Yeni bir ekonomi politik kitabına niçin ihtiyacımız var… Mehmet Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Her dönem çığ gibi yeni sorunlar getirirken bunları yeterince sistematik bir şekilde analiz ve tasnif edemiyoruz…

mtakad@anafikir.gen.tr

Yeni bir ekonomi politik kitabına niçin ihtiyacımız var…

Ekonomi politik kitapları çağın sorunlarını bütünlüksel olarak çözümlemeye yönelik sistematik analiz çabalarıdır. Tabii iyilerinden bahsediyoruz. Hiç kimse dünyanın sorunlarını tek başına inceleyemez ama sürekli olarak yapılan küçüklü büyüklü incelemeleri (makale okumanın önemi-atalarımız üç makale bir kitaba eşittir demiş) bütünleyen yazarlar bazen bizlere toplu sunuşlar yaparlar. Bunların en esaslısı, tam da sanayi devrimi öncesindeki hızlı sermaye birikimi döneminde kapitalist ekonominin o dönemdeki işleyişini anlatan Adam Smith’dir. Milletlerin Zenginliği adlı kitabında İngiltere’deki tüm ekonomik gelişmelerin yanı sıra, bunların Hindistan, Amerika kolonileri ve Avrupa ile ilişkilerle nasıl bir karşılıklı etkileşime tabi olduğunu siyasi, hukuki ve idari yansımalarıyla birlikte anlatır. Adam Smith ve onu izleyen Ricardo gibi yazarlara klasik iktisatçılar adı verilir. Onlar izleyen ve neo-klasikler adı verilen grup ise sadece kapitalizmi meşrulaştırmayı amaçladıkları için bizim gözümüzde makbul değildir. Başka hiçbir yararları yoktur ve bugüne kadar yazılmış bu tür ekonomi bilgisinin tümü bir anda yok olsa, dünya daha iyi bir yer olur. Son on yıllarda çıkan ekonomi teorileri ise başka bir pespayeliktir. Hiç değilse 1940’lardan 60’lara kadar olan dönemde sanayileşme, kalkınma gibi sorunlar da incelenmişti. Sonra bunlar tamamen bırakıldı, her şey piyasa ile para ve davranışlar üzerinde yoğunlaştı. Ama biz dünyayı anlamak için kendi ekonomi politik bilgimizi sürekli geliştirmek zorundayız.

Marksist ekonomi politik kitaplarına gelince, Karl Marx’ın Kapital’i teorik bir kitaptır. Ancak kapitalist ekonominin temel işleyişini anlatır ama bunu da baştan sona okuyan sadece birkaç uzmandan ibarettir. Zaten ancak uzmanı hakkını vererek okuyabilir. Başkaları sayfaları çevirirken bile sıkıntıdan ölür. Uzmanlar da kafayı sıyırır.  Kısacası bu olsa olsa bir temel edinmek içindir. Ayrıca Türkçe çevirileri de berbat bile değil, korkunçtur. Biz iktisatçı arkadaşlarla bir ara karşılaştırmış ve ilk beş sayfada 197 filan hata bulduktan sonra bırakmıştık. Tam rakamı hatırlayamıyorum ama düzeltiden (ve utancından) kıpkırmızı kesilen sayfalar o kadar yıl sonra hala gözümün önünde. 1890-1915 arasında emperyalizmle ilgili kitaplar da temel doğruları verir ama aradan çok zaman geçmiştir. Sonraki kitapların çoğu dar siyasi amaçlara hizmet için taraflı ve/veya sansürlü yazılmıştır. Ama arada iyiler de çıkmıştır. İyi kitaplara bir örnek olarak Oscar Lange’nin Ekonomi Politik kitabını öneririm. Yararlıdır. Öte yandan çok sayıda kafa bulandıran çalışma vardır. Meraklısı zaten bilir. Bizim sorunumuz bir yandan yeni gelişmelerin (ezber bozarak) ele alınması, diğer yandan da temel konuların doğru dürüst öğretilmesidir. Hala krizlerin sermaye birikimi eksikliğinden kaynaklandığını söyleyen “solcular” var, gerisini varın siz hesap edin.

Pekala eksikliklerimiz nelerdir. Bunlar sıralayacağım ama önem sırasıyla ilgisi yok. Zaten hepsi sonuçta birbirleriyle ilgili.

Öncelikle yeni siyasi ve entelektüel ortam ile ekonomik gelişmeler arasındaki bağlantıları ele almalıyız. Soğuk Savaş sırasındaki politikalar ile bunun sona ermesini takiben ortaya çıkan gelişmeleri, mali sermayenin pervasız politikalarını ve yeni muhafazakar dalganın en sağından en soluna kadar siyasi partiler ve kamu yönetimleri üzerindeki etkisini incelemeliyiz. Bunu farklı ülkeler için yapmalıyız. Bu çerçevede devletin büyük sermaye lehine müdahalelerini, borçlanmanın yeni boyutlarını, yeni kriz yönetimi yaklaşımlarını ve uygulamalarını ele almalıyız. Tabii siz okurlar bunları zaten biliyorsunuz, en azından fikriniz var. Ben başkaları için yazılmalı diyorum.

Son otuz yıl veya biraz uzun süredir devam eden bir başka gelişmeyi de ayrıntı olarak incelemeye ihtiyacımız var. O da büyük sermayenin kamu mallarını yağma etmesidir. Kamu kuruluşları 1970’lerden itibaren çürütülüp özelleştirme için olgunlaştırılmaya bırakıldılar. Bu yağmanın arkası, okullar ve sağlık kuruluşları ile ormanlar, kıyılar, su havzaları ve diğer kamu arazileri olarak sökün etti. Bunun bütün dünyada uygulatılması ve sermaye için yeni olanaklar yaratılmasını inceleyeceğiz. Tekil örneklerden çok bunun dünya çapında bir politika olarak uygulatılması çok ciddi bir iştir ve geniş halk kesimlerine yapılan bir saldırıdır. 20. yüzyılın ekonomi politik kitaplarının çoğu yazıldığı zaman devlete sosyal politikalarla çelişkileri yumuşatmaya çalışan bir kurum olarak bakılırdı, çünkü kapitalizmin teorik de olsa bir alternatifi vardı. Bu ortadan kalkınca, kapitalist devletler bu sosyal mekanizmalarını ve kamu varlıklarını tasfiyeye (tabii bu tedrici bir süreçtir) zorlandılar. Korku kalkınca kapitalizm azgınlaştı. Bunun ulus devletlerin zayıflatılma süreciyle çakışması da yeterince incelenmedi. Gerçi belki incelenmiştir de ben hepsini görmemiş olabilirim.

İkinci Dünya Savaşı’ndan beri birkaç istisna dışında gelir dağılımı sürekli daha kötüye gidiyor. Sınıf mücadelesi düşünce sonu budur. Eski gayret görülmüyor. Ayrıca temel malların fiyatları da sürekli geriliyor. Bütün dünyanın mali sermayeye bu kadar kolay teslim olmasının nedeni işbirlikçi yönetimleri hazırlamakta çok usta olmasıdır. Ayrıca sınıf mücadelesinin yerine öne çıkacak etnik, dini ve mezhep çatışmaları körüklemekte de yeterince tecrübelidir. Sonuçta ülkelerin üretimini artıracak, altyapısını yenileyecek ve sosyal harcamalarda kullanılacak kaynaklar ya silahlanmaya, ya da spekülatif yatırımlara gidiyor. Bunlar emekçilerin sosyal hizmet fonlarını da yutuyor. Müstahaksınız diyeceğim ama dilim varmıyor… Sonuçta ben de harbiden bir emekçiyim. Ve ücretler daha nereye kadar düşebilir diye merak ediyorum. Teorik olarak bunun sonu ne olabilir? Teorik olan pratikte de olabilir mi? Bana adeta eksi ücret alıyormuşum gibi geliyor. Yani, bir kitap hazırlamak için kitaptı, fotokopiydi, şuydu buydu, üç bin lira harcıyorum ve telif olarak iki bin lira alıyorum. Ayrıca onca emek de sıfıra mı gidiyor. Bu denklemde bir terslik var ama (iktisatçıya yaraşır şekilde) tam bulamadım. Bulursam eksi-değeri bulmuş olurum ki (işte diyalektiğin en has hali), bu bana anti-maddeyi bulan fizikçiyle birlikte bir Nobel getirebilir. Sahi, eskiden artı değer diye bir şey vardı ama yıllardır bu lafı hiçbir yerde duymadım.

Hukuk sisteminin büyük sermayenin çıkarlarına göre şekillenmesi de beklenen bir olaydı ve göz göre gerçekleşiyor. Hukuk her zaman hakim siyasi ortama uyar. Öte yandan nispi bir bağımsızlığı da bazen olur. Şimdi bu pek bir nispi kaldı. Şirketler de artık ulusal devletlerin önüne geçti. İstediğini yapmazsan tahkime gidiyor. Dava taa bilmem nerede görülüyor. Ayrıca devletleri de eskisi kadar işlerine karıştırmıyorlar. Giderek ayrıcalıklı konuma geçiyorlar. Keza yeni şirket kültürü de bunu yansıtıyor. Sermaye sahibinin çalışanlarına, topluma ve hatta küçük sermayedarlarına karşı yükümlülükleri adeta kalmamış gibi. Vergileri de azaltıyorlar. Buna rağmen batıyorlar, ama batıranlar daha da zenginleşirken yükü gene çalışanlara kalıyor. (Kapitalizmin para batıranlara tapması ve bir daha sefere onları daha yüksek ücretle işe alması her zaman aklımı karıştırmış, kızgınlıkla  karışık bir kıskançlık duymama yol açmıştır. Batan şirketi kurtarınca da adamı kovarlar. Gençliğimde başıma bu da gelmemiş değildir hani.)  Belki de kapitalizmin işine aklımız ermediği için hem (çarpışınca) yeniliyor, hem de (kapitalist bir işletmede işe girince) ayazda kalıyoruz. Şirket veya gazete batırsaydık şimdi köşeydik. Neyse, zaten büyük mali sermayedarlar da sosyal fonlardan aldıkları ve küçük tasarruflardan topladıkları mevduatla oluşan kredileri batırıyorlar. Bu alandaki hukuki gelişmeler şirketlerin yüksek maaşlı uzmanları ve her ay şişkin zarflar alan hukukçular dışında yeterince bilinmiyor, sosyal ve siyasi etkileri ise yeterince incelenmedi.

Şimdi ortada garip bir durum daha var. Büyük sermaye devlet müdahalesine karşı ama devletin ekonomideki rolü hiç küçülmüyor. Gelişmeleri uzaktan izleyen bir kişi, bu kadar özelleştirmeden sonra devletin küçülmüş olması gerekir herhalde diye düşünür. Yok öyle yağma. Para toplamak o kadar kolay değil. Devlet toplasın ama başkasından toplasın, bizim aracılığımızla harcasın, biz batırsak da gene bize versin diyorlar. Yeni muhafazakarların bütün devlet düşmanlığı ideolojik bir garabetten ibaret. Devlet olmadan bir ay bile ayakta kalamazlar. O halde kapitalist devletin yeni rollerinin incelenmesine de ihtiyacımız büyük.

Daha birçok konu var. Bretton Woods kurumları epey incelendi ama Avrupa Birliği ve diğer yeni uluslararası oluşumlar, gümrük birliği tartışmaları, bölgesel örgütler, gıda krizi, piyasa mekanizmalarının karmaşıklaşması, uluslar arası para sistemi, doların ve euronun durumu, Federal Rezerv’in şeytanlıkları, yeni kredi mekanizmaları, devlet borçlanmalarının uzun vadeli etkileri, ve daha birçok konu yar. (Bu arada parası olanlar da nasıl işleteceklerini öğrenebilir. Eski okurlarım sözüme değer vermişlerse şimdi çok zengin olmuş olmaları gerekir ama onlardan epeydir haber alamıyorum. Dört sene önce altın alın demiştim. Aldılarsa yaşadılar. Bana gelince, iki yarım altınım vardı, onları da düğünlerde kullandık, bitti kurtulduk Allaha şükür. Artık ne yapacağız derdimiz kalmadı. Hanıma, bozdurup dört çeyrek yapalım, iki düğün daha çıkarırız demiştim ama pek bir ters baktıydı. Her neyse, şimdi rahatım.)

Araştırmamız gereken konulara devam edelim. Sermaye kesimleri arasındaki durum nedir? Pek bilmiyorum. Mali sermaye ile sanayi sermayesi, büyük sermaye ile küçük işletmeler vs. Yani yeni durumu incelemek gerekir. Gelir dağılımı, büyük işletmelerin oluşturduğu oligopol piyasalar, kamu hizmetleri ve altyapıda özel sermayenin etkileri, tüketimi artırmak için geniş kesimlerin borçlandırılması, bu tür işletmeciliğe tanınan özel hak ve muafiyetler, ve nihayet yeni ekonomi kuramlarının eleştirisinin yapılması gerekiyor. Yapan büyük sevaba girer. Genç olsaydım düşünürdüm ama elimdeki işleri bitirirsem  97 yaşında olacağım. Bu nedenle elinde yoğun iş olmayan, tercihan iktisatçı genç yazarlar aranıyor. 35 yaşından gün almamış taliplilerin başvurması rica olunur. Kapitalist sistemde 35 yaşını geçtin mi, bittin oğlum bittin. Çok geç olmadan aradan çıkarın şu işi, biz de ucundan istifade edelim.

Mehmet Tanju Akad

ezber bozalım

herkese soralım

boza içerek

kafa bulalım

 

(sadece ilk kıta koro, gerisi solo) (bade içerek…tek tek .. şarkısındaki gibi söylenecek)

 

 

şıra da iyidir

içmesi keyiflidir

biraz bekletirsen

daha da şirindir

 

dımbır da dımbır…

dımbır dımbır…

 

Karlo Marko yazmış

herkes ona bakmış

vakit geçince

iş başa kalmış

 

vah dostum vah!

gene oldu sabah

iş bize kalmışsa

herkes desin vah!

 

bir de keçi sakallı var

mirasına herkes bakar

posbıyığı haklayan çıkmamış

tüm miras çıra gibi yanar

 

dım dım da dımbır….

 

 

ezber bozalım

herkese soralım

boza içerek

kafa bulalım

 

(ilk kıta tekrar koro)

 

Final ve alkışlar… bis… gene alkışlar …

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir