştırılmasına hizmet etti. Büyük kesim hala da ediyor, Nazım’ın yurtsever ve anti-emperyalist eserlerini bile yok varsayıyorlar.  1960’larda yükselen sola hitap eden, örneğin bir AST tiyatrosunun muadili de bugün yok. Kültür ve edebiyat cephesi yükselen bir solun öncüleri arasında yer alır, ama daha temel sorun solun insanlara manevi bir tutunma alanı sağlamasıdır. Bu bir yanıyla edebiyat, sanatlar, doğa sevgisi gibi unsurlarla, diğer yanıyla da bilginin ve tarih şuurunun yaygınlaştırılması yoluyla olur. Bunlar olmadan kuru siyasi sloganlar uçup gider. Sesi duyacak, duymakla kalmayıp algılayacak ve değerlendirecek zihinlerin geliştirilmesi gerekir. Sermaye işi şansa bırakmadan bu alanda diyanetten basına kadar muazzam yatırım yapıyor.

DEMOGRAFİK SELİN ALTINDA KALINMASI

Cumhuriyet dünya tarihinde eşi görülmemiş bir nüfus artışına uğradı. Dünyanın hiç bir yerinde yetmiş yılda yedi katına çıkan bir nüfus görülmemiştir. Cumhuriyet hükümetleri bu kitleleri yönetememiş, hatta sola yönelmesinden korktuğu oranda emperyalizmin ve cemaatlerin yönlendirmesine terk etmiştir. İnsanlar ancak ciddi bir kültür birikimiyle belli değerlere sahip olabiliyor. Aksi halde küçük ianeler ve büyük propagandaların kurbanı oluyor. Bunun rasyonellikle de ilgisi yok. Sonuçta insanlar küçük çıkarların peşine takılıyor. Dünyada hala sadaka kültürüyle iş yapılabiliyor ne yazık ki. (İş rasyonelliğe kalırsa, bunun tanımlanması bile çok zordur ve irrasyonel tutumların evrensel yaygınlığı da öne sürülebilir. Çoğu insan soyut bir akıl için binlerce yıldır yoğruldukları hamurdan kolay ayrılamaz.)

SOLUN KENDİSİNİ ANLATMASI

Solun kendisini anlatması için önce kendisini tanıması ve tanımlaması gerekir. Sol sadece bir iktidar sorunu veya emeğin sermaye karşısındaki mücadelesi olarak tanımlanırsa ebediyen çıkmazda kalır. Bugün kitlelerin ezici çoğunluğu için sol bundan ibarettir. Hatta solcuların bir kısmı için bile öyledir. Öte yandan, tüketim kültürünün hakim olduğu bir dünyada, solun yeni bir felsefe geliştirmesinin, daha başka bir ifadeyle, felsefesinden yeni çözümler üretilmesinin zorlukları, başka ülkelerde de anlaşılmıştır. Solun sayısız tonları, başka şeylerin yanında biraz da bunun yansımalarıdır. Ama böyle bir felsefe vardır. Bu, insanlığın onurlu bir hayat kurması için, sonu olmayan ama her aşamada sonuç yaratan ve her alanda sürdürülen bir çabadır. Bunlar kolay anlaşılmayabilir. Örneğin 20. yy’ın sonunda emek güçlerinin sermaye karşısındaki yenilgisi ilk anda göze çarpan bir gelişmedir. Ama biraz yakından bakarsak 20. yy’da sosyalistlerin faşizmin yenilgisi, sömürgeciliğin tasfiyesi ve sosyal devlet anlayışının geliştirilmesindeki payları görülebilir. Gene, 20. yy’da ırkçı görüşlerin mahkum edilmesinde de solun büyük rolü hatırlanmalıdır. Bunlar bitmiş değildir ve emperyalizm içerisinde yeni şekiller almıştır ama bu mücadeleler verilmeseydi çok daha kötü bir dünyada yaşıyor olacaktık. Öte yandan sol iktidarların işledikleri suçları (örneğin Moskova duruşmaları, Ukrayna katliamları, Katyn ormanı, Kızıl Khmer’ler vs.) da görmek ve insanlığın ortak hafızasında tepki yaratmak gerekir.

BAĞIMSIZLIK VE DEMOKRASİ AMACININ ÖNÜNDEKİ ENGELLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bu amacın önünde birçok engel bulunmaktadır.

1. İşbirlikçilerin çokluğu emperyalizmin en önemli gücüdür. Buna bağlı bir başka engel de uluslararası mali sermayeye karşı mücadelenin önüne geçirilmiş olan kimlik sorunlarıdır. Kimlik sorunları daha Soğuk Savaş döneminde tezgahlanmaya başlanmış, Türk-Kürt ve Alevi-Sünni çatışmaları alevlendirilmiş ve bölücü planlar büyük ölçüde başarılı olmuştur. Bunlara karşı muhalefet yaygınlaşmaya ancak yeni başlamaktadır ama irade henüz liderlikten yoksun olarak büyümektedir. Dolayısıyla çözüm yolları da henüz askıda bulunmaktadır.

2. Şaşkınlık. Solcuların büyük bölümü emperyalizm ve gerici-bölücü ittifakından demokrasi bekler hale gelmiştir. Bunu anlatacak kelime bile yok. Kuyrukçulukla demokrasi geleceğine inanan gafiller etrafta cirit atıyor. Burada nutkum tutuluyor. Hiçbir şey söyleyemediğimden değil de, ne söylesem az gelecek diye…

3. Rant ve yağma geleneği. Bu da siyasi gericiliğe muazzam bir destek ve oy tabanı sağlıyor.

4. AKP ve BDP el ele emperyalizmin politikalarını uyguluyorlar. Bu o kadar sorun değil, çünkü ne oldukları belli. Esas sorun ise onları dolaylı ama çok etkili bir şekilde destekleyen MHP ve CHP’den kaynaklanıyor. Her türlü muhalefeti engelliyorlar. Defansta sağlam bir hat kurmuşlar. Adeta muhalefeti yutup yok ediyorlar. Her iki parti de emperyalizm tarafından yeterli ölçüde kontrol ediliyor. Güçlenemiyorlar ama (uzayda ışığı yutan gerçek kara delikler gibi) gerçek muhalefeti zayıf tutacak birer kara delik olarak varlıkları sürüyor.

5. Ülkemizde demokratik kurumsallaşma geleneğinin bulunmaması temiz ve açık siyaseti olanaksız kılmaktadır. Gerçi siyaset hiçbir zaman ve hiçbir ülkede yeterince temiz ve açık  bir şey olmamıştır ama bazı ülkeler bunu belli ölçülerde aşacak kurumsallaşmalar (ya da en azından bu doğrultuda güçlü bir talep) yaratabilmiştir. Ülkemizdeki biat kültürü bu tür bir talebi en sağından en soluna kadar tüm örgütlerde olanaksız kılıyor.

6. Yukarıda değindiğimiz tüm eksiklikler ve geçmiş başarısızlıklar, toplumun bağımsızlık ve demokrasiden yana olan kesimlerinin ortak bir amaç heyecanının yükselmesini engellemektedir.

Siyasi liderlik yeni nesillerin işidir. Bakalım bu işleri başaracak liderleri ne zaman göreceğiz. Koşulların zorlaması önemlidir ama tek başına yeterli olamaz. Yukarıdaki koşullarda hiç değilse kısmi ilerlemeler sağlanmadan da sol çözümün bir parçası olamayacak veya bunu yeterince etkileyemeyecektir.

Sonsöz: Eğer çoktan beri sürekli başarısızlık getiren yaklaşımlar değiştirilmiyorsa, bunun anlamı solculuğu sadece zararsız bir oyun haline getirmek isteyenlerin tutumunda ve biraz daha genel olan değişim korkusunda aranmalıdır. Solcular kendileri değişmedikleri takdirde hiçbir şeyi değiştiremez. Korkunun ecele faydası yok.

M.Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir