Search
Close this search box.

AKP’nin dört dörtlük eğitimi…Av.Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Bunların elit dedikleri, bilime, eğitime, inanç karışmasın,

“akıl doğmadan bilim inançtan kurtulsun” diyenler; okullarda, üniversitelerde, laik, bilimsel eğitim ve öğretim esas olsun, ülkenin geleceği kararmasın diyen aydınlanmacılardır.

 

mbektas@anafikir.gen.tr

AKP iktidarı, dört dörtlük bir eğitim için düğmeye bastı; Bakanlar Kurulu’nda görüşme gereği bile duymadan, 5.1.1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ni, 20 Şubat 2012 tarihinde AKP Gurup Başkan vekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın imzasıyla TBMM. Başkanlığına sundu.

TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’nda yasa önerisi görüşülmeye başlandı, CHP’nin direk, MHP’nin dolaylı direnişiyle karşılaştı.

Başbakan AKP grup toplantısında konuştu, “elitlerin değil halkın istediği olacak!” dedi.  Hâlbuki bunlar, “Allahın dediği olur. Egemenlik Allahhındır” diyorlardı. Birden bire halkçı kesildiler…

100’ü aşkın AKP milletvekili, komisyonun toplandığı salonunu bastı, muhalif milletvekillerine oturacak yer bırakmadı, çıkan arbede sonunda muhalefet milletvekillerini sille tokat dışarı attı, millet iradesi şiddette boyun eğdirilerek, 6 günde 6 maddesi kabul edilen yasa teklifinin geri kalan 18 maddesi, bir madde daha da eklenerek 30 dakikada kabul edildi.

Teklif yasalaşırsa, 8 yıllık kesintisiz temel eğitim, 4 yıl süreli ilköğretim birinci kademe (ilkokul), 4 yıl süreli ilköğretim ikinci kademe (ortaokul) olarak ikiye bölünecek (md.1), okula başlama yaşı 6’ya inecek (md.7); İlköğretim birinci kademesinin son ders yılında, ikinci kademede devam edebilecekleri, ikinci kademenin son ders yılında da ortaöğretimde devam edebilecekleri  “okul ve programlarının hangi mesleklerin yolunu açabileceği ve bu mesleklerin kendilerine sağlayacağı yaşam standardı konusunda” tanıtıcı bilgiler verilmek üzere rehberlik servisi çalıştırılacak (md.8); okul binaları ilkokul ve ortaokul binaları zorunlu olmadıkça ayrılacak (md.10), ikinci kademe ilköğretim okulları, ortaöğretim programlarıyla ilişkilendirilecek ve hangi programlar için ikinci kademe okulların oluşturulacağı Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenecek (md.10); ortaöğretim, genel, mesleki ve teknik öğretim kurumları olarak kabul edilecek ve bitirenlere ortaöğretim diploması verilecek (md.11); ilköğretim birinci kademeden sonrasında hangi programların açık öğretimle ilişkilendirileceği ve zorunlu eğitim kapsamına alınacağını Bakanlar Kurulu belirleyecek (md.12).

Komisyonca kabul edilen bu yasa önerisi, 27 Mart–5 Nisan 2012 tarihleri arasında TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek.

Bu yasa önerinden de anlaşılacağı gibi AKP’nin bütün derdi eğitimle. Bir milletin değil bir ümmetin geleceğine odaklanmışlar… Çağa uygun bir nesil yetiştirme yerine, inanç tutsağı gençlik yetiştirme derdindeler.

Bu öneri yasalaştığında baş İmamın dediği gibi elitlerin (seçkinlerin) dediği değil, cemaatlerin, tarikatların, şeyhlerin, şıhların dediği olacak!…

Bunların elit dedikleri, bilime, eğitime, inanç karışmasın, “akıl doğmadan bilim inançtan kurtulsun” diyenler; okullarda, üniversitelerde, laik, bilimsel eğitim ve öğretim esas olsun, ülkenin geleceği kararmasın diyen aydınlanmacılardır.

Bir yan aydınlanmacı olunca, karşı yan kaçınılmaz olarak karanlıkçıdır.  AKP, ülkenin genç beyinlerini “dindar gençlik kalıbı”na dökmek için gözlerini karartmış görünüyor… Laikliği, ümmetçileri kasadan ve masadan uzaklaştırma eylemi olarak tanımladıklarından bu yana, doludizgin gidiyorlar; kasanın devlet hazinesi, masanın devlet iktidarı olduğunu ezbere biliyorlar,  tepe tepe kullanıyorlar…

Laik cumhuriyete karşı “hırsları, kinleri” diri tutarak, darbelerin koruması altında halkın dini duygularını türbanla bayrak yaparak, camiyi, mescidi kullanarak,  imam hatipleri arka bahçe yapıp sokağa dökerek, devrim yasalarına ve cumhuriyet kurucularına çatarak, ülkenin varını yoğunu haraç-mezat satarak yoluna devam eden İslamcı iktidar, biçimsel kurallara uymayı demokrasi sanan, çağı ve geleceği yorumlamaktan yoksun aymazların, çıkarcıların, döneklerin, çoğunlukla bir çuval una bir kutu çaya şuursuzca oyunu verenlerin katkısıyla devletin yasama, yürütme, yargı erkini ele geçirdi,  hem kasaya hem masaya el koydu.

AB-D emperyalizmin taşeronluğunu üstlenen, bölge operasyonlarına en önde koşan,uluslararası sermayenin gücünü arkasında duyan bu İslamcı iktidar, kendini yenilmez, bileği bükülmez sanıyor; aydınlanma devrimini ve laikliği iğdiş etmek için elinden geleni yapıyor; yargı erkinin arkasına sığınmış laikliklere, aydınlanmacılara yani devrimcilere savaş açıyor; Abdülmecitlerin, Abdülhamitlerin torunları olduklarını sıkça yineleyerek, yoz geçmişlerini yad edip, bu çağda fetih kutlamaları yapıp film çeviriyorlar, yeni Osmanlıcılık oynuyorlar; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin saltanatı devirerek kurulduğunu unutuyorlar!…

Hatırlatmak gerekir ki:  19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti önderliğinde, emperyalist işgale karşı Anadolu direnişini örgütlemiş; 23 Nisan 1920’de Millet Meclisi’ni Ankara’da açarak millet egemenliğini esas almış, millet meclisin yönetimi altında işgalci dış, işbirlikçi iç düşmanı kesin bir yenilgiye uğratmıştır.

11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi’nin ardından Ankara Hükümeti ile İstanbul Hükümeti arasında çıkan ikiliği kaldırmak için 1921 Anayasası’nda, 80’i aşkın milletvekilinin imzasıyla, “Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığını, yeni bir Türkiye Devletinin doğduğunu, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu gereğince egemenliğin millete ait olduğunu” belirten önerge,  Teşkilat-ı Esasiye (Anayasa), Şeriye (Dinişleri), Adliye (Adalet) komisyonlarına verilir. Üç komisyonun bir ara gelerek önergeyi görüştüğü toplantıyı yakından izleyen Mustafa Kemal,  komisyon üyelerinin ikirciklik yaşadığını görünce, bir sıranın üstüne çıkar:

““Efendiler, Hâkimiyet ve saltanat hiç kimseye ilim gereğidir diye görüşme ve tartışmayla verilmez. Hâkimiyet ve saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hâkimiyet ve saltanatını fiilen eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını ve hâkimiyetini bırakacak mıyız bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifade etmekten ibarettir. Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi doğal olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Yoksa, yine gerçek usulüne uygun olarak saptanacaktır. Fakat, belki de bazı kafalar kesilecektir!”der.

Komisyon başkanı Ankara Milletvekili Hoca Mustafa Efendi, “ Affedersiniz efendim, bir konuyu başka bakımdan ele alıyorduk, açıklamanızla aydınlandık” der, önergeyi oylamaya sunar, öneri komisyondan geçer.

Millet Meclisi, 1 Kasım 1922 tarihinde kabul ettiği yasayla, saltanatı İstanbul’un işgal edildiği 16 Mart 1920 tarihinden geçerli olmak üzere kaldırır.

Son Osmanlı Padişahı Mehmet Vahdettin, 17 Kasım 1922’de İstanbul’daki İngiliz komiserliğine sığınır ve bir İngiliz zırhlısına binerek ülkeyi terk eder. 24 Temmuz 1923’te Türkiye Devleti’nin bağımsız siyasi, hukuki kimliği, coğrafi sınırı Lozan Barış Antlaşması’yla belirlenir. 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası kurulur. 2 Ekim 1923’te emperyalist işgalin son kuvvetleri İstanbul’u terk eder.  6 Ekim 1923’te Türk birlikleri İstanbul’a girer.  29 Ekim 1923’te Türkiye Devletinin yönetim biçiminin Cumhuriyet olduğu kabul ve ilan edilir; Mustafa Kemal’in oybirliğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilir. İsmet Paşa 1 Kasım 1923’te ilk Cumhuriyet Hükümeti’ni kurar.

3 Mart 1924’te, Hilafet (Halifelik), Şeriye ve Evkaf Vekâleti (Din İşleri Balkanlığı) kaldırılır; Osmanlı Hanedanı Türkiye dışına çıkarılması kabul edilir.  Aynı gün mektep ve medrese ikiliğine son verilir, 430 sayılı yasayla Tevhid-i Tedrisat (Öğrenim Birliği) Kanunu kabul edilir; tüm okullar Maarif Vekâletine (Milli Eğitim Bakanlığına) bağlanır. Din adamlarının yetiştirilmesi için İstanbul’da bir İlahiyat Fakültesi kurulur, ülkenin değişik yörelerinde 26 adat imam hatip okulu açılır.

Bir meslek olarak düşünülen dini eğitim ve öğretim, Demokrat Parti’nin kuruluşundan (1946) itibaren iktidarları, koalisyon ortaklıkları (DP, AP, Anavatan, DYP, MHP, MSP, AKP) dönemlerinde dini siyasette alet etmelerinin sonucu olarak, temel eğitim haline getirilmiştir.

Milli Eğitim Kanunu’nda değişiklik yapan bu yasa önerisinin kabulü halinde de 6,5 yaşını bitiren çocuk, aklı başına gelmeden (akıl baliğ olmadan), dinsel eğitime yönlendirilecek, bağımsız düşünmesi, sorgulaması, haksızlıklara karşı çıkması önlenecek; kaderci, baş eğen, diz çöken, itaatkâr bir kula dönüştürülecektir.

Bu öneriden bunları anlamamak için ya saf, ya çıkarcı ya da alçak olmak gerekir.

Bu milletin geleceğine tuzak kuranlar, eğitimin içeriğini boşaltanlar, devrimci, demokratik, laik, sosyal hukuk devletini yolundan saptıranlar, bunu hesabını bir gün mutlaka yargı önünde vereceklerdir…

Buna inanıyor ve güveniyorum; çünkü, laik cumhuriyet sandıkla kurulmadı, sandıkla da yıkılamaz… 22. 03. 2012

Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir