“Büyük Felaket” veya “Soykırım” Üzerine-Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Emperyalist dünya, Birinci Dünya Savaşı sürdüğü koşullarda Osmanlı Dahiliye Vekaletinin (İçişleri) 10 haziran 1915 tarihli talimatıyla tehcire tabi tutulan,  Osmanlının savaştığı Rus, Fransız, İngiliz kuvvetleri ile işbirliği yapan, silahlı komitalara (çetelere) yardım eden, işbirliği yapması ve yardım etmesi olası görülen Osmanlı Tebaası Ermenileri, doğudaki Rus sınırına yakın Erzurum, Van, Muş, Siirt, Bitlis gibi vilayetlerinden, sancaklarından, kazalarından, nahiye ve köylerinden  (Kars, Ardahan ve Batum 1877-78-1917 Ekim Devrimine kadar Rus işgalindedir) çıkartarak,  batıdaki İzmit, İzmir, Eskişehir, Kütahya, Bursa gibi yerleşim yerlerine, komitacılarla birlikte yine Osmanlı toprağı olan Suriye’de ki Zor’a tehcir (göçürtme) edilmesini, tehcir sırasında bölgede ve yollarda 1915-1922 tarihleri arasında yaşananları her 24 Nisan’da Ermeni Diasporası soykırım, ABD, Fransa, gibi ülkeler, kendi yurttaşı olmuş Ermenilere şirin görünmek için büyük felaket (Meds Yeghern) olarak niteliyorlardı. Bu yıl ABD devlet başkanı Biden, nitelemeyi Soykırıma (Jenosit)  dönüştürünce Türkiye ve Türk dünyasında tepkiler olmaya başladı, ülkedeki siyasi iktidar çekingen, ürkek, cılız açıklamalarda bulundu, TBMM başkanı üzüntülerini bildirdi, muhalefet partileri sert açıklamalar yaptı, devletin başının sesi “üzgünüz” diye çıktı, zamanla çok daha sert tepki verileceği yardımcısınca açık edildi.

Tepki gösterenlerin bir kısmı, “Türkler soykırım yapmaz”,  bir kısmı “soykırım yok karşılıklı mukatele (vuruşma) var”,   bir kısmı  “soykırım yok vatan savunması var” diyorlar.  Soykırım olduğunu söyleyen Ermeni diasporası, 1,5 milyon Ermeni’nin yok edildiği savında. Bunun gerçek olmadığını savlayanlar,  1897 yılında 1.042 374, 1903’de başlayıp 1906’da biten sayımda 1.050 513 olan Ermeni’nin Osmanlı ülkesinde yaşadığını, sayısal olarak1,5 milyon Ermeni’nin kaybının mümkün olmadığını belirtiyorlar.

Mukatele, Türk çeteleriyle Ermeni çetelerinin karşılıklı vuruşmasıdır, askeri değil sivil çatışmadır. Türklerin çete faaliyetinde bulunduğuna ilişkin hiç söz ve faaliyet yoktur,   genellikle Taşnak, Hınçak, Armenakan adlı Ermeni çetelerinden ve faaliyetlerinden söz edilir. Bu çetelerin gerilla birlikleri kurduğu, 200 bine yakın güçleriyle itilaf devleti ordularında Osmanlı ordusuna karşı savaştıkları, Türk ve Müslüman halka katliam uyguladıkları söylenir. Osmanlının çete örgütlenmesi olmadığından Mukatele ‘den söz edilemez. Osmanlının meşru kuvvetlerine karşı saldırmak, Türk ve Müslüman köy, kasaba ve şehirlerine baskınlar düzenlemek mukatele değil masum insanlara yönelik terördür.

Öncelikle şunu belirtelim ki soykırımı, milletler, halklar yapmaz, o millet ya da halk içinden çıkan siyasi otoriteler, çeteler, kişiler yapar, yaptırır. Bu nedenle iddiayı bir millet (ulus) ya da halk olarak üstlenmek ya da savunmaya geçmek hem doğru değildir hem de gerçeğe uymaz.

Felaketi, her kesim kendi meşrebine göre açıklıyor, yazıyor ve yorumluyor. Bu işten geçinenler var. İşin doğrusunu ortaya çıkarmayı amaçlayan, düşünen, çabalayan herkesin ortaklaştığı bir çalışma görünmüyor, konu istismara açık biçimde sürüyor.

Emperyalist ülkeler ülkemizi sıkıştırmak için yüz yıl önce olmuş felaketi sürekli gündemde tutuyor, istismara devam ediyor. Her ülke kendi tarihine baktığında eli kana bulaşmamış bir dönem bulamaz. Hollandalıların, Belçikalıların Afrika’da, İtalyanların Libya’da, Fransızların Cezayir’de, Almanların kendi ülkesinde Yahudilere, Polonyalılara, Ruslara; İspanyolluların, Portekizlilerin Güney Amerika’da, İngilizlerin Afrika’da, Asya’da, Mısır’da,  İran’da, Anadolu’da, Ortadoğu’da, Çin’de; ABD’nin Amerika’da yerlilere, Afrika’da siyahlara, Asya’da Vietnamlılara, Iraklılara, Suriyelilere, Hintlilere yaptığı, romanlara, filimler konu olmuş mezalimleri unutmak, unutturmak mümkün müdür? Bunlar sütten çıkmış ak kaşık gibi ikide bir Ermeni soykırımından söz etmesi iki yüzlülüğün dik alasıdır. Bu gerçekler ortadayken ülkemizde kendini okumuş sanan yetmez ama evetçi bir güruha ne oluyor, iki de bir milleti töhmet altında bırakan iddia ve ithamlara sahip çıkıyor, “özür dilensin” nakaratını yineleyip duruyor, emperyalizmin değirmenine su taşıyor. Bu güruh, demokrasi söylemi altında, ülkemiz için büyük felaket olan dinci, gerici, emperyalizmin işbirlikçisi siyasi iktidarı milletin başına bela edenlerin önde gidenidir. Bunlara hoşgörü göstermek halka, ülkeye, cumhuriyete ihanettir.

İktidarın ve başının, Biden’in fütursuzluğuna tepkisiz kalması, ürkek, çekingen, kısık sesle itiraz ediyor olması kuşatılmışlıklarındandır. Bir ülkenin cumhurbaşkanı mal varlığını açıklayamıyorsa, Halk Bankası ve Sarraf yolsuzluğunu anlatamıyorsa, hırsızlık, yolsuzluk batağına saplanıp başı dik duramıyorsa bu kaçınılmaz bir durumdur. Bunlar iktidara geldiğinden beri laik cumhuriyetle, ordusuyla, yargısıyla kanlı bıçaklıdır.  Laik Cumhuriyetin alın teri göz nuruyla biriktirdiği değerleri çar çur etmişlerdir, yurtta barış dünyada barış politikalarını yok ederek, konuyla komşuyla kanlı bıçaklı olmuşlar, hiçbir dost, kardeş ülke bırakmamışlar, düşmüşler ihvanın peşine emperyalizmin elinde oyuncak olmuşlardır. Hazineyi boşaltmışlar, eş, dost, ahbap çavuş saltanatı kurmuşlar, üretmeden yemeyi, milletin sırtından geçinmeyi iş edinmişler, binmişler bir alamete milleti götürüyorlar kıyamete, Allah sonumuzu iyi eyleye.

Herkesin bildiği gibi Soykırım bir suçtur. Bir suçun oluşması için suçun maddi ve manevi unsurlarını tam olması gerekir. Suçun maddi unsuru yasa (tipiklik), suç işleme iradesi, hareket (fiil), manevi unsuru (kasıt, kusur) ile hareketle sonuç arasında rabıta (bağlantı) olması gerekir. Bu işin işlendiği (1915-1922)’de yasal bir tanım yoktur. Yasal tanım (Tipiklik),  9 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kabul edilen, 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 23.03.1950 tarih ve 5630 Sayılı Kanunla kabul edilip onaylanan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşmenin 2 maddesinde yer almış, “Jenosist (soykırım) , milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etmek maksadıyla fiiller (eylem)” gerçekleştirmek olarak açıklanmıştır.  Sözleşmenin 6. Maddesinde, bu suçun işlendiğinin tespitini, filin işlendiği devletin yetkili mahkemesinin veyahut yetkili milletlerarası Ceza Dairesinin (Mahkemesi) kararının gerektiği vurgulanmıştır. Osmanlının tebaası Ermenileri yok etmeyi amaçlayan fiil ve iradenin varlığı yetkili bir mahkeme tarafından ortaya konmamıştır.  Suçlama hukuki değil politiktir, genel değil özneldir (sübjektif), keyfidir. Suç hukuken sabit olmadan suçlama yapılamaz, yapılırsa suç atma, iftira olur.

Suçlama hukuki değil Politik olunca, suçlayanın ekonomik, sosyal, siyasal çıkarlarına bakmak ve buna göre değerlendirme yapıp tavır almak gerekir. Bilindiği gibi, meclisler, milletvekilleri, senatörler, devlet başkanları siyasi kişilerdir, temsil ettikleri organlarda politik organlardır. Bu nedenle ABD Başkanın açıklaması politiktir, ABD’nin politik çıkarları doğrultusunda yapılmıştır. Herkesin bildiği gibi Türkiye’nin Mavi Vatan dediğimiz doğu Akdeniz’de, Eğe ve Karadeniz’de münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı, fır hattı gibi yaşamsal öneme sahip hak ve çıkarları vardır. ABD, Fransa, İngiltere ve İtalya bu hak ve çıkarlara göz dikmiştir.  Bunlar Mısır’ı, Güney Kıbrıs’ı, Yunanistan’ı yanlarına alarak Türkiye’ye karşı açık ve gizli hesaplar yapmakta ve hatta saldırmaktadır. Türkiye’nin aklını, beynini, ordusunu felç eden siyasi iktidar, ne yapacağını şaşırmış durumdadır. Güçlü bir tepki veremiyor, saldırı karşısında dik duramıyor, iç huzursuzluk artıkça “Ey Amerika” diye efeleniyor,  emperyalizm bastırdıkça eli ayağı dolaşıyor, emperyalizme karşı açıktan tavır alacağı yerde gizli gizli uzlaşma çareleri arıyor. Tabii ki Türk ulusu bu yüreksizliği görmezden gelmeyecek, zamanı gelince dersini verecektir.

Muhalefet, iktidar gücü elinde olmadığı, parlamento işlevsizleştiği için konuşmaktan başka bir şey yapamıyor, olacak bir seçimde iktidarı indirmek ümidiyle yaşıyor.  Genel olarak toplumsal muhalefet, üniversiteler, sendikalar, meslek kuruluşları, birlikler, kooperatifler, dernekler suskun, ya kafaları karışık ya da nemelazımcı.

Bence, siyasi partiler, üniversiteler, meslek kuruluşları, sendikalar, birlikler, kooperatifler, dernekler tepkilerini açık ve net biçimde ortaya koymalı, ırkçı, faşist suçlamaları reddetmeli, ABD emperyalizmine karşı “Kahrolsun ABD emperyalizmi, yaşasın laik demokratik cumhuriyet, bağımsız Türkiye” sloganlarıyla, ABD üstlerinin kapatılmasını, NATO’dan çıkılmasını, Lozan ve Montrö anlaşmalarına bağlı kalınarak,   ülkede barış dünyada barış diyerek,  Suriye, Irak, İran, Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan’la karşılıklı güvene dayalı ilişki geliştirilmeli, ABD’nin yıkıcı ve bölücü politikalarına dur denilmesi için iktidara çağrı yapılmalı, baskı kurulmalı, yürüyüş, miting ve gösterilerle bu talepler ülkeye ve dünyaya ilan edilmelidir diye düşünülmelidir.

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

One Response

  1. Yazınızın teorik şablonun ötesinde somut belgelerle desteklenmeye, beslenmeye ihtiyacı var sanırım. Son paragrafınıza katılmıyorum. Yürüyüşten evvel araştırmaya, incelemeye önem verilmeli, kalkış noktası bu olmalıdır. Sonuçlar uzman kişilerce, tarihçilerden oluşan heyetçe deklare edilmelidir. Tabii önce iyi niyet. Gerçeği açığa çıkarmak tutkusu öncelikli olmalıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir