Ekonomik Kriz, Kapitalizmin Onmaz Hastalığı…-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Kriz içinde bunalan emperyalizmi, bilinçlenen toplumların haklı direnişleri, son yıllarda ölü toprağını

üzerlerinden atmaya başlayan dünya halklarının ve bağımsızlıkçı bir kişilik kazanma yolunda olan ülkelerin çoğalması ve kapitalist ülkelerde de haklarını aramaya yönelen vicdanlı kitlelerin yükselen mücadeleleri çatırdatacaktır.

maliyilmaz@anafikir.gen.tr

EKONOMİK KRİZ, KAPİTALİZMİN ONMAZ HASTALIĞI…

Kapitalist emperyalizm, nedenlerini yapısal olarak ürettiği sürekli buhranın giderek derinleşmesinden ne yapsa paçasını bir türlü kurtaramıyor. Batılı devletlerin aldıkları bütün kriz önleyici tedbirler, bir yandan halkın daha fazla yoksullaşmasına neden olurken; diğer taraftan krizin yaygınlaşmasını sağlamaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Emperyalizmin derin ideologları, ABD ve AB’nin artist kılıklı ama yetersiz liderleri bu yakıcı gerçek karşısında birbirlerini suçlamanın çaresizliğini yaşamaktadırlar. Bunalımın girdabına yakalanan ve iktidarlarının sonlarına doğru koşar adım yaklaşan veya birer birer düşmeye başlayan bu kifayetsiz liderler korku içinde boşuna çırpınıyorlar. Çünkü üretim araçlarında özel mülkiyet ve yeni sömürgecilik düzeni varlığını sürdürdüğü sürece, bu ekonomik ve siyasal düzende bunalımlar ve çatışmalar kaçınılmazdır.

Emperyalist devletler, iflas eden bezirgânın eski alacak defterlerini yeniden karıştırması gibi eski sömürgelerini, geri kalmasına neden oldukları bu ülkeleri bir kez daha yağmalamak için sürekli yeni soygun planları yapıyorlar ve bütün bildikleri ayak oyunlarını sergilemekten geri kalmıyorlar. Bunlar da yetmeyince var güçleriyle saldırıya geçiyorlar. Asya’ya, Afrika’ya ve Latin Amerika’ya göz diken “haraç” çetesi, bu kıtalardaki ülkelerin birçoğunun yer altı ve yer üstü kaynaklarına el koymak ve çözmekte zorlandıkları yeni pazar yaratma sorunlarını hafifletebilmek için bilinen her yolu denemektedirler.

“Dünyadaki öbür ülkelerin hemen hemen hepsi, bu uluslar arası banker ülkelere, dünya mali-sermayesinin bu dört “direğine” (Lenin’in kast ettiği dört ülke ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa’dır), az ya da çok borçlu durumdadır, az ya da çok miktarda onlara haraç vermektedirler.” ( V. İ. Lenin, Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, s.65, Sol y.) (abç).

Lenin’in sözünü ettiği bu soyguncular 20. yüzyılın başından bu yana yeni haraç alma yol ve yöntemleri de geliştirdiler. Günümüzde tehditler savurmak, ambargo uygulamak, ülke içinde taraftar satın almak, karışıklık çıkarmak ve en sonunda askeri saldırı düzenlemek dâhil her türlü melanetliğe başvurmaktan kaçınmamaktadırlar. Bu uluslar arası çetelerin yeni sömürü ve talan girişimlerini yürütebilmek için bölgesel düzeyde işbirlikçi, taşeron ülke yönetimleri bulmakta zorlanmadıklarını da çok yakından biliyoruz.

