Search
Close this search box.

Yaşasın Etnik Kürt Kalkışması Bitti!- Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan yol verdi, MHP lideri Devlet Bahçeli istedi, PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan onayladı; PKK, 5-7 Mayıs arasında 12. Kurultayını topladı, Türkiye’de 40 yıldır süren etnik Kürt kalkışmasını bitirme ve PKK’yi fesih etme kararını açıkladı.

Bu karara, “artık Analar ağlamayacak” diyen halk, önümüz açıldı diyen dinci AKP, ırkçı MHP, zafer kazandık edasındaki ayrılıkçı DEM ve yandaşları sevindi. CHP, itiyatla yaklaştı, “yetki TBMM’nde” dedi. “Dincilerle, ırkçılarla, liberallerle” barış sağlanamaz diyen sosyalist parti ve hareketler uzak durdu, bekle göre girdi.

Milliyetçi İYİP, Zafer, liberal DP ve türevleri tepeden karşı tavır aldı; AKP/MHP/PKK işbirliğini bitireceklerini ilan etti.

Bildiri okundukça, AKP/MHP/PKK işbirliğinin şifreleri çözüldü; Lozan Antlaşmasını ve 1924 Anayasasını hedefe koydukları, büyük bir barış sağladık havasına girdikleri görüldü.

Biz de, “Oh be, nihayet, anlamsız düşük yoğunluklu, ayrılıkçı Kürt hareketinin etnik kalkışması bitti” dedik ve sevindik; ancak ayrılıkçı hareketin ve uzantısı siyasi partinin Türkiye’ye karşı zafer kazandık edasıyla Türkiye’nin tapu senedi Lozan Anlaşması’na ve Türk Cumhuriyeti’ni ilk kez siyasi, idari, hukuki ve fikri yönden tanımlayan 1924 Anayasası’na tavır alınmasını yersiz ve anlamsız, bulduk.

Gerçeğin ortaya konması açısından bazı konulara kısaca değinmekte yarar vardır:

Birincisi, öncelikle bilmek gerekir ki Türk/Kürt ilişkisi Lozan’la başlamış değildir. Tarihsel süreç içersin de Türk boylarının girişimi ile Asya’da, Afrika’da, Avrupa’da kurulan devletlerde ve özellikle Selçuklu, Osmanlı imparatorluğu dönemlerinde yaşanmış, misak-ı milli ile belirlenen topraklar üstünde Türk ulusal kimliğine dâhil olunmuştur.

Emperyalizmin girişimi ile Misak-ı Milli içinde yer alan Balkanlar, Kafkaslar, Irak ve Suriye’deki topraklar Türkiye sınırının dışına çıkmış olsa bile, misak-ı milli sınırları içinde yaşayanlar etnik kimliğine bakılmaksızın Türk ulusal kimliği içindedir.

Bu nedenle ilişkiyi Lozan Antlaşmasına ve 1924 Anayasası’na bağlamak tarihsel olarak yanlıştır, ayrıca Türklerin Kürtleri aldattığını söylemek haksızlıktır.

İkinci olarak, PKK’nin Türkiye Devletine karşı zafer kazandığı savı ve kanısı tam bir hayaldir, aldatmacadır. Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik güçleri, emperyalizm destekli ayrılıkçı örgüte Dünyayı dar etmiş, yöneticileri ve militanlarıyla birlikte sınır dışına sürmüş, kurucu liderini yakalayıp idama mahkûm etmiştir. İkinci lideri itirafçı olmuş, on binlerce militanı cezaevlerine tıkılmış, binlercesi kentlerde, kırlarda, dağlarda kurda kuşa yem olmuş, silah tutamaz, kurşun atamaz hale düşmüşlerdir.

Bu duruma düşen ayrılıkçı bir örgütün, emperyalizmin desteğiyle bile olsa ulus devletin halkını, ordusunu, güvenlik güçlerini yenmesi ve zafer kazanması mümkün değildir. Cumhuriyet karşıtı siyasi iktidarın, küçük hesaplarla ödün vermesi, güvenlik güçlerini yavaşlatması, zaman zaman durdurması, ayrılıkçı örgütü ve yandaşlarını büyüklük kibrine, “biz ne imiş havasına” sokmuştur. Bu hava boş bir havadır, yedi düveli dize getirmiş Türkiye’ye işlemez. Dinci iktidara güvenerek, laik ulus devlete efelik yapılamaz, ulus ve vatan toprağı bölünemez. Bu nedenle üniter ulus devlete, ayrılma, federe devletçik kurma, ayrı resmi dil kullanma olmaz.  Bu nedenle PKK fesih bildirisinde yer alan Lozan Antlaşmasına ve 1924 Anayasası’na yapılan saldırı yersizdir.

Üçüncü olarak, Türklerin Kürtleri aldattığı iddiası da yerinde değildir. Bu iddianın kaynağı, 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Antlaşması ve antlaşmanın 62,63,64’üncü maddeleriyle Türk toprakları üzerinde Kürdistan kurulması, sınırlarının belirlenmesi hadisesidir. Bu anlaşma, I. Dünya Savaşı’nın galibi İtilaf devletleri ile Osman hükümeti arasında imzalanmıştır. Anlaşmaya göre Osmanlı imparatorluğu parçalanır, Anadolu İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar arasında bölüşülür, “Dicle (Irmağının) akış yönü çizgisinin doğusunda kalan bölge Kürdistan olarak belirlenir.

Sevr Antlaşması imzalanmadan önce, Anadolu’da köprülerin altından çok su akar, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a çıkar, 21-22 Haziran 1919’da Amasya Tamimi yayınlanır, 23 Temmuz-4 Ağustos 1919’da Erzurum, 4-11 Eylül 1919’da Sivas kongreleri yapılır, 20-22 Ekim 1919’da Osmanlı hükümeti ile Heyet-i Temsiliye arasında Amasya görüşmesi gerçekleşir, Sivas kongre kararların İstanbul hükümetince benimsenmesi, her türlü ayrılık ve ayrışmanın reddedilmesi kabul edilir, ikisi gizli beş protokol imzalanır.

Erzurum ve Sivas kongreleri kararları Hamidiye Alaylarında görev yapan subay ve askerler ile yaşadıkları bölgelerin Ermenilere verileceğini duyan Kürt aşiretler, ittihatçı Kürt münevverler ve halkçı yurtsever Kürtler destekler. 27 Aralık 1919’da Heyet-i Temsiliye Ankara’ya gelir. 28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusanı Misak-ı Milliyi kabul eder. Meclis-i Mebusan toplantısının İngilizlerce basılması üzerine, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılır. Misak-ı Milli ile belirlenen topraklarda bağımsız milli (ulusal) bir devletin kuruluşunun temeli 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasi ile atılır.

23 Mart-1 Nisan 1921’de I. İnönü, 13 Temmuz-13 Eylül 1921’de II. İnönü; 23 Ağustos-13 Eylül 1921 Sakarya, 26-30 Ağustos 1921’de Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile işgalci dış düşmanı denize dökülür, iç düşmanı ezilir; 3-11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi imzalanır ve savaş durur.

1 Kasım 1922 tarihinde Saltanat ve Osmanlı devleti İstanbul’un işgal edildiği 16 Mart 1920 tarihinden geçerli olmak üzere kaldırır. 20 Kasım 1922-4 Şubat 1923 tarihleri arasında I. Lozan,  23 Nisan- 17 Temmuz 1923 tarihleri arasında II. Lozan konferansları yapılır. Bazı karşı çıkmalara rağmen ağırlıkla Kürt münevverleri, aşiret reisleri, önde gelen kanat önderleri Lozan görüşmelerinde Türk heyetince temsil edildiklerini, çektikleri telgraflarla ve gönderdikleri mektupla komisyona bildirir. Türkiye Devleti, 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması ile dost ve düşmanca kabul edilir.

13 Ekim 1923’te Ankara Başkent olur, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan edilir, 3 Mart 1924 halifelik kaldırılır, Tevhit-i Tedrisat kanunu yürürlüğe konur.  20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen 25 Mayıs’ta yürürlüğe giren Teşkilat-ı Esasi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız, üniter, demokratik, laik, devrimci, çağdaş bir devlet olduğu dünyaya duyurulur.

Görüleceği gibi ne Lozan Antlaşması’nda ne de 1924 Anayasası’nda Kürtlerin kandırılması söz konusu değildir, tersine Türk ulusu içinde sayılmaları söz konusudur. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir.”

Dördüncü olarak, Lozan görüşmeleri, Birinci Dünya Savaşı’nın galip itilaf devletleri temsilcileri ile Türk Kurtuluş Savaşı’nı kazanan muzaffer Türk Ulusunun temsilcileri arasında yapılır.

Konferansa çağrıcı devletleri İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’dır. Bir yanda destekledikleri güçler ve işbirlikçileri yenilmiş İngiltere, Fransa, İtalya gibi emperyalist ülke temsilcileri, karşılarında işgalci dış düşmanı temizlemiş, işbirlikçi iç düşmanı ezmiş Türk ulusunun temsilcileri vardır.

ABD gözlemci, Yunanistan yenik sıfatıyla katılımcı,  boğazlar statüsü için çağrılan, Karadeniz’de kıyısı bulunan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Bulgaristan; Trakya sınırları konuşulurken Yugoslavya ve Romanya, Ticaret ve Yerleşme sözleşmelerine katılmak için çağrılan Belçika, Portekiz var. Bunlar dışında, etnik, dinsel, dilsel konuları tartışacak hiçbir devlet, grup, kesim yoktur.

Komisyonun yürüttüğü Azınlıklar Konferansı başlamadan önce, Anadolu’da Ermeniler için yurt isteyen, Osmanlı Hariciye Nazırlarından Noradukyan Efendi ile Paşalyan efendi İsmet Paşa ile görüşür; çeşitli olayları anlatır, ayrı yurt ister. İsmet Paşa, “… Yeni bir devlet kurduk, Ermenilerle birlikte bir milletin fertleri olarak iyi bir hayat sürmek, ortak vatanı imar ederek ilerlemek düşüncesindeyiz” der; İngilizlerin, Ermeni, Rum ve Kürt konularını ileri sürerek sert tavır almalarını barış istemedikleri sonucuna götürür, görüşmedeki tartışmalar Türklük-Hıristiyanlık temeline oturur. Ermeniler, Kürdistan Teali Cemiyeti üyeleri bazı kişilerin Azınlıklar konferansa katılma isteği, Türk heyetinin karşı çıkmasıyla kabul edilmez. Tartışmalarının temeli, kimin komisyona katılacağında çok Türkiye sınırları içinde yaşayan gayrimüslimler, kapitülasyonlar, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının paylaşımdır.

Türk heyeti,  Misak-ı Milli ile belirlenen Osmanlı’nın bakiyesi topraklarda yaşayan tüm Müslümanların (Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Arnavut vs. kökenli) ayrımsız temsilciliğini yapmış, görüşmelere katılmış, o neden İsmet Paşa “Kürtleri de biz temsil ediyoruz” demiş olmalı.

Türkiye sınırları içinde yaşayacak olan gayrimüslimleri (Rum, Ermeni, Musevi, Bulgar, Süryani vs.) İngiltere, Fransa, İtalya heyetleri temsil etmiştir.

Lozan’da etnik bir tartışma olmamıştır. Ne Müslimlerin ne de gayrimüslimlerin dili, inancı, etnik kökeni tartışma konusu yapılmamıştır.  Türkiye sınırları içindeki Gayrimüslimler azınlık olarak kabul edilmiş, dil gibi, inanç gibi, eğitim gibi bazı konularda ayrıcalık tanınmış; ancak başta Museviler olmak üzere gayrimüslim azınlıklar Türkiye’nin çağdaşlaşma yolunda attığı adımları,  yurttaş temelli hak, hukuk eşitliğini, özgürlüğü ve özellikle çağdaş bir Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiğini görünce, azınlık haklarından feragat ederek Türk yurttaşlarıyla aynı konuma gelerek, ayrılığı ortadan kaldırmıştır.

Böylece, Türk adı, Türkiye Cumhuriyeti’nde bir etnik kimliğin adı değil, bir ulusun adı olmuş; vatandaşlık bağı ile bağlı her kişi Türk yurttaşı sayılmıştır.  O neden bağımsız, üniter, laik cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk denir; Ne mutlu Türküm diyene” demiştir.

Türk ulusal kimliğinden etnik kimlik çıkarmak, emperyalizmin ve emperyalizmin yellemesiyle hareket eden dincilerin ve ayrılıkçıların işidir. Bu nedenle ulus devlet içinde ayrışma yapmak, yurttaş kimliğini boşa çıkarmak boşa bir çabadır, hem ulusu hem de uğraşanları yorar. Nitekim dinciler ve ayrılıkçılar cumhuriyet kurulduğundan beri dincilik ve etnikçilik ayrışması çıkararak ulusu yormuşlar, “kanla ve irfanla kurulmuş” laik cumhuriyetin kahredici yumruğunu yiyerek hem anaları ağlatmışlar hem de emperyalizme kukla olmuşlardır.

1921 Anayasası, Osmanlı Kanun-i Esasi’sinden 1924 Anayasası’na geçişte bir ara düzenlemedir. Yani 1921 Anayasası ne Osmanlı ne de Türkiye Cumhuriyeti anayasasıdır, karmadır, 1924 Anayasası ile kaldırılmıştır. O nedenle 1921 Anayasası’nı temel alarak tartışmak, Türk devrimini anlamamak ya da kabul etmemektir.

AKP/MHP/HÜDAPAR’dan oluşan Cumhur İttifak ile PKK/DEM yeni bir Anayasa istiyorlar. 600 milletvekili olan TBMM’den en az 2/3 (400) milletvekilinin oyu ile Anayasa değişikliği kabul edilirse (Anayasa md.175)  halkoyuna (referanduma)  sunulmasına gerek kalmadan değişiklikler yürürlüğe girecektir, kabuller bu sayının altında kalırsa zorunlu olarak halkoyuna sunulacaktır.  AKP bunu bildiğinden 400 milletvekilin oyunu sağlamak için,  milletvekili transferine hız veriyor, DEM’i yemleyerek engeli aşmaya çalışıyor.

400 milletvekilini bulurlarsa, Anayasa’nın devletin ve cumhuriyetin niteliklerini belirleyen 1, 2, 3 maddesi ile bu maddelerin değiştirilmesinin önerilemeyeceğini düzenleyen 4 maddeyi, bu maddelere bağlantılı eğitim ve öğretim dilini düzenleyen 42 maddeyi, Türk vatandaşlığını düzenleyen 66 maddeyi, cumhurbaşkanının iki dönemden fazla aday olunamayacağını düzenleyen 101 maddeyi, merkez ve yerel yönetimleri düzenleyen 123 maddeyi,  devrim kanunlarını koruyan 174 maddeyi değiştireceklerini düşünüyorlar.

Bu değişiklikler, “kanla ve irfanla” kurulmuş bağımsız, üniter, laik Türkiye Cumhuriyetinin tasfiyesi, dinci, ırkçı, ayrılıkçı bir anayasanın Türk ulusuna yedirilmesidir.

AKP’nin, barışı sağladık, terörü bitirdik, analar ağlamayacak,  “Terörsüz Türkiye” sloganın altında, tahrip edilmiş demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesi yatıyor.

PKK, Türkiye topraklarında silahlı çatışmayı durdurdu; zaten PKK’nın Türkiye topraklarında emperyalizmin desteği ile çatışma sürdürecek hali, mecali kalmamıştı, Türk ordusu ve güvenlik güçleri sınır dışına sürmüştü. Sınır dışında yapılanan KCK, Suriye kolu PYD-PYG, İran kolu PJAK, Irak kolu PÇDK var. Bunlar silah bıraktık, kendimizi dağıtıyor demiyorlar, tersine PKK ayrı biz ayrıyız, kendimizi dağıtmıyoruz diye açıklamalarda bulunuyorlar.

Irkçı, dinci, ayrılıkçı iktidarın, iktidarı destekleyen partilerin Osmanlı tarihinden de haberi yok. Osmanlı eşkıyayı düze indirmek için sürekli af çıkartır, silah teslimi isterdi. Eşkıya da düze iner, çürük çarık silahları zaptiyeye teslim eder, aftan yararlanır, bir süre sonra ekonomik ve sosyal koşullar düzelmediği için yine dağa çıkardı. Bu iş bu kez de öyle olacak, PKK militanları elindeki eski, arızalı silahları teslim ederek barış türküleri söyleyecekleri gibi görünüyor.

Türkiye Cumhuriyetinin laik, demokratik, hukuk devleti, yurttaşların kaynaşmasını ve birleşmesini sağlayan resmi ve eğitim dili, yurttaşlık bağı, üniter yapısı, merkezi ve yerel yönetimler, devrim kanunları tahrip edilerek, cumhurbaşkanın ölene kadar aday olmasının yolu açılarak, Türkiye Cumhuriyeti’nde etniksel, inançsal çekişme ve çatışmanın kaynağı olur, ulusa hayır getirmez.

AKP iktidarı, emperyalizmin gazıyla Anayasa değişikli ve liderinin ömür boyu cumhurbaşkanı seçtirerek 2002 yılından beri işlenen suçlardan, cumhuriyetin birikimlerini yabancıya ve yandaşa satmaktan, ülkenin üniter yapısını, resmi ve eğitim dilini bozmaktan, hırsızlık, yolsuzluk batağına saplanmaktan, halkı soyup soğana çevirmekten dolayı hesap sorulamayacağını düşünüyorsa ki yanılıyordur; bu ülkede “yağlı mermer üzerinde yağlı güreş yapılır, yerde yağlı güreşçiler de”. Üsteyken alta düşmek her zaman mümkün!

Etnik Kürt kalkışması biterse seviniriz; af çıkması yararlı olur, örgütün ağına düşmüş binlerce genç kurtulur, yuvasına döner. İtirazlarımız, kuşkularımız olsa da önyargılı olmayacağız,  bekleyip göreceğiz!…

22.05.2025, Av. Mehdi BEKTAŞ

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir