Yeni Akdeniz …-Kemal Ulusaler

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Küresel arenada belirlenen enerji politikalarının oluşumunda; güvenlik,

coğrafi konum, emperyal algılar, karşı politikalar, teknolojik gelişmeler, iklim değişikliği, siyasi ve ekonomik krizler, bölgesel çatışmalar ve işgaller önemli rol oynar. Çok karmaşık, sürekli değişim gösteren ve zaman zaman güncel ve gelecek politikalar üzerinde hâkim rol oynayan enerjipolitik buz pateni gibi kaygan bir zeminde gerçekleşir. Ancak şu var ki burada estetik yerini şiddet, kan ve gözyaşına bırakmıştır. Zira, mevcut enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurma çabası ve geçiş yollarının güvenliği meselesi ülkelerde iç çatışmalar, darbeler ve hatta açık işgallerle sonuçlanmaktadır.
 
Genellikle enerji kaynakları ve geçiş yolları en önemli alanlar olup bütün kıyamet bu alanlarda kopmaktadır. Bu bölgelerin başında da Ortadoğu ve Kuzey Afrika gelmektedir. Dünya petrol rezervlerinin % 71’i ve doğalgaz rezervlerinin % 40’ı bu bölgededir.

Petrolün % 60’ının deniz yoluyla tüketim noktalarına taşındığı gerçeğinden hareket edecek olursak bölgenin önemli geçiş yollarına sahip olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Dolayısıyla hem kaynak hem de geçiş yolları açısından bu bölgeyi enerjipolitik için kritik bölge olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır.
 
Söz konusu olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika olunca Akdeniz de bir hayli önem kazanmakta. Akdeniz günlük trafiğinin, yaklaşık 4 bin gemi ile bir hayli hareketli olduğu görülmektedir. Bu hareketliliği ile dünya ticaretinin % 17’sine ev sahipliği yapmaktadır.

Dünya fosil yakıtlarının – öncelikle petrolün-  tükenme eğilimine girdiği bir süreç
teyiz. Artık yeni rezervler,  okyanuslar ve deniz yataklarında aranır olmuştur.  Hal böyle olunca da Akdeniz sadece bir geçiş yolu olmaktan çıkıp giderek önemli bir arama noktası olmaya doğru evrilmektedir.  Libya kıyıları ve Mısır Nil Deltası bu bölgelerdendir. Diğer potansiyel bölgeler ise Mora yarımadası, Girit, Rodos ve Fethiye uzantısı ile Suriye, İsrail, Güney Kıbrıs ve Mısır arasında kalan bölgedir. Nitekim bu bölgelerin bir kısmında sondaj faaliyetleri sürerken bir kısmında fiili olarak gaz ve petrol üretimi başlamış bulunmaktadır.

Son günlerde Doğu Akdeniz’deki gelişmeler klasik enerji çatışmalarını da beraberinde gündeme getirmiştir. Suriye ve Mısır’daki gelişmelerde enerji politiğin önemli rolü bulunmaktadır.

İsrail, kuzey sahili açıklarında, Dalit, Tamar ve Leviathan baseni içinde yaptığı arama çalışmalarından olumlu sonuç almış, 2009 ve 2010 yıllarında bu bölgelerdeki bazı doğalgaz sahaları tespit etmiştir.  Tespit edilen toplam rezerv miktarı; 952 milyar metre küp dolayındadır. Bu rezervler ile birlikte İsrail’in doğalgaz potansiyeli 1 trilyon metre küpü geçmiş bulunmaktadır.
 
Diğer yandan Kıbrıs, – İsrail’deki kaynakları tespit eden Noble Enerji ile yaptığı anlaşma ile- 12. Parsel (Afrodit) sahasında gerçekleştirilen sondajlar sonucu 150 milyar metre küp civarında bir gaz rezervi tespit etti. Diğer bölgelerde ise aramalar sürmekte…

Şüphesiz, bir rezerve sahip olmak ekonomik açıdan bu günden yarına hemen getirisi olan bir durum anlamına gelmemektedir. Çıkartılacak olan gazın kabul edilebilir bir fiyatla dünya pazarlarına ulaştırılması da ayrı bir çalışma gerektirmektedir. Son dönemlerde konvansiyonel olmayan (kaya gazı gibi) doğalgazın giderek daha bol miktarda dünya tüketiminde yer almaya başlaması bu gün değilse bile yakın gelecekte fiyatları (bir kartelleşmeye gidilmezse) aşağı çekeceği beklenmektedir. Bu durumda zaten yüksek olan LNG fiyatlarının daha da yukarıda kalacak olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla, zaten off-shore gazın-karasal gaza göre-yüksek üretim maliyetine bir de LNG taşıma maliyeti eklenecektir ki bu da istenen bir durum değildir. Bu durumda boru hattı ile taşımacılık tercih edilir olmaktadır. Doğu Akdeniz doğalgazının en yakın ve en büyük pazar olan Avrupa’ya nakli için boru hattı projeleri şimdiden tartışılmaktadır.

Ürettiği doğalgazın % 70’ini LNG olarak nakleden Mısır ile birlikte İsrail ve Kıbrıs gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması en ekonomik yollardan birini oluşturmaktadır. Bu aynı zamanda Katar ve Irak gazlarının da bu yola dâhil edilmesini beraberinde getirmektedir.

Politik açıdan enerji geçiş yolları çoğu zaman kaynakların da önüne geçebilmektedir. Nitekim Güney İran gazının alternatif bir hat olan Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırılması girişimi bu gün Suriye’de yaşananların nedenlerinden biridir.

Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden nakli gerek İsrail, gerekse Kıbrıs için mevcut politik durumda pek çok sorun içermektedir. Türkiye’deki AKP iktidarı bu sorunların başında gelmektedir. Yeni Osmanlı anlayışı temelinde uygulanmak istenen dış politika ile Erdoğan AKP’si istenmeyen bir unsurdur. ABD, AB ve bölge ülkelerinin büyük bir kısmına göre, Suriye’deki gelişmelerde kendine biçtiği rolün ötesinde Mısır’da Mursi ile girdiği ilişkiler ve bu ilişkiler çerçevesinde Mursi’nin devrilmeden önceki eylemlerinden Erdoğan AKP’si de sorumlu tutulmaktadır. Bilindiği üzere Mursi hem İsrail, Mısır, Kıbrıs Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmasını bozmuş hem de İsrail’e verilen doğalgazı kesmişti. Bunun yanında yeni petrol yasası çıkarma hazırlıkları içinde olması ve enerji ödemelerinde ayak sürümesi de son dönemlerinde adı geçen aktörlere bir hayli rahatsızlık vermişti.

Münhasır Ekonomik Bölge ( Exculasive Economic Zone) anlaşmaları uluslararası hukukta önemli bir rol oynamaktadır. İsrail; Kıbrıs (Rum devleti), Mısır ve Lübnan ile bir anlaşma gerçekleştirmiş ancak bu anlaşma Lübnan Parlamentosundan geçmemişti. Yine de Mısır ile birlikte uluslararası hukuk açısından bir sacayağı oluşturmuştu. Ancak Mısır’ın bu anlaşmadan çekilmesi sacayağının birinin kopmasına dolayısıyla üzerinde pişirilecek enerji içerikli tencerenin devrilmesine neden olmuştu.
 
Kıbrıs’taki Eylül – 2011 arama çalışmalarıyla birlikte Türkiye ve TPAO’da devreye girmiş ve ben de varım mesajını vermişti. Gelinen noktada zaten var olan politik sorunların daha da büyümesi yakın gelecekte bölgenin daha da ısınması söz konusuymuş gibi gözükmektedir.

Ancak, hem AB, hem de ABD açısından bölgede yeni çatışmalara tahammül bulunmamaktadır. Zira ABD, Asya-pasifik’e kayan güç politikaları açısından Ortadoğu’da      artık sükunet istemektedir. Suriye üzerindeki son gelişmeler de bunu göstermektedir.

AB için de enerjiye ulaşımda kaynak çeşitliliğine gidilmesi ve enerji yollarının güvenliği, -içinde bulunduğu kriz döneminde- Akdeniz’de sükûnetin önemini bir kat daha arttırmaktadır.

Hal böyle olunca belki de ender bir biçimde bu kez enerji bir barış ortamına katkı koyabilir. ABD’nin ve AB’nin Kıbrıs’a ikna baskıları da yakın gelecekte Kıbrıs’ta- kendi iradesi dışında da olsa- Kıbrıs halkları için olumlu yeni gelişmelere neden olabilir gibi gözükmektedir.

Ayrıca, Kıbrıs sorununun çözümü için Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’ye teşvik olması amacıyla Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs sorununun çözümünün ardından oranlarına göre doğalgazdan yararlanacağını savunan Anastasiadis’in; Türkiye’nin gelecekte muhtemelen, federal Kıbrıs’tan satın alacağı doğalgazı Türkiye’ye taşıyacak boru hattından da söz etmiş olması bu gelişmelerin işaretlerinden biri olabilir. Yine geçtiğimiz günlerde Kasulidis’in ABD ziyareti ve Burns’le gerçekleştirdiği görüşme sonrasında yaptığı açıklamada; görüşmede Kıbrıs sorununa da değindiklerini ancak büyük oranda ikili ilişkiler, Güney Kıbrıs’ın Suriye krizindeki rolü ve İsrail, Lübnan, Mısır ve diğer ülkelerle ilişkilerini ele aldıklarını belirtmesinin yanı sıra, Güney Kıbrıs’ın MEB’indeki doğal gazı kullanmanın “hakları olduğunu” söyleyip,  “komşu ülkelerle doğal gaz kullanımı çerçevesindeki işbirliğinin rolünün ve Kıbrıs sorununun, gerek iki toplum arasında çözümüne gerekse kalkınma hızı sebebiyle daha çok ihtiyaç sahibi olan Türkiye’ye ilişkin sorunların çözümüne yapacağı teşvikin” ele alındığını vurgulaması bir başka göstergedir.

Elbette bütün bu gelişmeler sadece konjonktür gereğidir.

Ayrıca, Suriye konusunda ABD ile belirli oranlarda anlaşmış olması, İsrail ile Gazprom’un 20 yıllık LNG anlaşma yapılmış olması Rusya’nın da bu koalisyona katıldığı anlamına gelmektedir.

Ancak, yeni Mısır yönetimi ile tekrar oluşturulacak MEB anlaşması, Lübnan’ın bu kez işin içine dahil edilmesi olanağı, Suriye’de de bir şekilde çözüme gidilmesi yetmemektedir. Türkiye’nin de bir şekilde ikna edilmesi gerekmektedir ama bu gün için Erdoğan AKP’si ile bu olanaklı görünmemektedir. Ancak yeni arayışlar, yeni kurgulardan söz edildiği de kulaklara çalınmakta. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün,  İsrail ile ilişkilerin giderek düzelmekte olduğuna vurgu yaparak; “İnşallah neticeye varılacak” şeklindeki sözleri bu doğrultuda gelişmeler olduğunun işaretleri olarak okunabilir.
   
Aksi durumda, İsrail ile Güney Kıbrıs, G. Kıbrıs/Vasilikos’ta bir LNG istasyonunu tesis edecek, Güney Kıbrıs diğer 11 parselde de aramalarını sürdürecek, Türkiye “it dalaşı” tabir edilen yakın temaslarla bölgeye müdahil olmaya çalışacak ve bu günkü mevcut çatışma potansiyelli ortam devam edecek gibi görünmektedir.

Gelinen durumun ABD ve Akdeniz ülkelerine etkisi

ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra tek kutuplu hal alan dünyada ele geçirdiği üstünlüğünü kısa zaman içerisinde kaybetti. İki bin yılı başından itibaren içeride 11 Eylül sendromu dışarıda ise Irak ve Afganistan işgallerinin son derece olumsuz etkileri oldu. James Petras’ın sözünü ettiği gibi; “ En eleştirel analistlerin baskın görüşü; son on yılda Amerika’nın imparatorluk inşasında bir dizi askeri mağlubiyet yaşandığı, ekonomik çöküşün deneyimlendiği ve şimdi de ciddi bir rekabet ve daha fazla askeri kayıp olasılığının bulunduğu yönünde. Sözü edilen kanıt ise etkileyici; Amerika on yıl süren maliyetli bir askeri işgalin ardından Irak’tan birliklerini çekmeye mecbur bırakıldı, ardında ise Amerika’nın bölgedeki İran ile çok daha yakın müttefik olan bir rejim bıraktı. Irak savaşı, ekonomiye zarar verdi; Amerikan şirketlerini petrol refahından mahrum bıraktı, Washington’un bütçesini ve ticaret açıklarını büyük oranda arttırıp Amerikan vatandaşlarının yaşam kalitelerini düşürdü. Afganistan savaşında da benzer bir sonuç oldu: yüksek dış maliyetler, askeri gerileme, kırılgan müşteriler, ülke içinde hoşnutsuzluk ve refahın Amerikan hazinesi veya özel şirketlere kısa veya orta vadede transfer edilmediği bir durum”  olarak açıklanabilir mi?

En son cümlede sözü edilen refahın transferi belki en doğru tespit. Zira kapitalizmin içine girdiği ve beş senedir debelendiği ekonomik kriz başta ABD olmak üzere pek çok ülkeyi etkiledi. Söz konusu emperyalist-kapitalist devletler sömürüden elde ettiklerinin giderek düşmesi ile refah transferini sağlayamamaktalar. Bu özellikle içeride büyük hoşnutsuzluk yaratmakta. Gelinen bu noktada özellikle ABD açısından dünya çapında sürdürülmekte olan hegemonyada cephe sayısının azaltılması elzem hale gelmektedir. Bir süredir yapılmak istenen de budur. ABD açısından artık yeni ve daha önem arz eden cephe Asya-Pasifik ve arka bahçesi olarak gördüğü Güney ve Orta Amerika’dır.

Hal böyle olunca Ortadoğu ve Akdeniz’den kontrollü bir şekilde çekilmek gündeme gelmiştir. Bölgedeki İslam nüfus ağırlığı da dikkate alınınca çeyrek yüzyıllık proje ılımlı İslam ve rol model ülke girişimleri önem kazanmaktadır. Aslında Türkiye üzerinden atılan bir adım belirli bir süre başarılı olsa da daha sonra ekseninden kaymış gözükmektedir. Her ne kadar Mısır’daki darbe ile İhvan tehlikesinin bertaraf edilmesi, Suriye’de El-Kaide cephesinin açılması tehlikesinin zayıflaması, İran ile bir anlaşma sürecine girilmesi gibi gelişmeler ABD açısından olumlu gözükse de Irak’ta arzuladığı yapının henüz sağlanamamış olması, Lübnan gibi parçalanmış bir Suriye’nin nereye evrileceği, Ürdün’de Haşimi Krallığı’nın kalıcılığı, aynı şekilde Suudi rejiminin sürdürülebilirliği hep şüpheler barındırmaktadır.

İSRAİL’e gelince. Filistin’de Hamas ile gerginlik, Türkiye’nin Hamas’a çok yönlü desteği ve dolayısıyla Türkiye ile bozulan ilişkiler, Suriye belirsizliği, Mısır’daki gelişmeler, İran faktörü süreğen tedirginliğin ortadan uzunca bir süre kalkmayacağına işaret etmekte. Kendi açısından güvenlik harcamalarının her geçen gün bir üst boyuta tırmanması ve sonucunda ekonomik sıkıntıların içeride huzursuzluklara neden olmasının önüne yeni enerji kaynaklarının bulunması ile geçecek gibi görünmekte. Tespit edilen doğalgaz rezervlerinin ekonomik getirisi ile yeni yatırımlara yönelebileceği gibi, bu kaynakları kullanarak hem daha ucuz elektrik girdisi sağlayacak hem de çok daha ucuza temiz su sorununu çözebilecektir. Bu durum kendisini sürekli finanse eden ABD açısından da belli bir rahatlama demektir. Ekonomik açıdan daha güçlü bir İsrail şüphesiz bölgede elini kuvvetlendirecektir. Belki tek tehlike Hollanda Hastalığına* yakalanmak olabilecektir.