Emperyalist ülkeler, İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı’ndan sonra ABD emperyalizmini belirleyici güç olarak kabullendiler. Bu ülkelerin aralarında ekonomik, siyasal ve askeri çelişkiler varlığını sürdürmesine rağmen; yeni bir paylaşım savaşına girmeden geri bıraktırdıkları ülkelerin doğal kaynaklarını sömürmeye, bu ülkeleri pazar ve yatırım alanları olarak görmeye devam ettiler. ABD hegemonyası altında bu ülkelerin hem içişlerine sürekli ellerini uzattılar, hem de soygunlarını sürdürdüler. BM’i kullanarak, bu örgütü dünyanın merkezi devleti gibi göstererek, geri bıraktırdıkları ülkelere yönelik olarak kurdukları sömürü ve talan düzenine karşı bu mazlum milletlerin baş kaldırmalarını büyük oranda önlemeyi başardılar. Oluşturdukları gasp düzeninin dışına çıkmaya yeltenenleri ise IMF, DB ve DTÖ gibi finans ve yönetimsel örgütlerle terbiye etmeyi denemekten geri durmadılar. Direncini tehditlerle, ambargolarla kıramadıkları ülkelere karşı, aralarında oluşturdukları koalisyonlarla, bu da yetmezse NATO’yu kullanarak hizadan çıkan bu devletleri zorla sıraya sokma yoluna gitmekten çekinmediler.

Soğuk savaştan başarılı çıkan ABD’nin küresel etkinliğini sürdürebilmesi için her şeyden önce ekonomik gücünü koruması, en azından bu gücün zaaf içine girmesinin engellemesi gerekiyordu. Bu gücü koruyabilmenin çok önemli bir yolu da dünyanın enerji kaynaklarını elinde tutabilmesinden geçtiği bilinmektedir. Dünya petrol ve doğal gaz rezervlerinin merkezi durumunda olan Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerinin konumu emperyalizm için varlık yokluk meselesi olacak kadar önemlidir. Avrasya bölgesinin dünya petrol ve doğalgaz rezervinin yaklaşık yüzde yetmişine varan kısmına sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Bu bölgelere hâkim olan gücün dünyanın geleceğini belirleyecek ölçüde öne çıkacağı da açıktır. Çünkü emperyalist ülkeler için bölge sadece enerji kaynağı olarak değil ayni zamanda jeostratejik olarak da hayatidir. Ayrıca bu bölgedeki ülkelerin önemli bir bölümünün zengin doğal kaynaklarına sahip olmaları nedeniyle hâkim sınıflarının para içinde yüzdükleri aşikârdır. İşte bu ülkelere ABD’nin bol miktarda silah ve özellikle de “değerli kâğıt” satabilmesi için bu devletlerin yönetimlerinin Amerika’ya biat etmiş olmaları gerekiyor.

Soğuk Savaş sonrasında Sovyetlerin dağılmasıyla, Avrasya bölgesinde ortaya çıkan dağınıklığın ve istikrarsızlığın üzerine ABD hegemonyasını kurmak için yeni emperyalist politikalarla ve projelerle boy göstermeye başlıyordu. BOP da ABD’nin bu yeni duruma uygun ekonomik, politik ve askeri hegemonyasının bölgede kurulmasının en önemli aracını oluşturuyordu. Emperyalizmin bölgedeki egemenliğini sağlamlaştıracak olan bu projeye karşı boyun eğmeyen güçlerin tasfiyelerinin gerçekleştirilmesinin; ABD’nin küresel belirleyiciliği yönünden çok önemli olduğu açıktır. Libya’nın NATO saldırıları ile yakılıp- yıkılması ve Suriye’nin gösterdiği direnişin kırılmasının gerekliliği hem bölgesel hegemonya hem de küresel güç olarak ayakta kalmak açısından büyük öneme sahiptir. Suriye’ye baş eğdirilmeden bu projenin daha büyük hedeflere doğru yönlendirilmesinin hemen hemen imkânsız olduğu bilinen bir gerçektir. Kaldı ki Kaddafi’nin feci bir şekilde katli de bölge liderlerine verilen kesin bir gözdağıdır, ültimatomdur. Bu zalimliğin arkasında yatan nedenlerin başında ise emperyalizmin içinde debelendiği krizin tahammül noktasını aşma düzeyine gelmesinin olduğu besbellidir.

Diğer yandan, emperyalizminin sürekli bunalımının son ekonomik krizle birlikte daha da derinleşmesinin, yükselen güç Çin’in temkinli politikasının önünü açtığını da söyleyebiliriz. Krize rağmen hala çok büyük bir ekonomik ve özellikle de askeri güç olan ABD’ye doğrudan karşı koyabilecek koşullara sahip olmayan Çin’in zamana oynayarak, bu emperyalist gücün daha fazla yıpranmasını bekleyeceği anlaşılmaktadır. Artık uslu bir takipçiden çok rahatsız edici şekilde güç toplayan bir dünya aktörü olmaya başladığını görebiliyoruz. Yalnız Çin’in “aktörlükten” sahiciliğe atlayabilmesi için; öncelikle ABD’nin dolarına ve hazine kâğıtlarına karşı durabilmesi gerekir. Kısacası Çin’in ABD’ye verdiği (veya vermek zorunda kaldığı) borcu kesebilmesi halinde Asya kaplanlığının ötesine geçebilir. Yoksa üretmeye devam eden bir Asya ekonomisinin ötesine geçmesi, dünya ölçüsünde bir finans merkezi haline gelmesi çok zor görünüyor.

Dünyanın geleceğinin belirlenmesinde en büyük yarışın Asya üzerinden olacağı ve bu yarışın, Çin’in yanı sıra, güçlü adaylarından birinin de Rusya olduğu yadsınamaz. Kendini toparlama süreci yaşayan Rusya’nın kısmen Doğu Avrupa ve Orta Asya üzerinde bilinen etkinliğinin de ABD için rahatsız edici olduğu bellidir. Çin ve Rusya’nın Avrasya üzerinden, “kendi çöplüklerinde” meydan okumaları dünyanın yeni jeopolitiği yönünden azımsanmayacak bir gelişmedir. Bu gelişmeyi dünyanın diğer bölgelerinde yeni güç odaklarının da ayağa kalkması takip edebilir. Örneğin Latin Amerika’da Brezilya ve anti-emperyalist bölgesel müttefiklerinin gittikçe güç ve etkinlik kazanmaları da ABD için rahatsızlık kaynağı oluşturan gelişmelerdir. Çünkü “eşitsiz gelişim yasası” ABD’ye karşı da işlemeye devam etmektedir.

700 milyar dolarlık ekonomik teşvik programından sonra da sorunlarını aşamayan ABD emperyalizmini rahatsız eden sadece yükselen bu büyük ülkeler değildir. Kendi ülkesindeki ekonomik, finans sorunlarının yanı sıra Batılı mali sistemin borçlarını ödeyememesi, Yunanistan’dan sonra İtalya ve İspanya gibi sistemin önemli parçalarının komaya girme yolunda olmaları, Amerikan bankalarının bu ülkenin hazine bonolarını daha az kullanmaya başlamaları da yeni sorunları beraberinde taşımaktadır. ABD’nin 14.3 trilyon dolara varan borçla birlikte, doların uluslar arası ortamda eski güvenirliliğini kaybetmekte oluşu, zirveden aşağıya doğru kayışın işaretleri değilse nedir? Bu gelişmelerin, ABD’nin dış politikasının yaptırım gücünün sorgulanmasına neden olacağı da bellidir. Karşı karşıya olduğu büyük borç miktarı ve borçlanma oranının son yıllarda ciddi bir hızla yükselişi en yakın müttefiklerini ve sadık işbirlikçilerini bile rahatsız etmeye başlamıştır.

Emperyalizmin en önemli kuruluşlarından olan AB’nin de kamu borç stokunun 11 trilyon dolar civarında olması ve bu borcun dörtte birinin tek başına İtalya’ya ait bulunması, bu ülkenin kamu borçlarının, milli gelirinin yüzde 120’si dolayına ulaşmasının Batı emperyalizmi için tehlike çanlarının daha acı çalmasına yol açacağını göstermektedir. Türkiye gibi enerji alanında dışa bağımlı olan İtalya’nın yaşamaya başladığı sarsıntı ülkemizi de olumsuz olarak etkileyecektir. İtalya’nın Türkiye’nin dış ticaretindeki payı yüzde 6 gibi ihmal edilemeyecek bir rakamdır. Koç grubu için de bu ülkenin önemi yadsınamaz.

Krizin uzun süreceğini IMF Başkanı bile telaffuz ettiğine göre; Avrupalılar yeni bir “Marshall Yardımı” beklentisi içine girebilirler. Ama bu gidişle ABD’nin kendisi de yardıma muhtaç bir durumla karşı karşıya kalabilir. Acaba bu beklentiye BRİCK ülkeleri nasıl bakarlar!?

ABD emperyalizminin ciddi ekonomik ve finansal sorunlarına rağmen askeri yönden hala çok güçlü olduğu, özellikle konvansiyonel açıdan bir sorununun bulunmadığını uzmanlar belirtmektedir. Zaten ekonomisinin birden bire gümbürdememesinin en önemli nedeni de bu askeri gücüne dayanarak dünyanın haramisi kesilmesindendir. Kendi çıkarı söz konusu olunca; “serbest piyasa” kavramı da boş laftır, çünkü bu ülke için her alanda geçerli olan en önemli gerçek, şantaj ve zorbalıktır. Her şeye rağmen yeni büyük yatırımlar gerektiren uzayın silahlandırılması gibi konularda ciddi sorunlarla karşılaşacağı da açıktır. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasında rol oynayan “Yıldız Savaşları” projesi gibi sanal projelerin sahicileri ve siber savaşlar belki de ABD’nin başına bela olacaktır.

Hiç şüphesiz bu büyük sorunlara, Wall Streett’te başlayan ve giderek yaygınlaşan “yüzde doksan dokuzun” somut taleplerinin ve eylemlerinin etkilerini de eklemek gerekir. Kapitalist ülkelerde yoksulluk artarken, buna bağlı olarak kenar semtlerde yaşayanlar açlık içinde kıvranırken kriz, büyük tekellerin, bankaların ve yöneticilerinin hepsini olumsuz olarak etkilememektedir. Yere çakılanların üzerlerine basarak yükselenlerin olduğunu göz ardı edemeyiz. Kapitalistler birbirlerinin yamyamıdırlar. “Fortune” dergisine göre 354 dolar milyarderinin serveti, birçok Avrupa ülkesinin GSYİH’sını geçmektedir. Bu milyarderler kapitalist ülkelerin gerçek iktidarlarını oluştururlarken emekçiler, işsizler, evsizler, göçmenler krizin altında ezilmektedirler. Özgürlükler ülkesi Amerika’da; 400 en zenginin, en alttaki 150 milyon kişinin toplamından daha zengin olduğu da bir diğer gerçektir. Büyük tekellerin, finans oligarşisinin yarattığı krizin faturası da bu kesimlere kesildiği için son zamanlarda daha büyük kitlesel güçler şeklinde ayağa kalkmaya başladıklarına tanık oluyoruz.

Günümüzde Batı’nın emperyalist devletlerindeki burjuva demokrasilerinin ürettiği yalanlar, artık yoksul halkın karnını doyurmuyor. Onları çıkmaya başladıkları Wall Street’lerden uzaklaştırmaya yetmiyor. İçi boşaltılmış demokrasi, özgürlük ve insan hakları kavramlarıyla, liberal ve post-modern ninniler ile artık sıradan insanları da ikna etmekte zorlanıyorlar. Medya karartmalarının da bu gidişle eskisi kadar etkili olamayacağı anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak: Kriz içinde bunalan emperyalizmi, bilinçlenen toplumların haklı direnişleri, son yıllarda ölü toprağını üzerlerinden atmaya başlayan dünya halklarının ve bağımsızlıkçı bir kişilik kazanma yolunda olan ülkelerin çoğalması ve kapitalist ülkelerde de haklarını aramaya yönelen vicdanlı kitlelerin yükselen mücadeleleri çatırdatacaktır. Ancak devrimci fikirlerin halka benimsetilmesi, devrimci önderliğin yol gösterici olması ve mücadeleyi örgütleyip sürüklemesi halinde emperyalizme karşı kalıcı başarıya doğru gidilebilineceğini de unutmayalım.

Dünyanın doğusunda ve güneyinde daha da gelişecek anti-emperyalist mücadelelerin kürenin geleceği için belirleyici olacağı ve bu mücadelelerin Batı’da yükselecek anti-kapitalist kalkışmalarla kuracakları organik birliğin nihai kurtuluşu sağlayacağı açıktır.

Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir