15 Eylül tarihli “Turquıe Diplomatique”
gazetesinde yer alan haberin başlığı şöyleydi: “Yunanistan’a Dönüş ‘Yurtdışındaki Alman Vakıfları Anten Vazifesi Görüyor’.”
2005 yılına kadar Atina’daki bürolarını kapatan Liberal Hür Demokrat Parti’ye yakınlığı ile bilinen Friedrich-Naumann Vakfı, Sosyal Demokrat Friedrich-Ebert Vakfı ve Hrıstiyan Demokrat Birlik Partisi ile ilişkili olan Konrad-Adenauer Vakfı Yunanistan’da yeniden faaliyete geçiyorlar. Yunan halkının Batı emperyalizminin ülkelerini batırdığı kanısına varması ve bu sömürücülere karşı seslerini yükseltmeye başlaması Alman Hükümetini rahatsız etmeye başladı. Yunanlıları “başıboş” bırakmamaları gerekiyordu. Bunun için öncelikle entelejansiyayı, “sivil toplum”u kontrol altına alıp yönlendirecek kuruluşlara ihtiyaç vardı ve bu politikayı en kusursuz biçimde yürütecek olan “vakıflar” yeniden devreye sokulmalıydı. Ve şimdi öyle de yapılıyor.
Bozulmaya başlayan Alman-Yunanistan ilişkilerini Almanların istediği gibi düzeltmek amacıyla Alman Federal Meclisi tarafından altı vakfın kullanımı için beş milyon euroluk kaynak aktarılmıştır. Üç yılda kullanılacak bu kaynağı yukarıda belirtilen vakıfların yanı sıra kullanacak olan diğer vakıflar şunlardır: Hrıstiyan Sosyal Birlik Partisine yakın olan Hanns-Seidel Vakfı, Yeşiller Partisiyle ilişkili olan Heinrich Böll Vakfı ve Sol Parti’ye yakın olan Rosa Luxenburg Vakfı. (Yapacağı iş ne olursa olsun Rosa Luxenburg’un adının en azından yanlış anlamalara neden olacak türden işlere karıştırılması da ayrıca üzüntü vericidir.)
Gazetenin yukarıdaki başlığı atmasının nedeni ise Konrad-Adenauer Vakfı’nın Atina bürosunu yöneten Susana Vogt’un şu sözleri söylemesidir:
“…Vogt, Alman siyasi vakıflarının çalışmalarının sadece ülke içi ile sınırlı kalmayacağını, Almanya’da okumak isteyen Yunan üniversite öğrencilerine burs verme gibi planları olduğunu da belirtiyor: ‘Yaptığımız çalışmalar tek yönlü değil. Atina’da bulunmamızın çok önemli bir başka işlevi ülkeyi anlamak. Atina’daki büromuzu, gelişmeleri Almanya’ya aktarma ve Yunanistan’da olanların anlaşılmasını sağlama açısından bir anten gibi görüyoruz.’”
Alman vakfının Atina’daki yöneticisi yukarıdaki sözleriyle, yardıma muhtaç hale getirdikleri ülkelere nasıl baktıklarını açıkça itiraf etmektedir. Açtıkları vakıf temsilciliklerini Yunanistan’ı kontrolleri altında tutabilmek için gelişmeleri ülkelerine aktaracak “anten gibi” gördüklerini itiraf etmektedir. Hiç şüphesiz “gibi”si fazla, aleni “anten” görevi gördükleri ortada.
Bu haberden, ülkemizde AB’yi “demokrasinin kıblesi” olarak görenlerin ders alması gerekir. Bu emperyalist kuruluşun lideri konumunda olan ülkenin en “masum” temsilcilerinin bile “anten” görevi gördüklerini itiraf etmelerinden hiç etkilendiler mi acaba?