KIBRIS, yeni enerji kaynaklarının bulunması ile içinde bulunduğu ekonomik krizi aşacak olsa da İsrail, İngiltere, Rusya üçlüsü arasında sıkışacak gibi görünmektedir. Ancak bu durumu lehine çevirme olanağı da var olup mevcut politikliği ile bunu başarabilecek güçtedirler. Kaldı ki yıllardır çözülemeyen parçalanmış Kıbrıs sorununda yeni kaynaklar ile Türkiye’den daha fazla taviz koparabilme durumuna gelmiş olup eli daha da güçlenmiş bulunmaktadır.  
MISIR için ise yeni kaynaklar açısından ileriye dönük bir olumluluk gözükmemektedir. Mevcut kaynakları ile hala önemli bir zenginliğe sahip Mısır bu zenginliği lehine dönüştürememektedir. Mevcut petrol kaynaklarının ancak %20’si üzerinden anlamlı bir gelir elde ederken kalan kısmının yabancı şirketlerce ham petrol olarak ülke dışına çıkarılması ve işlenerek ülkeye dönmesi hala önemli bir handikaptır. Mısır, bu gün tükettiği motorinin % 50’sini ithal etmek durumundadır.
 
TÜRKİYE ise son dönemde, ılımlı İslam projesi ve rol model ülke olarak ABD için biçilmiş kaftanlıktan arıza çıkaran ülke durumuna hızlı bir geçiş yapmıştır. Yukarıda değindiğimiz ABD’nin son dönemdeki zayıflamasını yanlış okuyarak kendisi açısından fırsata dönüştürmeye kalkan Erdoğan Hükümeti, Hamas vb. yapılanmalara destek vererek bölgede bir zemin oluşturmaya çalışmış, Mursi/İhvan’ı cesaretlendirmiş, İran’a yönelik yaptırımlara önce BM Güvenlik Konseyi’nde karşı çıkmış ardından yaptırımları delerek İran Molla sermayesine basamak ülke olmuştur. Bütün bunların yanı sıra Irak’a müdahil olmuş, Irak petrol gelirlerinin dağıtılmasında ABD’yi by-pass etmeye yönelmiştir.

Oysa bölgede ABD uyumlu bir Türkiye, güçlenmiş bir İsrail, anlaşma ile yol alınabilecek bir İran, eli kolu bağlanmış bir Suriye, şu ya da bu şekilde zaptu rapt altına alınmış Filistin ve Mısır,  rahatlıkla sırtını dönerek yüzünü Asya-pasifik’e dönebileceği bir Ortadoğu ABD için Anadolu deyimiyle kaymaklı kadayıf olabilirdi.

Görüleceği üzere emperyalist-kapitalist kurgular içinde ve bölge denge unsurlarının alacakları tavırlar sonucunda gelişmeler hangi yönde ilerlerse ilerlesin ezilen bölge halkları için durum her halükarda acı ve zulüm yönündedir. Oysa onların kaynaklarıdır çok uluslu kartellerce talan edilen. Bu yağma ve talan çatışmasında dökülen kan da onlarındır.
 
Bu gün için örgütsüz ve güçsüz de görünseler, Tunus /Ettadamen’de, Tahrir’de, Taksim/Gezi’de ve bölgenin daha pek çok ülkesinde sokaklara çıkıp isyan ve özgürlük çığlıklarını atan gençler oldukça yarın için umut hiç de azımsanmayacak kadar büyüktür.  

Kemal Ulusaler

(*) Hollanda hastalığı; ani zenginleşme kaynağına kavuşan bir ekonomide mevcut üretim faktörlerinin diğer üretim alanlarından çekilip yeni kaynağa yönelmesi sonucunda toplam üretimin azalmasına denir. İlk olarak 1960’lı yıllarda Hollanda’da doğal gaz bulunması sonucunda gözlemlendiği için Hollanda Hastalığı adını almıştır.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir