Emek Mücadelesi Yükselişe Geçiyor… Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Önümüzdeki dönemin en önemli politikalarından birincisi, emekçi kitlelerin gelişen direnişlerini mevcut

bütün güçlerle desteklemek, ikincisi de AKP Anayasasına karşı en geniş birliği oluşturarak bu gelişmeye karşı durmak olmalıdır

maliyilmaz@anafikir.gen.tr

1- Tekel Direnişinin Işığı Bugünü De Aydınlatıyor

Anayasa referandumda ve genel seçimlerde AKP’nin başarılı olmasına, TÜRK-İŞ seçimlerini işçi sınıfına ihanet içinde olanların kazanmasına rağmen, CHP’nin emperyalizmin yeni bölge politikaları doğrultusunda operasyona uğratılmasına, devrimin yolunda yürüyenlere karşı sol içinden devşirilenlerin iftira ve çamur atmalarına karşın emekçilerin mücadelesi ve ülkenin devrimci damarı hepten yok edilemedi ve edilemiyor. Baskılar, gözaltılar, özel yetkili mahkemeler, biber gazları, operasyonlar, hapishanelere tıkmaların, öldürmelerin ve biber gazlı saldırıların devrimcileri sindiremediği bir süreç yaşandı, yaşanıyor. Emperyalizmin siyasi operasyonlarının yanı sıra yürüttüğü ideolojik-kültürel ve dezenformasyon bombardımanının kitleler üzerinde yarattığı teslimiyetçi havanın kırılmaya başladığına tanık oluyoruz. Başaramadılar, 2012 Mayıs’ı devrimciydi ve bu gerçeğin altını çizdi.

Toplumun ileri unsurlarının, Ortadoğu ve Türkiye üzerinde emperyalizmin çevirdiği dolapların, ABD’nin yeni Ortadoğu planlarında AKP’ye verilen görevlerin ne anlama geldiğini artık fark etmeye başladıklarına tanık oluyoruz.

Emekçi kesimlerin siyasi görüşlerindeki açık ayrılıklara, dinsel ve etnik farklılıklarına rağmen ülkenin sürüklendiği çıkmazları ve sınıfsal çıkarlarını yavaş da olsa görmeye başladıklarını söyleyebiliriz. Son zamanlarda ülkenin dörtbir yanında küçük de olsa işçi direnişlerinin uç vermeye başladığını, hak arama eylemlerinin gelişme gösterdiğini,  toplumun önüne kurulan bentlerin birer birer yıkılmaya başladığını gözlemliyoruz.

 Adana’da TEDAŞ işçilerinin gösterdikleri can siperana direnişi ve Ankara’da 27 Nisan’dan itibaren direnen Togo işçilerinin sendikaya girdikleri için işten atılmalarına karşı yürükleri mücadeleyi küçümsememek gerekir.

Mersin’de Şişecam Kimyasallar Grubu’na bağlı Soda Sanayi ve Kromsan fabrikalarında ve tuz işletmelerinde 18 Mayıs’ta grev başladı. Petrol-İş’in örgütlü olduğu fabrikalarda 528 işçinin greve gitmesi önemlidir.

Kampana deri işçileri 422 gündür (20 Mayıs itibariyle) direniyorlar.

Hacettepe Hastanesi taşeron işçilerinin kesilen maaşlarını direnerek aldıklarını hatırlayalım.

Hey tekstil işçilerinin ve birçok belediyede verilen mücadeleleri de unutmayalım.

Uzun zamandır ilk kez emekçiler bu ölçüde ayağa kalkmaya başladılar.

2- 1 Mayıs’la Birlikte Kitleler Yönünü Direnişe Çevirdi

 Bu yıl ülkenin dörtbir yanında gerçekleştirilen 1 Mayıs işçi bayramının yarattığı coşkunun, geniş kitlesel katılımların anlamını iyi tahlil etmeliyiz. Yıllardan beri ilk kez bu kadar geniş kitlesel ve asıl anlamına yaklaşan bir bayram yaptık. Bu olumlu gelişmenin altında krizin kitleler üzerinde yarattığı etkinin önemi büyüktür. Ekonomik kriz kitleleri giderek daha derinden sarsmaya devam ediyor.

Kapitalizmin yapısal krizi bütün dünyada sanılandan da büyük etkiler yaratmaktadır. Bu etki gün geçtikçe, dalga dalga ülkeleri ve emekçi kitleleri sarmalamaktadır. Derinden derine bütün halkların yaşamlarını sallamaya başlayan bu krizin ne kadar büyük ve önemli sonuçlar doğuracağını önümüzdeki aylarda daha net olarak göreceğiz. Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerde krizin etkisi daha sıcak bir şekilde hissedilmeye başlandı. Birçok büyük firma çok sayıda işçi çıkarmaya devam ediyor. İşsizlik, yoksulluk ve açlık her geçen gün artmaya devam ediyor. Avrupa bir çıkmaz içinde bocalarken “sol” tırmanışa geçti.

 Ülkemizde 1 Mayıs’ın anlamı Batılı ülkelerden farklı özelliklere sahiptir. Her şeyden önce bizde 1 Mayıs’lar bütün yozlaştırma, özünden saptırma ve iktidarın içselleştirme, sağa çekme gayretlerine rağmen devrimcidir, anti-emperyalisttir ve sosyalist-politiktir. Bütün halkın gözünde 1 Mayıs kutlamaları sol kimliklidir. Ne dinsel ve mezhepsel, ne etnik ne de egemen siyasetin her hangi bir biçimi1 Mayıs’ı işçi sınıfının ideolojik ve kültürel hegemonyasından koparabilmiştir. Katliamlar, saldırılar, yozlaştırma çabaları hiç biri 1 Mayıs’ı emekçilerden, emekçileri de 1 Mayıs’dan koparamamıştır. Bu yılki 1 Mayıs kutlamaları da bu gerçeğin açıkça kanıtlanmasıdır.

3- 6 Mayıs Denizler Gününe Kitleler Sahip Çıktı

Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i anmak için en çok sokağa dökülenler ne devrimciler ve sosyalistlerdi ne de 68’lilerdi. Bu yıl Karşıyaka mezarlığında saygı yürüyüşü yapanların büyük bir çoğunluğu “sol” kuruluşlara uğramayan, bu çevrelerle bir bağı olmayan, hatta mitinglere de gelmeyen gencecik öğrenciler ve hiçbir gruplaşma içinde yer almayan sokaktan, mahalleden insanlardı. Büyük bir olgunluk içinde Denizlere ve Mahirlere saygılarını sundular ve öylece bir orman sessizliğiyle çekip gittiler. Bu gelişmeyi, yeni bir gizil gücün ellerini yavaş yavaş toprağa dayamaya başladığının göstergesidir dersek abartmış olmayız.

 İktidarın sola dönük gittikçe artan baskısına, egemen sınıfların Denizleri içselleştirme gayretlerine, medyanın çarpıtmalarına ve bir kısım 68’linin gerçekleri bugün geldikleri, bulundukları noktadan değerlendirmelerine rağmen kitleler devrimci geçmişimize sahip çıkmasını bildiğini göstererek gelecek için umut verdi.

Deprem bölgesi Van’da 19 Mayıs kutlaması

 

4- 19 Mayıs Gençlik Bayramı Yasağı Ters Etki Yaptı

AKP iktidarının 19 Mayıs yasağı toplumun geniş kesimince dinlenmedi ve kitleler yasak duvarını ezip geçti. Bu gelişme emperyalizme ve AKP taşeronluğuna karşı halkın demokrat kesiminin kısılan sesini yeniden çıkarmaya başladığını gösteriyor. Aydınların, sanatçıların birkaç senedir örülen korku duvarını aşmaya başladıklarına tanık oluyoruz. Bu gelişmeler tarihsel anlama sahip olaylardır ve anlamı ve önemi ileride daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır.

Burada yeri gelmişken 1975 senesinin 19 Mayıs kutlamalarından kısaca söz etmek istiyorum. 1974’ün sonlarından itibaren faşistler devrimci gençlere karşı silahlı saldırıları başlatarak sağcı partileri bir araya gelmeye zorluyorlardı. Faşistlerin bu saldırı politikalarının da etkisiyle 1975 Mart’ının sonunda 1.MC hükümetinin kuruluşu gerçekleştirildi. 1.MC hükümeti 19 Mayıs törenlerinin sönük geçmesi için çaba harcamaya başladı. Bu arada İsmail Cem TRT Genel Müdürlüğü’nden alınarak yerine Aydınlar Ocağı yöneticilerinden Nevzat Yalçıntaş atandı. Türk İslam Sentezcisi olan yeni Genel Müdür, 19 Mayıs törenlerini TRT’nin o yıl yayınlamasını önledi. Bu arada Ankara’da da havanın yağmurlu olduğu gerekçe gösterilerek törenler iptal edildi. Yoğun eleştiriler üzerine Mayıs’ın son günü Cebeci Stadı’nda Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün de katıldığı bir tören düzenlendi.

MC iktidarının engellemesi nedeniyle siyasallaşan bu törene Ankara’daki devrimci gençlerin kitle örgütü olan AYÖD olarak biz de katılmaya karar verdik. Stadın geniş bir bölümünü doldurduk ve sloganlar atmaya başladık. Polisin etrafımızı kuşatmasından sonra stadın karşı bölümüne Site yurdundan faşistler geldiler ve onlar da kendi sloganlarını atmaya başladılar.

Sahada ise Gazi Eğitim’in Beden Eğitimi Bölümü öğrencileri spor gösterileri yapıyorlardı. Gösteri sırasında önceden kararlaştırdığımız gibi öğrenciler ortaya çıkardıkları pankartları devlet erkânının önüne diktiler. Pankartlarda “Yaşasın Demokratik Yüksek Öğretim”, “Kahrolsun Faşizm”, “Bağımsız Türkiye” gibi demokratik içerikli sloganlar yer alıyordu. Pankartların dikilmesiyle birlikte yoğun bir şekilde anti-emperyalist ve anti-faşist içerikli sloganlar atmaya ve marşlar söylemeye başladık. Bu sırada polis bize karşı copla saldırıya geçti. Bir süre sonra stattan dışarı çıktık ve dışarıda faşistlerle taşlaşmaya başladık. Polisin dışarıda da saldırıyı sürdürmesi üzerine Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önüne çekildik. Burada yapılan eylemin bir değerlendirmesini yapmak üzere Siyasal’ın önünde dernek adına bir konuşma yaptım. Bu konuşmaya, “Emperyalizme karşı ülkemizde verilen bağımsızlık mücadelesinin başlangıcı olan 19 Mayıs’ı kutlamak için yaptığımız bu eylem…” şeklinde başladım. Bu konuşmanın içeriğine karşı olan Muhalefet kesimi ( o zamanlar  “Sovyet Sosyal Emperyalizmi” diyen gruplar) beni konuşturmamak için paçalarımdan çekiştirerek bağırıp çağırmaya başladılar. Onların bu itirazlarına rağmen konuşmayı, 1920’lerin anti-emperyalizmi ile 1960’ların tam bağımsızlıkçılığını, 1970’lerin anti-faşist mücadele anlayışımızla bütünleştiren bir çizgide sürdürerek tamamladım.

Kısacası 19 Mayıs’lar yeni engellenmiyor. Bugünkü AKP iktidarının geçmişteki benzerleri de bu bayrama karşı takıntılıydılar. Çünkü ülkemizdeki sağ iktidarlar, DP iktidarından bu yana tamamı, Kurtuluş Savaşı’nın ve sonrasında elde edilen bütün demokratik hakların kindar düşmanları olagelmişlerdir.

Bu arada önümüzdeki 29 Ekim kutlamalarının da AKP’nin gerici politikaları nedeniyle eskileriyle kıyaslanamayacak derecede siyasileşeceği ve bu yüzden geniş halk kitleleri tarafından büyük katılımlarla kutlanacağının da altını çizelim. Devrimciler bu eylemlerden tümüyle uzak kalmayı sürdürürlerse, son yıllarda etkisi altında kaldıkları sözde sol ama özde sağ ve Batı kaynaklı eğilimlerin hegemonyasından kurtulamazlarsa geniş kitlelerden kopmaya devam etme tehlikesi ile karşıkarşıya kalırlar. Özellikle devrimci gençlerin son yıllarda baskın bir anlayış olarak piyasaya sürülen geçmişin ilerici, yurtsever değerlerine sırt çevirme davranışından kurtularak ilerici-demokrat halk kitleleri ile bütünleşen eylemleri örgütlemeleri çok önemlidir. Kitlelerle kucaklaşmayan eylemlerin devrimci olmadığını anladıklarında tren çoktan kaçmış olacaktır.

Yaşanılan son 15–20 yıllık tecrübeden ders çıkarmayan, bu dönemin gösterişli ama o ölçüde de yanıltıcı lafızlarına bağlı kalan anlayışların emekçi kitleler arasında bir adım bile ileri gitmesi mümkün değildir. Halk kitlelerinin yüz vermediği düşüncelerin ve eylemlerin devrimci mücadele açısından beş paralık değeri yoktur.

5-Kamu Çalışanlarının 23 Mayıs Direnişinde Gerçekleştirdikleri Eylem Birliği İktidarı Ürküttü

Bu Mayıs ayıyla birlikte emperyalizme ortaklık yapan sermaye çevreleri ve AKP iktidarı uzun zamandır ilk kez korkmaya başladılar. Çünkü siyasal eğilim farklılıklarına rağmen emekçiler ilk kez sınıfsal karakterlerini ortaya koyuyorlar.

23 Mayıs direnişiyle birlikte cin şişeden çıktı bir kez. Sağcı sendikacılar istedikleri kadar üyelerini engellemeye çalışsınlar artık ortak mücadelenin yolu açıldı. Birlikte verilen mücadele karşısında iktidarın duramayacağını bütün çalışanlar gördüler ve yaşadılar. Bu somut durumu yaşamış olmaları ve birlikte mücadelenin tadını almaya başlamaları çok önemli bir gelişme. Bu mücadeleyi yürütenler işçi olmayan kamu çalışanları olsalar da yapılan ortak eylem el konan bir hakkı alma mücadelesi olması bakımından önemli ve devrimcidir.

Rusya’da 1905 Devrimi’ne öncülük eden sistem yanlısı bir papazdı. O zaman sosyalistler ise büyük ve belirleyici bir güç değillerdi. Evet, ideolojik ve örgütsel olarak bir güçtüler ama geniş halk kitlelerini yönlendirmekten çok uzaktılar. Ama devrim geliştikçe ve mücadele büyüdükçe Bolşevikler güçlenmeye devam ettiler. Bu gelişen demokratik devrim sürecinin en önemli anahtarının da grev ve daha çok grev olduğunu unutmayalım. Mayıs ayındaki bu olumlu gelişmelerle 1905 Devrimi arasında bir paralellik kurmak elbette ki çok zor. Ama bir ufuk kazandırmak, bir bakış sağlamak için bu örneğe değinme ihtiyacı hissettim. Yeterince gücü ve etkinliği olmayan bir hareketin koşullar olgunlaşınca kitle eylemleri içerisinde nasıl güçlendiğini ve mücadeleyi yükselttiğini anlamak için bu örnekten söz ediyorum.

Devrimci mücadele inişli çıkışlı, uygun koşullar ortaya çıkınca ani sıçramaların da olabileceği bir süreçtir. Ne aşırı karamsarlığı ne de aşırı iyimserliği kaldırır. En önemlisi tutarlı, doğru bir ideolojiyle teçhizatlanmış, somutu iyi tahlil etme yeteneğine sahip gerçekten devrimci ve stratejisi belli, kitlelerin talepleriyle politikayı kaynaştıran şiarları öne çıkarabilen bir siyasi yapının, önderliğin olmasıdır. 1905’de Rusya’da işte bunlar vardı ve sonuçta mücadele başarıya koştu.

 Lenin’in 1905 Devrimi’nden12 yıl sonra o günleri nasıl değerlendirdiğine bakalım ve ders çıkaralım.

“İşte 22 Ocak 1905’in anlamı, muazzam halk kitlelerinin politik bilince ve devrimci mücadeleye uyanmalarında yatar.

“ ‘Rusya’da henüz devrimci bir halk yoktur’-işte ‘Kanlı Pazar’dan iki gün önce Rus liberallerinin o zamanki önderi… Bay Struve böyle yazmıştı. Burjuva reformistlerinin ‘kültürlü’, burnu büyük ve bir o kadar da aptal önderine, cahil bir köylü ülkesinin devrimci bir halk doğurabileceği (abç) düşüncesi böylesine saçma geliyordu! O zamanın reformistleri-tıpkı bugünküler gibi-gerçek bir devrimin imkansız olduğundan bu kadar emindiler!” (Lenin, Seçme Eserler, Cilt:3, S.14, İnter Y.)

Bu devrim döneminde devrimcileri, burjuva devrimine katılmayı ve en önemlisi de halkı hor gören reformistlere karşı Lenin şu kararlı ifadeleri kullanıyordu:

22 Ocak 1905’ten önce Rusya’nın devrimci partileri bir avuç insandan oluşuyordu-bir ‘tarikat’, diye hakaret ediyorlardı bize o zamanki reformistler, tıpkı bugünküler gibi. Birkaç yüz devrimci teşkilatçı, birkaç bin yerel örgüt üyesi, esas olarak yurtdışında basılan ve çok büyük zorluklar ve fedakârlıklarla gizlice Rusya’ya sokulan, ayda ençok bir kez çıkan yarım düzine devrimci gazete–22 Ocak 1905’ten önce başta devrimci sosyal-demokrasi olmak üzere Rusya’nın devrimci partilerinin durumu buydu. Darkafalı oldukları kadar da kibirli reformistlere, Rusya’da henüz devrimci bir halk olmadığını iddia etme hakkını veren buydu.” (Abç), (Lenin, age, s.15.)

Bir avuç devrimcinin koşullar olgunlaşınca, devrimci kararlılık ve devrimci mücadele azmiyle yürütülen kavganın, doğru önderlikle nasıl büyük kitlelerle kucaklaşmaya başladığını Lenin’in şu sözlerinde buluyoruz:

“Birkaç ay sonra durum tamamen bambaşkaydı! Sosyal-demokrat yüzler ‘aniden’ binler oldu, binler ise 2–3 milyon proleterin önderi durumuna geldi. Proleter mücadele, 50–100 milyon köylü kitlesi içinde büyük bir mayalanma, hatta kısmen devrimci bir hareket doğurdu, bu köylü hareketi ordu içinde sempati yarattı ve askeri isyanlara, ordunun bir kesiminin diğer kesimine karşı silahlı mücadelelerine yol açtı. 130 milyon nüfuslu dev ülke kendini devrimin içinde buldu, uyuyan Rusya devrimci proletaryanın ve devrimci halkın Rusya’sına dönüştü.” (abç), (Lenin, age, s.15).

Bu devrimci geçiş nasıl oldu, ne yapıldı da bir avuç devrimci binler ve hatta milyonlar oldu. Bu gelişmenin sırrı nedir? Lenin bu sırrın ne olduğunu açıklıyor:

“Bu geçişin en önemli aracı kitle greviydi. Rus devriminin özelliği tam da, sosyal içeriği itibariyle burjuva-demokratik, mücadele araçları itibariyle ise proleter bir devrim olmasında yatmaktadır. Burjuva demokratik bir devrimdi, çünkü doğrudan hedeflediği ve doğrudan, kendi öz gücüyle elde edebildiği şeyler, demokratik cumhuriyet, sekiz saatlik işgünü, soyluların muazzam büyük toprak mülkiyetine el konulması- tüm bunlar, Fransa’daki burjuva devriminin 1792/93 yıllarında büyük ölçüde gerçekleştirdiği önlemlerdi.

“Rus devrimi aynı zamanda, sadece proletaryanın hareketin önder gücünü, öncü müfrezesini oluşturması anlamında değil, aynı zamanda özgül proleter mücadele aracının, yani grevin, kitlelerin harekete geçirilmesinde başlıca araç ve tayin edici olayların dalga dalga akan seyri içinde en karakteristik şey olması anlamında da proleter bir devrimdi.” (Lenin, age, s.15)

Grevin, emekçi kitlelerin ekonomik-demokratik hak mücadelelerinin onların harekete geçirilmesindeki önemi ve devrimci mücadeleye katkısı, bu mücadeleyi daha ileri aşamalara taşıyacak olan asıl etkenin de bu eylemlerin olacağı unutulmamalıdır. Devrimcilerin emekçi kitlelerle bağ kurmalarında doğru politikalarla birlikte bu direnişlerin belirleyici etken olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır.

Elbette ki kamu çalışanları işçi değil ve sınıf olmaktan çok bir ara tabakadır. İşçi sınıfının karakteristik özelliklerini de tam olarak göstermez. Ama toplu ve etkili bir kitle eyleminin bütün ülke düzeyinde, diğer kesimler üzerinde yaratacağı etkiyi ve sonuçlarını dikkate almak gerekir. Hele de gittikçe derinleşen bu kriz koşullarında.

 Türkiye’de geniş halk kesimleri yavaş yavaş bir sınıra doğru yaklaşıyor. Hızla son dayanma, tahammül sınırına doğru gidiyoruz. Köyler bilinçli olarak boşaltılıyor, şehirlerde işsizlik almış başını gidiyor. Sürekli işten atılmalar, iş kazaları ya da cinayetlerinde kaybedilen canlar… İnsan yerine konulmayan çalışanlar, gittikçe fakirleşen üreticiler… AKP’nin sürekli olarak kendi zenginlerini yaratıyor olması ve halkın artık bu kayırmaların, talanın farkına varmaya başlaması yeni direnişlerin, yeni mücadelelerin habercisidir. Son günlerde patlak veren THY grevi yeni bir eylemlilik sürecinin doğmakta olduğunu gösteriyor. Grevin büyük gücünü bilen AKP’nin “havacılıkta grev yasağı” girişimine karşı Hava-İş Sendikası yeni bir direnişle cevap veriyor. Böylesine arka arkaya patlayan direnişlere, grevlere uzun zamandır tanık olmuyorduk. Gündüzü kısaltıp geceyi uzatanlara karşı, gündüzü uzatacak olanlar sokaklara çıkarak meydanın boş olmadığını gösteriyorlar.

Kamu çalışanlarına reva görülen düşük ücret artış oranı da yeni mücadelelerin habercisidir. Bakmayın siz iktidarın cakasına, afrasına tafrasına emperyalizmin sahneye sürdüğü gösteri adamı zor durumda. Çünkü oyunun kurucusu da zor durumda.

6-Kamu Çalışanlarının Eylem Birliğini Yeni ABD-AKP Anayasasına Cepheden Karşı Çıkışa Dönüştürmek Gerekir

Kamu çalışanları ve diğer kitle örgütlerinin yarattıkları eylem birliğinin AKP’nin hak gasplarına karşı önümüzdeki günlerde de sürdürülmesi yerinde bir davranış olacaktır. Bir sermaye partisi olan AKP’nin işçilerin, kamu çalışanlarının ve diğer emekçilerin taleplerine olumlu cevap vermeyeceğini anlamak için müneccim olmaya gerek yoktur. Son zamanlara kadar muhafazakâr kesimi kolayca kandıran, ağızlara küçük bal çalmalarla ve gündem saptırma ustalıklarıyla iyi niyetli kitleleri aldatan AKP’nin gerçek yüzünü artık bu kesimlerin de görmeye başladığını önümüzdeki süreç daha net ortaya koyacaktır.

 Dış politikadaki başarısızlıklar, Suriye’ye karşı takındıkları hasmane, ABD ve İsrail yanlısı tutum, Kürecik radar sistemiyle ilgili halka yalan söylenmesi, ABD’nin her isteğine boyun eğilmesi, fakirin-fukaranın, yoksulun ve çalışan emekçinin değil zenginin yanında durulması, baskılar, hapishanelere atılan suçsuz insanların yaşadıkları dramları artık halk görmeye, anlamaya başladı. Bu nedenle AKP’nin yapacağı Anayasanın da halkın değil sermaye çevrelerinin anayasası olacağını kitleler fark etmekte fazla gecikmeyeceklerdir.

Sendikalar, kitle örgütleri ve siyasi yapıların bu yeni AKP Anayasasına cepheden karşı çıkmak için mücadele birliği yapmaları gerekir. Önümüzde duran en önemli ve temel görev emekçi ve demokrasi karşıtı AKP Anayasasına karşı hep birlikte ayağa kalkmaktır. Her kesim uzun vadeli sınıfsal çıkarını göz önüne alarak politika belirlemeli, yararcı siyasal ya da dinsel veya etnik nedenlere dayanarak yön belirlenmemeli. Oportünistlik yapanların tarihe ve geleceğe hesap veremeyecekleri açıktır. Anayasa gibi toplumun uzun vadede yönünü, yaşam tarzını, bir anlamda hayatiyetini tarif edecek olan hukuksal metne herkesin sorumlulukla yaklaşması hayati bir zorunluluktur.

Yapılması Gereken…

12 Eylül anayasa referandumu öncesinde açılan “Hayır” kampanyasına öncülük eden devrimcilerin, sosyalistlerin, siyasal parti ve grupların, yeni ABD-AKP Anayasasına karşı etkin bir eylem birliği platformu kurulmasına da öncülük etmeleri ve bu platforma ezilen, sömürülen, horlanan toplum kesitlerinin temsilcilerini de davet etmeleri tarihsel bir gereklilikten de öte zorunluluktur.

Devrimciler, bu yeni kitle eylemliliği döneminde, AKP’nin emperyalizme daha fazla bağımlı, sermayenin daha çok egemen olduğu bu yeni gerici sistemin Anayasasını yapmasını engellemeyi önüne görev olarak koymaları gerekir. Bu amaçla en geniş eylem ve mücadele birliğinin yaratılması için harekete geçilmelidir. Bir yandan emekçi kitle mücadeleleri yükseltilirken diğer yandan da AKP Anayasasına karşı gittikçe büyüyen güç birlikleri oluşturulmalıdır. Bu anayasa çalışmalarına cepheden karşı çıkılarak en geniş “Hayır” kampanyaları vakit geçirilmeden örgütlenmelidir.

 Önümüzdeki dönemin en önemli politikalarından birincisi, emekçi kitlelerin gelişen direnişlerini mevcut bütün güçlerle desteklemek, ikincisi de AKP Anayasasına karşı en geniş birliği oluşturarak bu gelişmeye karşı durmak olmalıdır. Bunlar yapılırken halk kitlelerinin ilerici değerlerini sahiplenmekten sakınmamak gerektiğini, gerici ve işbirlikçi AKP’ye karşı devrimci-yurtsever damarı öne çıkarmanın önemini de unutmamalıyız. Yoksa sebep olunacak yeni bir moral çöküntünün sorumluluğunu hiç kimse üstlenemez.

Bitirirken, “www.gerçekedebiyat.com”da yayınlanan Yannis Ritsos’un “Boyun Eğmeyen Ülke” adlı şiirinin bir parçasını buraya koymazsam yazının eksik kalacağını düşünüyorum.

“(…)

yeniden hazırlamalıyız bayrağımızı,

çünkü şenliklerimiz daha bitmedi, kardeşlerim-

en iyi şenliklerimiz yarınların şenlikleridir

ve en iyi bayrak kanımızla boyanmış olandır.

(…)” http://www.gercekedebiyat.com/haber-detay/boyun-egmeyen-ulke-yannis-ritsos/20

 

                                                                                        Mehmet Ali Yılmaz

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir