ABD emperyalizmi, 20. Yüzyılın son çeyreğinde, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin güneyindeki Müslüman yönetimleri Yeşil Kuşak projesi ile bu ülkeye karşı dikerek önemli bir politik başarı sağlamıştı. Sovyetlerin yıkılışında, bu projeyle güneyde kurulan ve ağırlığı Sünni İslamcıların yönetiminde olduğu ülkelerden oluşan bu setin yıkıcı etkisi ve SSCB içindeki Müslümanlar üzerindeki ayrıştırıcı rolü inkâr edilemez. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ABD emperyalizminin en gerici kanadını oluşturan Neo-conların bu bölgede artık güçlü devletlere ihtiyacı kalmamıştı. Balkanlar’da ve Ortadoğu’da uygulanmasını sağladıkları yeni politikanın temelinde, bu bölgelerdeki güçlü ve etkili devletleri zayıflatarak, güçsüz düşürerek ve parçalayarak buralarda etkinlik kurmak yatıyordu. Böylece bu bölgelerdeki ülkelerin stratejik konumlarından yararlanılarak hegemonik ağırlık sağlanacak ve en önemlisi de yer altı-yer üstü kaynakları eskiye göre Amerikan şirketlerince daha kolay ele geçirecekti. Bu plan, son yıllarda, GBOP adı altında Kuzey Afrika’da, Doğu Akdeniz’de ve Ortadoğu ülkelerinin birçoğunda uygulamaya sokuldu ve tam olarak olmasa da ciddi başarılar elde edildi. Planın uygulamaya sokulduğu Mısır ve Suriye’de başarısız olduğu iddiaları ortaya atılsa da sonuçta bu ülkeler artık eskisi kadar güçlü ve bütünlüklü olma özelliklerini kaybettiler. Bugün Mısır düşünsel olarak derin bir biçimde ikiye bölünmüş durumda. Suriye ise fiilen üçe bölünmüş vaziyette. Son günlerdeki gelişmelerle birlikte Irak da, artık geri dönüşü çok zor bir biçimde, üçe bölünmektedir.
Irak’a karşı organize edilen son saldırı, Batılı güçlerin bir kısmının karşı çıkıyor görünmelerine karşın, Neo-conlar’ın GBOP’ne uygun bir seyir izlemektedir. Büyük resme bakınca görünen şudur: Bugün Irak’ta yürütülen bu planın hedefinde gerçekte Rusya’nın Suriye’de kazandığı prestijin yıkılması ve İran’ın bölgede kazandığı gücün kırılması vardır. Rus-İran hattına karşı ABD destekli Sünni-Selefi hattı üzerinden bu alanda yeni bir ittifak da boy göstermeye başlamıştır. Siyasal Sünni kardeşliği-Şii düşmanlığı esasına dayanan bu hattın içinde eski düşmanların birlikteliğini görmekteyiz. Saddam yanlısı grupların ve Sünni aşiretlerin de bu blok içinde yer aldıkları anlaşılmaktadır. Bir yanda ABD emperyalizminin bölge planına uygun saldırılar düzenleyen aşırı dinci IŞID ve müttefikleri diğer yanda bu emperyal plana karşı kendi egemenliğini korumaya çalışan Irak yönetimi. Bu çatışmadan yararlanarak, Irak’ın önemli petrol merkezi olan Kerkük gibi tarihi öneme ve sosyolojik farklılıklara da sahip bölgelere el koymaya çalışan Barzani yönetiminin fırsatçılığını da kaydetmek gerekir. Sonuçta GBOP planı içinde Sünni Araplar, Şii Araplar ve Kürtler birbirlerine karşı hegemonya savaşı verirlerken arada Türkmenler gibi sahipsiz kalan kesimler ise ezilmektedir.
Görüldüğü gibi günümüzde ABD, Ortadoğu’da laiklik karşıtı bir Sünni Kuşak yaratarak planını uygulatmaya çalışmaktadır. AKP iktidarı da bu kuşağın içinde görevini yapmaktadır. ABD ve müttefiklerinin yarattığı Suriye sorununun başından beri Amerikan dincisi kardeşlerine her türlü yardımı yapmaktadır. Türkiye’nin başına türlü belalar açma pahasına IŞID dahil bütün dinci-gerici cenahı tam olarak desteklemektedir. Yoğun ilişkileri nedeniyle AKP iktidarının, IŞID ve ortaklarının Musul ve çevresine düzenleyecekleri son saldırıdan habersiz olduğu iddia edilemez. Irak Sünni muhalefetinin bir kesiminin başının Türkiye’de yaşadığı ve korunduğu bilinirken, Türkiye’nin istihbarat kuruluşunun bu dincilere silah ve cephane verdiği iddiaları ayyuka çıkmışken, bunların Türkiye’de eğitildikleri, hastanelerde tedavi edildikleri, akşam Türkiye topraklarında yatıp sabah Suriye’ye savaşmaya gittikleri, dinci çevrelerde toplanan paraların bu kelle kesicilere gittiği, memleketin dört bir yanından bunlara militan devşirildiği bilinirken; iktidarın, IŞID’çıların Musul’a saldırısından ve hatta başkonsolosluğu teslim alacaklarından habersiz olduğu düşünülemez.
AKP iktidarının politikalarını üç neden ya da unsur belirlemektedir ve bunların üçünün de IŞID’ın saldırısıyla çelişmediği açık. Birincisi emperyalizme bağımlılık ve ABD’nin Ortadoğu politikalarıyla temelde uyum içinde olmak, ikincisi siyasi Sünni kardeşliğini esas almak, üçüncüsü ise petrol ve doğal gaz talancılığı yapmak. Irak’ın üçe bölünmesi emperyalizmin temel politikası olduğuna göre, bu politika AKP iktidarı için de esastır. Siyasal Sünni kardeşliği ya da Şiilere karşı oluşturulmaya çalışılan cephe de Amerikan politikasıdır ve AKP ideolojisiyle tamamen uyumludur. Üçüncü neden için de bu bölge çok iyi bir kaynaktır. Bu bölgenin petrolünden ve diğer ekonomik kaynaklarından ne kadarını kaparlarsa onlar için kardır.
Öte yandan rehin alınan konsolosluk mensuplarının pazarlık karşılığında kurtarılmasını da sıkılmadan bir propaganda malzemesi haline getirmeye çalışacakları da açık. Bunlarda yüzsüzlüğün ölçüsü ve sınırı yok.
Bu oyunu ancak iki önemli gücün mücadelesi bozacaktır. Birincisi, Suriye ve Irak’taki iktidarların halklarıyla birlikte, İran’ın da desteğiyle, bu Amerikancı yayılmacılığa karşı gösterecekleri direniş. İkincisi ise bizim halkın işbirlikçi AKP iktidarına son vermesiyle bu düzen bozulacaktır. AKP iktidarının yıkılmasıyla birlikte emperyalizmin Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı yeni sömürgeci düzen hesabı çok karışacak ve hatta alt-üst olacaktır. Bu sonuca ulaşmak için Cumhurbaşkanlığı seçimi büyük bir öneme sahiptir ve iyi değerlendirilmelidir.