AKP Hükümeti Toplu İş İlişkileri Kanunu’nu niçin çıkarıyor?
hbascil@anafikir.gen.tr
12 Eylül faşist darbesini yapan generallerden ikisinin yargılandığı -hesap sorulduğu (!)- bir dönemde, açık faşist rejimin “2821 ve 2822 sayılı sendikalar ve TİS yasası” da kaldırılıyor. Yerine sivillerin -özgürlükçü/demokratikleşmeden yana olanların (!) da- sesi olan AKP, Toplu İş İlişkileri Kanunu’nu koyuyor.
Peki, AKP iktidarı ile birlikte 12 Eylül askeri rejimi adım adım hayatın her alanından tasfiye mi ediliyor?
Sendikalar ve TİS’ne yönelik AKP’nin ‘büyük bir itina’ ile hazırladığı Toplu İş İlişkileri Kanunu’nu nasıl değerlendireceğiz? Tümüne katılmayıp, “yetersiz ama evet!” mi, “askerlerin yasası değil sivillerin yasası” mı ya da “statükonun, 12 Eylül rejiminin bir alandan daha silinmesi, demokratikleşme mi” diyeceğiz?
Değerlendirmeyi neye göre yapacağız, neleri kriter alacağız?
Bu nedenle en iyisi, tüm bu kavramları bir kenara atıp, daha basit ve anlaşılır bir yönteme başvurmak. O da yapılan-edileni, 12 Eylül rejiminin yasal düzenlemelerinden birisinin kaldırılıp yerine konan yenisinin hangi sınıfın yararına ya da hangi sınıfın zararına olacağının ortaya serilmesi.
Aksine yaklaşımlar, sınıf mücadelesinin sürdürülme araçlarını oluşturan siyasi partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri vb.’nin hangi sınıfı temsil ettikleri veya hangi sınıfın yararı doğrultusunda politikalar ürettiklerine bakmaksızın, yapılanı, edileni, “asker/sivil, statüko, vesayetçi, darbeci, özgürlükçü, demokratikleşmeden yana!” vb. kavramlar üzerinden değerlendirmek, sol içinde önemli yalpalamalara ve çatışmalara yol açıyor.
Sermayenin sömürüsüne karşı işçi sınıfının kendisini korumasını ve kendi düzenini de yaratmasını amaçlayan sendikal örgütlenmeye, grevlerine ilişkin her türlü yasal düzenleme, sınıflar mücadelesinin hukuk zeminindeki tezahürüdür. Nitekim ülkemizde bir zaman dilimindeki sınıf mücadelesinin hukuksal ifadesi olan sosyal güvenlik, çalışma yaşamı, sendikalar vb. ne bir başka zaman dilimindeki sınıflar mücadelesi/güçler dengesinin ürünü olan hukuksal düzenlemelere (yeni anayasa, İş kanunu, sendikalar kanunu vb.) atıfta bulunulması ya da başka ülkelerin referans gösterilmesi yeni oluşturulan hukuksal çerçeve için temel oluşturmadığını günümüzdeki gelişmeler ortaya koymaktadır.
Emek sermaye çatışması, diğer bir deyişle sınıflar mücadelesi, bu sınıfların örgütlülükleri, bilinçleri, diğer sınıflar/toplumsal kesimler üzerindeki etkileri, hayata müdahale kapasiteleri, kısacası güçleri üst yapı kurumlarını oluşturan hukuk (anayasa, kanunlar, yönetmelikler vb.) içinde yer alan ekonomik-sosyal-kültürel hakları da doğrudan biçimlendiriyor. Dolayısıyla Anayasa dâhil olmak üzere sendikal vb. yasal düzenlemeler, iktidarda bulunan siyasi partinin -nispi bağımsızlığı göz ardı edilmeksizin- sınıflar mücadelesinde hangi sınıfın yanında yer aldığı ve kimin çıkarını savunduğunu ortaya koyan somut verilerdir.
12 Eylül açık faşizminin sendikalar ve TİS yasası ile AKP’nin Toplu İş İlişkileri Kanunu her ikisinin de sınıfsal yüzünü ortaya koyan ve 12 Eylül rejimi ile “AKP rejimi” arasındaki ilişkiyi (asker/sivil, vesayet, demokratikleşme vb. kavramların ötesinde) hiçbir yoruma gerek bırakmayan hukuki bir belgedir.
Hâkim sınıfın (oligarşinin) istemlerine uygun 12 Eylül açık faşizmi döneminde çıkarılan ve sonrasında ANAP’dan AKP’ye tüm hükümetleri (kapalı faşist rejimi) kapsayacak şekilde sınıf mücadelesinin kontrol altında tutulmasının çeşitli araçlarından birisini oluşturan sendikal yasalara bakmak, var olan tabloyu daha berraklaştıracaktır.
OLİGARŞİNİN 12 EYLÜL HAMLESİ
ve İŞÇİ SINIFI MUCADELESİNİN KONTROL ALTINA ALINMASI
1960–1980 dönemindeki işçi sınıfının ekonomik, siyasal kazanımlarına karşı, kapitalist sistemin yeniden düzenlenmesi ve tekelci sermayenin istemleri doğrultusunda askeri cunta, hızla, işçi haklarını gasp etmiş ve yeni yasal düzenlemelere girişmiştir.
Uluslar arası ve yerli tekelci sermayenin istemleri doğrultusunda, kapitalist sistemin yeniden düzenlenmesi ve işçi sınıfının 1960–1980 dönemindeki ekonomik, siyasal kazanımlarının geri alınması, gasp edilmesi ve bunların yasalarla dönüştürülmesi, 12 Eylül askeri cuntası sayesinde olmuştur. Nitekim Türkiye İşverenler Sendikası (TİSK) Başkanı’na, sermayenin işçi sınıfı mücadelesine karşı duyduğu kinin veciz bir ifadesi olan: “şimdiye kadar işçiler güldü, şimdi biz güleceğiz” sözünü söylettiren güç Askeri Cuntadır!
Emperyalist sistemin silahlı gücü olarak görev yapan Milli Güvenlik Konseyi, işverenlerin yıllardır talep ettikleri şekilde 27 Mayıs devriminin yol açtığı kısmı demokratik ortamı sağlayan 1961 Anayasası ve buna bağlı olarak çıkarılan sendikalar, grev ve TİS yasaları (12 Mart darbesiyle belli bir rötuş yemiş olsa bile) bütünüyle ortadan kaldırır.
Askeri Cunta’nın çıkardığı Grev ve Lokavt Kanunu’nun gerekçesi, tekelci sermayenin 1960 -1980 dönemindeki yükselen işçi sınıfı mücadelesinden çıkarttığı dersleri, işçi sendikalarının kontrol altına alınmasını ve bir daha aynı sorunların yaşanmaması için yapılması gerekenleri ifade etmektedir:
“Özellikle toplu iş sözleşmesi tiplerinin ve toplu iş sözleşmesi düzeyinin tayininde kargaşalık nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlıklar ülke ekonomisini ve sosyal barışı zedelemiş; dayanışma aidatı müessesesi uzun tartışmalara sebep olmuş; teşmil müessesesini çalıştırmak mümkün olmamış; mahkemeler ve hakemlerce çözümlenmesi mümkün sözleşmelerin tefsirinden doğan hukuki ihtilaflar gereksiz hak grevlerine sebep olmuş; uzlaştırma müessesesi greve gidebilmek için uyulması zorunlu bir formalite halini almış, toplu iş sözleşmesini akt edecek yetkili sendikanın tayini uzun tartışma ve çekişmelere, lüzumsuz grev ve lokavtlara sebep olmuş; yetkinin kazanılması için kanundaki boşluklar sebebiyle sahtecilik iddiaları ile karşılaşılmış; grevin uygulanmaya konulması tarihi kanunda belirtilmemiş olduğundan işyerleri devamlı grev tehdidi altında bırakılarak üretim düşmüş ve sonuçta, çalışma barışı bozulmuştur”.
Bu gerekçede çizilen çerçeveye uygun olarak çıkarılan 2821 ve 2822 sayılı sendikalar ve TİS yasası ile kontrol altına alınan işçi sendikaları, iş kanunu vb. tüm düzenlemelerle işçi mücadelesi kıskaç altına alınmıştır. Tekelci sermayenin özlemine uygun bir sömürü sisteminin oluşturulması AKP’de dâhil olmak üzere tüm siyasi partilerce (ANAP, DY, RP, SHP, CHP, MHP vb) de sürdürülüp korunmuştur.
AKP İKTİDARI: SENDİKAL DÜZENLEMELER VE İŞÇİ MÜCADELELERİ
AKP iktidarının çalışma yaşamı ve sendikal alana yönelik yaptığı yasal düzenlemeler, oligarşinin 12 Eylül döneminde işçi mücadelelerine karşı oluşturduğu düzeni (önceki iktidarlar gibi) koruyan ve sürdüren girişimlerdir. AKP’nin 3 döneme yayılan iktidarında baştan aşağıya değiştirilen iş kanunu, sosyal güvenlik, İşçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin düzenlemeler vb. göz atıldığında bunların hangi sınıfın yararına olduğunun tek cevabı vardır, O da uluslar arası ve onunla bütünleşmiş yerli tekelci sermayedir.
a. AKP İktidar Dönemindeki Sendikal düzenlemeler:
- 2004 Haziran’ında TİS ve Grev hakkı olmaksızın özel güvenlik görevlilerinin sendikalaşma yasağını kaldırır.
- 2005 Nisan’ında 2821 sayılı sendikalar yasasında bazı değişiklikler yapar. Ancak bu değişikliklerle sendikal örgütlenmenin ve faaliyetlerin önünü açmaz. Sadece ‘Konfederasyonların Sosyal Faaliyetleri’ ile ‘Sendika Ve Konfederasyonların Giderleri’ ne ilişkin bazı esneklikler getirir.
- 2007 Nisan’ında Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nı kabul ederken, toplu pazarlık hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamaya yönelik grev de dahil olmak üzere her türlü toplu eylem hakkına ilişkin düzenlemelere karşı çıkar.
- 2007 Mayıs’ında yaptığı bir değişiklikle sendikaların zorunlu organlara seçilebilmek için aranan 10 yıl çalışma koşulunu kaldırır.
- 2010 Eylül’ünde yapılan referandum sonucunda Anayasa’da yer alan “Sendika Kurma Hakkı”, “Toplu İş Sözleşmesi Hakkı” ve “Grev Hakkı ve Lokavt” başlıklı maddelerinde bazı düzenlemeler yapar.
- Anayasa da yer alan “Aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz” hükmü kaldırır.
- Anayasanın “Grev Hakkı ve Lokavt” başlığında yer alan “Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz” hükmü “Milli güvenliğe aykırı” olmamak kaydıyla korunur.
- Anayasa’da yer alan “Toplu İş Sözleşmesi Hakkı” başlığına; “Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler. Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurabilir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir”i ekler. AKP, bu değişiklikle kendi yandaş sendikalarını büyüterek onlar üzerinden sınıf mücadelesini kontrolü altında tutmayı ve grev hakkı olmayan bir sendikal düzenleme ile kamu çalışanlarını toplu pazarlık sürecinde Hakem Kurulu’nun eline teslim etme planını yürüğe sokar.
- 2011 yılında sözleşmeli personelin özel kanunlarda belirtilen hükümler uyarınca sendikalar ve üst kuruluşlar kurabilmelerine ve bunlara üye olabilmelerine izin verir. Ancak sözleşmeli personelin grev kararı vermesi, bu yolda propaganda yapması, herhangi bir greve veya grev teşebbüsüne katılması, grevi desteklemesi ya da teşvik etmesi yasaklanır.
Tüm bu biçimsel değişikliklerle yetinip, sendikaların en büyük sorununu oluşturan örgütlenme (üye olma serbestliği, sendikal barajlar vb) ve sendikal mücadele araçları (hak grevi, dayanışma grevi, siyasi grev, uyarı grevi vb) üzerindeki kısıtlamalara dokunmaz. Demokratik hak ve özgürlükler şampiyonu geçinen AKP, işçilerin sendikal örgütlenmelerine ve grevlere karşı son derece tahammülsüz, yasaklayıcı 12 Eylül anlayışını aynen sahiplenir. Yapılan tüm bu yasal değişiklikler 12 Eylül dönemine ait sendikalar, TİS ve grev yasalarına ilişkin oluşturulan cenderenin günümüze ilişkin rötuşlarından öte bir anlam taşımaz.
b. Grev Ertelemeleri
Grev yasaklayıcı önlemleri aşabilen sendikaların aldıkları grev kararlarını, AKP hükümeti “Milli Güvenlik” gerekçesi ile yasaklayarak sendikaların grev vasıtasıyla hak arama mücadelelerini fiilen kırar.
1995–2003 yılları arasında dönemin hükümetlerince toplam 6 grev ertelenirken, AKP hükümetinin 2003-2005 yılları arasında ertelediği grev sayısı 5’dir. 2005 sonrası AKP’nin grev yasaklamak zorunda dahi kalmaması, bunu gerektirecek bir mücadelenin olmaması bu alanda izlenen politikaların bir başarısı olarak değerlendirilmelidir.
c. AKP İktidar dönemi ve Grevler
Ülkede son 10 yılda yapılan grevlerin ve grevlere katılan işçi sayıları 1960–1980 arası dönemle karşılaştırılacak olursa, işverenler açısından bir rüya dönemi olarak da değerlendirilebilir. Bu rüyaya kapıyı açan 12 Eylül rejimi ise rüyanın sürekliliği sağlayanın da AKP olduğunu rahatlıkla söylenebilir.
Kamu özel sektör ayrıımına göre Grev saysısı greve katılan işçi sayısı Grevde kaybolan gün sayısı
AKP İktidarı döneminde, 2003–2010 yılları arasında,
- Kamu kuruluşlarındaki grev sayısı (2006’da 4 grev sayısı hariç) 2’yi geçmemekte, greve katılan işçi sayısı da 1000’e ulaşmamaktadır.
- Benzer durum özel sektör içinde geçerlidir. 2003–2010 yılları arasında grev sayısının 33 grev ile en yüksek olduğu yıl 2005’de greve katılan işçi sayısı 3.092, grev neticesinde kaybolan işgünü sayısı da 175.950’dir.
- Daha sonraki yıllarda grev sayısı sürekli düşerken 2007 yılında Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğünün 768 işyerinde greve gidilmesi ile bu yılda greve katılan işçi sayısı 25.652’ye çıkmıştır. Toplam işgünü kaybı da 1.152.000 gündür.
- 2010 yılında ise kamu sektöründe 1, özel sektörde 10 olmak üzere toplam grev sayısı 11’dir. Kamuda greve katılan işçi sayısı 406 ve kayıp işgünü sayısı 2.030 iken özel sektörde greve katılan işçi sayısı 402, kayıp işgünü sayısı da 35.732’dir.
Bu durumun kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi ve kamuda çalışan işçi sayısının hızla azalması, taşeronlaşma, (özel sektörde dâhil) iş güvencesizlik, işsizlik, grev prosedürünün zorluklarından sendikal krize, solun zayıflığına kadar uzanan bir dizi nedenden bahsedilebilir. Her halükarda bu tablo, AKP/sermaye açısından büyük bir başarıdır.
AKP Aracılığıyla İşçi Sınıfını Kontrol Mekanizmalarının Revizyonu: Toplu İş İlişkileri Kanunu
2002–2010 AKP iktidarında gerek kamu gerekse özel sektörde yapılan grev ve bu grevlere katılan işçi sayılarına bakıldığında sermaye/işverenler açısından sendikalar, TİS ve Grev yasasının değiştirilmesini gerektirecek özel bir durum yok gibi görünüyor. Bunun yanı sıra işçilerin bilinç düzeyi ve örgütlülükleri AKP Hükümeti’ni var olan olumsuz yasal düzenlemeleri değiştirmeye zorlamaktan da uzaktır.
AKP Hükümeti Toplu İş İlişkileri Kanunu’nu niçin çıkarıyor?
Kapitalist sistemin içine girdiği buhran ve gittikçe sıklaşan, derinleşen krizlerin faturasının geniş emekçi kesimlerin sırtına yüklenmesi hoşnutsuzlukları arttırıyor. İşyerlerinde yaygın ancak henüz birleşik bir mücadele çizgisi etrafında birleşmeden uzak farklı direniş biçimlerini açığa çıkarıyor, geliştiriyor. Ülkemizde son dönemde işyerlerinde yükselen çeşitli protesto biçimleri (işten atılmaya karşı bireysel ya da küçük grupların işyeri önündeki ısrarlı tepkileri, ücretlerini alamayan işçilerin işyeri işgalleri, tepkisel protestoları vb) yeni bir işçi direnişi dalgasının öncülleri olarak da değerlendirilebilir. Ancak var olan sendikal anlayış ve yönetici durumundaki sendikal kadroların bu dağınık ve küçük direnişleri derleyip toparlaması zor görünüyor. Her şeye rağmen bu direnişler kendi kanallarını yaratmaya, yeni mücadele ve örgütlenme biçimlerine uygun yeni bir sendikal anlayışı açığa çıkarmaya yöneliyor.
Toplu İş İlişkileri Kanunu ile getirilen yeni ceza önlemleri ile AKP, sendikal tabanda yükselen tepkilerin önünü kesmenin, sendikasız taşeron işçilerin bireysel ya da küçük gruplar halinde işyerlerinde yürüttükleri direnişleri bastırıp kırmanın hesabı içinde görülüyor.
***
Getirilen 3’lü baraj sistemi, yeni sendikal anlayışlar doğrultusunda gelişmeye başlayan yeni kuşak sendikaların kurulmasını ve güç kazanmasını ortadan kaldıracak özellikler içeriyor. Ortaya çıkabilecek yeni sendikal örgütlenmelere (küçüklere) sermaye ile uzlaşmış büyük sendikal yapılarla yaşam hakkı tanımayarak bunların şimdiden önlerinin kesilmesine yönelik yasal düzenlemeler getiriliyor. Günümüzde Dev-Sağlık-İş’in yeni kuşak sendikal anlayışa olumlu bir örnek oluşturduğu söylenebilir. Son DİSK Genel Kurulu’na iki delege ile katılan Dev-Sağlık-İş’in ilk turda 198, ikinci turda 166 oy alması yürütülen sendikal mücadeleye işçilerin güçlü bir desteği olarak yorumlanabilir.
***
Yeni yasal düzenleme ile birlikte:
- Bazı sendikalar iş kolu barajının altında kalacak olması,
- Var olan iş kollarının değiştirilmesinde ve iş kolu baraj oranında değişiklikler yapılmasında hükümetin yetkili kılınması, AKP’nin sendikal alandaki üstünlüğünü arttıracak düzenlemelerdir.
Böylelikle AKP:
- Bir yandan (devlet kurumlarında kadrolaştığı gibi) toplumu ele geçirme hedefi doğrultusunda kendi kontrolü altına girmeyi kabul eden sendikaları destekleyerek kendine tabi kılmanın ve sınıf mücadelesini kontrolü altına almanın hesabını yapıyor.
- Diğer yandan getirdiği sıkı barajlar ve toplu pazarlık yetkisi düzenlemeleri ile baraj altında kalan ve barajı aşama şansı bulunmayan sendikaları bir araya gelmeye, birleşmeye iterek devlet güdümlü (korporatist) sendikacılık anlayışını tek geçerli yol kılmaya çalışıyor.
***
12 Eylül dönemi 2821 ve 2822 sayılı sendikalar, TİS yasası ruhunun yeni bir ad ve günün ihtiyacına uygun olarak restorasyonu, aynı zamanda da AKP’nin 12 Eylül rejimi ile hesaplaşma (!) politikaları zeminine de güç katabiliyor.
***
Sorun sadece sendika ve TİS’e ilişkin, tek başına sendikal özgürlükler meselesi olamayıp emperyalist sömürü düzeninden pay almanın (sömürüyü sınırlandırmanı) ötesine geçen ve sömürü düzeninin bizatihi kendisine karşı mücadeleye yönelik sendikal düşünce, örgüt ve mücadele araçlarının ortaya çıkarılmasıdır.
Birinci emperyalist paylaşım savaşı öncesinde ortaya çıkan ve 2. emperyalist paylaşım savaşı sonrasında tüm sendikal ortama egemen olan, günümüze kadar ulaşan kapitalist sistemi ayakta tutmanın dayanağı işlevine bürünen sendikal anlayışlarla hesaplaşmaktan başka çıkar yol görünmemektedir. Karl Marx, “Sermaye ile Emek Arasındaki Mücadele ve Sonuçları” başlıklı yazısında, bir dönemin öne çıkan ve sendikal mücadeleye katkı sağlayan sloganına yönelik yaptığı eleştiriyi, günümüzde yeniden hatırlamak gerekiyor: “Adil bir işgünü karşılığında adil bir ücret” gibi tutucu slogan yerine, bayrakların üzerine şu devrimci sloganı yazmalıdırlar: “Ücretliliğin kaldırılması.”
***
Günümüzde işçi sınıfının ideolojik ve politik netliğe sahip, bütünlüklü bir siyasi program doğrultusunda öncü politik örgütlenmesi yaratılmadan sendikal mücadelenin güçlü- dinamik bir yapıya ve etkinliğe ulaşması zor görünüyor. Bu nedenle içinde yaşanılan kafa karışıklıklarından arınmış, dar pratikçi ve eklektik anlayışın ötesinde teorik ve pratiğin birbirini geliştirip güçlendirdiği devrimci bir fikrin yaratılması büyük önem taşıyor.
Kaynakça:
Sendikalar Bir Kez Daha Aldatıldı, Aziz Çelik
Milli Güvenlik Gerekçeli Grev Ertelemeleri, Aziz Çelik
www.basin-is.org/hak_kayiplari_raporu_2011.doc
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Grev ve Lokavt Uygulamaları, 2006–2010
Haluk Başçıl