AKP İktidarı Anti-emperyalist Değil Emperyalizme Zincirlenmiştir-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

14 Mayıs seçimlerine haftalar kala Erdoğan yine anti-emperyalizm kartına sarıldı. Siyasi hayatının emperyalizmle mücadele ile geçtiğini söyleyebiliyor. Oysaki AKP’nin kuruluşunu planlayanın ABD olduğunu hepimiz biliyoruz. ABD emperyalizmi, Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine Doğu Avrupa, Batı Asya ve Orta Doğu’yla ilgili politika ve stratejisini yeniden ele aldı. Soğuk Savaş’ın sona ermesi demek olan bu gelişmeler, söz konusu coğrafyada ve Türkiye’de emperyalizmin politikalarında değişiklikleri zorunlu hale getirdi.

Dünyanın çok kutupluluktan tek kutupluluğa yöneltildiği 20’inci yüzyılın sonlarında ABD emperyalizmi, S. Huntington’ın ideoloğunu yaptığı “ılımlı İslam”cılığı esas alan bir projeyi Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Türkiye’de uygulayacak siyasal aktörleri bulup sahneye sürmeye başladı. İşte bu dönemde Türkiye’deki İslamcılardan “milli görüş gömleğini çıkarıp” Amerikan gömleğini giymeye hazır uygun adaylar bulundu. Bunlar Abdullah Gül ve R. Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği “Yenilikçiler”di.

ABD emperyalizminin hegemonyasını 21’inci yüzyıl başlarındaki koşullarda bu coğrafyada yeniden kurmayı amaçlayan Ilımlı İslamcılık ideolojisinin uygulanmasını sağlamak için ortaya atılan BOP’un Eşbaşkanlığını kabul eden Erdoğan, ABD’nin bu stratejisinin baş aktörlerinden biri oldu. Bu arada emperyalizm Ortadoğu’da uygulayacağı bu yeni böl-yönet projesini uygulatmak için Türkiye, Suudi Arabistan, BAE ve Katar’dan oluşan bir gerici cephe kurmayı da ihmal etmedi. Bu cephe daha sonraki gelişmeler üzerine Türkiye-Katar ve Suudi Arabistan-BAE şeklinde ikiye bölündü.

Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn ve Suriye’de bu gerici cephenin desteklediğiyle “Arap Baharı” ismi verilen emperyalist proje için adımlar atılmaya başlandı. Bu ülkelerde ABD desteğiyle kurulan İhvan örgütünün öncülüğünde, açlık-yoksulluk-işsizlik karşıtı ve özgürlük teması öne çıkarılarak kitle gösterileri yapılmaya başlandı.

2010 yılında Tunus’ta başlayıp Mısır, Libya, Filistin ve Suriye’ye kadar uzanan, ABD yandaşı İhvancıların tahrik ettiği bu haklı taleplere dayalı görünen hareketler sonucu kurulacak siyasal İslamcı yönetimlerin kendi kontrolüne gireceğini düşünen Erdoğan’ın rüyasını bozan iki kişi oldu. Birincisi Esad, ikincisi Sisi.

Tunus’ta 2010 yılında başlatılan, “Yasemin Devrimi” adı verilen gösteriler sonucunda 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali, Kasım 2011’de ülkeyi terk etti. Bütün Arap dünyasını etkileyen bu “demokratik” istekleri ileriye süren ayaklanmayı ABD Başkanı ve Fransa Cumhurbaşkanından başka Katar merkezli El Cezire yayın kuruluşu da destekliyordu. Bu ayaklanmalar sonucunda Tunus’ta İhvancı Nahda hareketi iktidar yapıldı.

Libya’da Kaddafi karşıtı gösteriler 15 Şubat 2011’de başladı. AKP iktidarının da katkısıyla Batılı emperyalist devletler bu ülkedeki ayaklanmaları destekleyen bombalamalar yaptılar, ambargo uyguladılar ve 20 Ekim 2011’de Kaddafi isyancılar tarafından feci şekilde öldürüldü. Böylece ayaklanma sona erdi ama bu gelişmelerle birlikte patlak veren iç savaş yıllarca sürdü.

25 Ocak 2011’de Mısır’da başlayan sokak gösterileriyle Şubat 2011’de Mübarek yönetimi yıkıldı ve yerine İhvancı Mursi tartışmalı bir seçimle iktidara geldi. Çok geçmeden halkın önemli bir kısmının “Yeni Firavun” dediği Mursi karşıtı kitlesel gösteriler başladı. 3 Temmuz 2013’te askeri bir müdahaleyle iktidarı ele geçiren Sisi, halkın Müslüman Kardeşler karşıtı bu direnişinin üstüne oturdu. Bu gelişme Erdoğan’ın, Müslüman Kardeşlerin iktidarlarına dayanarak, Türkiye’den Tunus’a kadar uzanan bölgenin lideri (buna Halifesi de diyebiliriz) olma hayalini Akdeniz’in sularına gömdü.

Bu arada Yemen ve Bahreyn’de de iç karışıklıklar meydana geldi. Ancak bizi en fazla ilgilendiren iç kargaşa ve giderek iç savaşa dönüşen olaylar Suriye’de 15 Mart 2011’de patlak verdi. Erdoğan’ı BOP Eşbaşkanı yapan ABD emperyalizmi, Esad yönetimini yıkıp bu ülkeyi Kürt, Sünni ve Alevi Arap şeklinde üçe bölmeyi planlamıştı. İsrail’i de çok rahatlatacak olan bu planın hayata geçirilebilmek için İhvancıları kışkırtarak ve siyasal İslamcı yabancıların bu ülkeye girişlerini de sağlayarak top yekûn çatışmalar başlattılar. Bir yandan İŞİD’çiler, bir yandan El Kaideciler (El Nusracılar) ve silahlandırdıkları Kürt hareketleriyle Esad yönetimini yıkmaya kalkıştılar. AKP iktidarı da İhvancıların baş destekçileri olarak bu iç savaşın taraflarından birisi oldu. Fakat Esad halkın önemli bir kısmının yanı sıra Rusya ve İran’ın da desteğini alarak bu oyunu büyük ölçüde bozdu. Böylece Erdoğan’ın emperyalistlerle birlik olarak giriştiği operasyonlar boşa çıktı. Orta Doğu-Kuzey Afrika hattında, Müslüman Kardeşlere dayanarak, kurmak istediği Sünnici kuşak oluşturulamadı ve Hilafet hayalleri bozguna uğradı.

Halklar ülkelerine ve haklarına sahip çıkıp emperyalist projelere karşı mücadele ederlerse bu projeler çoğu zaman buruşturulup çöpe atılır. Emperyalizmin Soğuk Savaş sonrasında Kuzey Afrika ve Orta Doğuda işbirlikçileriyle birlikte yenilemek istediği hegemonyası bu son on-onbeş yıllık süreçte büyük darbeler yedi. Tunus’ta ABD’nin aleti İhvancıların iktidarı yitirmeleri, Mısır’da istediklerini tam olarak elde edememeleri ve en önemlisi de Suriye yönetiminin beklenmedik direnişi emperyalist güçlerin ve işbirlikçileri AKP iktidarının planlarını bozdu. En son Suudi Arabistan’ın Çin’in kolaylaştırıcılığında İran ile anlaşma yoluna girmesi ve BRİCS ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirmeye başlaması ABD’nin işini daha da zora soktu.

Bütün bu gelişmeler üzerine Erdoğan bir süreden beri manevralar yaparak vaziyete uyum sağlamanın peşinde.  NATO’ya sadık kalarak Rusya ile iyi geçinmeye, daha önce düşman olarak gördüğü Sisi ve Esad ile ilişki kurmaya çalışmaktadır. Daha düne kadar düşman ilan ettikleri BAE ve Suudilerden Dolar dilenerek o çok önem verdikleri “itibar”larını yerle bir etmeleri de ayrı bir hikâyedir. AKP’liler için konu para olunca itibarmış, dinmiş, imanmış hepsi bir kenara atılabilir!

Kısa bir süre önce Finlandiya’nın NATO’ya katılımına onay vererek, emperyalist sermayenin, özel olarak da ABD emperyalizminin yayılmacı ve talancı siyasetinin korumalığını yapmak için kurulan bu suç örgütünün güç kazanmasını sağlayan Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimine doğru gittiğimiz bu günlerde anti-emperyalist olduğunu ilan ederek, bir yandan NATO’culuğunu gizlemeye, diğer yandan da gittikçe dayanılmaz bir hal alan içteki ekonomik sorunların üstünü örtmeye çalışıyor. Çünkü bugün halkın en çok canını yakan sorunlar enflasyon-hayat pahalılığı, işsizlik, açlık ve yoksulluktur. Seçimlerde halkın vereceği kararı en fazla bunlar etkileyecektir.

Günümüzde siyasal İslamcılar, emperyalizmle ya da Batılı güçlerle yaptıkları işbirliğini halktan saklamak için öncelikle ne kadar anti-emperyalist olduklarını her fırsatta dile getirmektedirler. Bunu yaparken en önemli silahlarından biri İslam dinidir. Batı emperyalizminin İslam’a ne kadar karşı olduğunu, Batılı Hıristiyanların ve Yahudilerin İslam düşmanlıklarının aslında bu siyasal İslamcı parti ve kişilere düşmanlık şeklinde kendilerini gösterdiklerini halka çeşitli demagojik açıklama ve yöntemlerle ispat etmeye kalkışarak, kendilerine sahip çıkılmasının aslında İslam’a sahip çıkmak olduğunun propagandasını yapıyorlar. Yoksa bunlar maazallah iktidardan giderse İslam’da gider! Batılıların işleri güçleri sürekli bunlara karşı bin türlü oyun düzenlemektir, tıpkı geçmişte Abdülhamit’e kurdukları kumpaslar gibi! Oysaki Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün gelirleri Batılıların kurduğu Duyunu Umumiye’ye Abdülhamit döneminde teslim edildi ve en büyük toprak kayıpları da bu padişah zamanında oldu.

Anti-emperyalist olduğunu ilan eden Erdoğan’ın 21 yıllık iktidarı döneminde Türkiye, yabancı ülkelere, uluslararası finans çevrelerine ve mali kuruluşlara en büyük dış borcu yaptı. Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’de iktidar olan partiler, hiç bugünkü kadar dış borç -üstelik Amerikan dolarıyla- yapmadılar. Osmanlı Devletinden borç isteyen Fransızlar için Kanuni Sultan Süleyman’ın söylediği “Borç alan emir de alır” sözünü sahiplenen Erdoğan, gerçekte kendi hükümetinin yabancılardan aldığı borçların büyüklüğüyle ülkeyi düşürdükleri acıklı durumun üstünü bu demagojik çıkışıyla örtmeye kalkışıyor.

T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre, “30 Haziran 2022 Tarihi İtibarıyla Türkiye Brüt Dış Borç Stoku” 444.4 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiştir. Bunun milli gelire oranı ise yüzde 53.7 olmuştur. Aynı tarihte, “Türkiye Net Dış Borç Stoku” ise 232.5 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiştir. Bunun milli gelire oranı yüzde 28.1 olmuştur.

Bu rakamlar yaklaşık on ay öncesine ait. Bu somut koşullarda kim kimden emir alır? Almanya senin bu borcunu mu kıskanacak? “IMF’e bizden borç istedi” gibi zaman zaman ortaya atılan gülünç övünmelerle halkı oyalamaya çalışan Erdoğan’ın yerliliği ve milliliği işte buraya kadar!

Türkiye seçime doğru giderken AKP iktidarının yaptığı bir diğer halkı yanıltma eylemi de popülizmi yükseltmektir. Halkın hoşuna gidecek ekonomik vb. alanlarda kaynağı olmayan vaatler sıralamak veya 21 yıldır yapmadığı işleri gelecek iktidarı zora sokacak şekilde yapıyor gibi yapmak. En son Karadeniz’den çıkardıkları ancak miktarının ne olduğunu açıklamadıkları doğal gazı acele devreye alarak bir ay boyunca milletten gaz parası almayacaklarını ve bir yıl boyunca da (sanki iktidarda kalacaklarmış gibi) 25 metre küplük kısmının parasını almayacaklarını ilan ederek halkın gazını almaya çalışmaları gibi. Son zamanlarda gece-gündüz yaptıkları bütün temel atma, tesis açma vb. törenlerin hepsi de seçime dönük hesaplar için halka yaranma faaliyetlerinin bir parçasıdır.

AKP iktidarının seçime giderken bu ülkeye yapmakta olduğu en büyük kötülük ise toplumu alabildiğine kutuplaştırması ve hatta düşmanlaştırmaya çalışmasıdır. Cumhur İttifakı ortakları yıllardır konuşmalarıyla yaptıkları bölücülüğü ve düşmanlaştırmayı son zamanlarda yarattıkları provokasyonlarla büyütmektedirler. Muhalif partilere ve özellikle de Kılıçdaroğlu’na karşı başlatılan iktidar kaynaklı saldırılar, provokasyonlar toplumu daha derinden parçalama ve birbirine düşürme hareketleridir. Bu gidiş çok tehlikeli sonuçlar yaratabilir ve herkesi yakar, en çok da bu yanlış yolu açanları yakar.

Erdoğan, ABD emperyalizminin kanatları altında siyasal İslamcı bir yola çıkarak 21 yıl iktidarda kaldı. Ama Erdoğan’ın ve bu ideolojinin Orta Doğu macerası hüsranla bitti. Çünkü ılımlı İslamcılık bu coğrafyada, bu tarihi dönemeçte bölge halkı tarafından benimsenmedi ve daha ötesi reddedildi. Türkiye’de de halkımız artık emperyalizm kaynaklı bu gerici ideolojinin kıskacından, neo-liberalizden, Cumhuriyet ve devrimlerin düşmanı gerici politikalardan yakasını kurtarmak, düşürüldüğü bataklıktan çıkmak istiyor. Halkımız laik, devrimci-demokratik, toplumcu-hukuk devleti istediğini her koşulda belli ediyor. Muhalefet partilerinin de kendilerini, programlarını tarihin bu koşullarına uygun canlı taleplere göre yeniden gözden geçirmeleri gerekir. Bir yenilenme olacaksa bu, emperyalizmi ve onun ekonomi politikası neo-liberalizmi reddeden, halkçı-toplumcu-kamucu ekonomi politikasını temel alan bir anlayışı benimsemekle olur. Aksi halde ülkenin somut sorunlarına ve halkın yaşamsal istemlerine cevap üretemeyen geri sosyo-ekonomik politikaların esiri olurlar.

Yazıyı bitirirken muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun son günlerde seçim meydanlarında sık sık tekrarladığı, “iki kırmızı çizgimiz var: biri vatan, diğeri bayrak” sözlerine yukarıdaki bakışla yaklaşınca bunların yeterli olmadığını söylemek zorundayız. Bu “iki kırmızı çizgi” meşruti bir yönetimde de öne sürülebilir. Hâlbuki AKP iktidarı 21 yıldır en fazla “Cumhuriyeti, devrimlerini ve istiklâl-i tam ilkesini” hedefe koydu. AKP’nin bu tavrı, yukarıda özetlemeye çalıştığımız emperyalizmin Orta Doğu ve Türkiye planının bir gereğiydi. ABD emperyalizmi, bölgede ılımlı İslamcılığı uygulatabilmek için “kötü örnek” teşkil eden “Cumhuriyeti, devrimleri”ni ve hala aydın kesimin ve halkın büyük bir bölümünün zihninde etkisini yitirmemiş olan “istiklâl-i tam” ilkesini etkisizleştirmek, halkın gözünden düşürmek istedi. AKP yönetimi de bu isteğe uygun davrandı, zaten ideolojisi de bu emperyal politikayla uyuşuyordu. Eğer Muhalefet güçleri, AKP iktidarına benzeyen, emperyalizmin hegemonyası altında bir iktidar kurmak istemiyorlarsa, ezilen halkımızın emperyalizme karşı verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kurulan Cumhuriyeti, devrimlerini, ülkemizin tam bağımsızlığını savunduklarını açıkça “kırmızı çizgi” olarak ilan etmelidirler.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir