1-Türkiye, ABD emperyalizminin hegemonyası ve yönlendiriciliği altında gerici bir ittifak tarafından yönetilmektedir. Bu ittifak, büyük finans, sanayi, ticaret ve inşaat sermayesi başta olmak üzere, büyük toprak sahipleri, kara para ve uyuşturucu baronları, cemaat ve tarikat şeylerinden oluşmaktadır.
2-AKP iktidarı, ABD’nin uzantısı olan bu gerici hâkim ittifakın siyasi plandaki temsilcisidir ve yeniden yapılandırmayı sürdürdükleri devleti bu parti eliyle yönetiyorlar.
3-Türkiye’de sanayinin, ticaretin belli ölçüde gelişmiş görünmesi, büyük iş merkezlerinin kurulması, duble yollar yapılması, her tarafa beton binalar dikilmesi ülkenin gelişmesi, kalkınması anlamına gelmemektedir. Türkiye ekonomisi, sıcak para, borçlanma, halktan alınan yüksek orandaki vergi (özellikle “dolaylı vergi” soygunu gibi), çalışanların işgüçlerine yok pahasına el konulması gibi nedenler sayesinde yere serilmeden güç bela ayakta durmaktadır. Emperyalist sermayenin isteklerine harfiyen uyduğu, onların sömürü ve talanına boyun eğdiği için AKP iktidarı ve zor durumda olan ekonomisi suni desteklerle ayakta tutulmaktadır. Latin Amerika ülkelerinin yaptığı gibi ülke çıkarlarını emperyalist sermayenin çıkarlarının karşısına koymaya kalkıştığı gün iflasını ilan etmek zorunda kalacağı açıktır. Ama AKP için iktidarda kalmak, sömürü ve talanı sürdürmek ülke çıkarlarının her zaman önünde olduğundan emperyalizme teslimiyet esastır. Türkiye’deki dincilerin yüz yıllık politik geleneklerine bakınca hep emperyalizm ile uzlaştıklarını, sonuçta onların çizdiği alanda kaldıklarını görürüz.
4-Emperyalizmin ekonomik ve siyasal alanlardaki gericiliği, 20.yüzyıl sonlarında ve içinde bulunduğumuz yüzyılda daha da derinleşmiştir. Özellikle neo-liberalizm döneminde emperyalizm, eski politikalarına oranla çok daha gericileşmiş, sömürü ve talan politikalarında olağanüstü ölçülerde zalimleşmiştir. Bu dönemde, siyasal ve askeri saldırganlık yönünden ne kadar pervasızlaştığının birçok örneğini yaşadık, yaşıyoruz. Akdeniz-Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya bölgeleri içinde önemli bir jeostratejiye sahip olan Türkiye üzerindeki tahakkümünü yoğunlaştıran Batılı güçler, bu bölgelere ilişkin politikalarını yürütebilmek için Türkiye’deki gerici ittifakı tahkim etmiştir. AKP’nin işbaşına getirilmesi şeklinde yapılan bu tahkimat, ülkede demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesi yönünde olmamıştır. Aksine bağımlılık ilişkisinin istedikleri gibi sürdürülmesini sağlayabilmek için daha da gericileştirme ve faşistleştirme yönünde adımlar atılmış ve atılmaya da devam edilmektedir. Kaldı ki; emperyalizmin yakın geçmişteki neo-liberal gerici politikasından dolayı Türkiye’nin emperyalist sermaye ve işbirlikçi güçler eliyle demokratikleştirilmesi, bu yönde gelişmelerin olması zaten söz konusu edilemezdi. Bazı liberallerin iddia ettikleri gibi geçtiğimiz yıllar içinde ne emperyalist dünyada ne de ülkemizde bu yönde bir gelişme olmamıştır. Aksi yönde, Türkiye’nin gericileştirilmesi yönünde sayısız adımlar atılmıştır.
Sonuç olarak, AKP döneminde Türkiye’de demokratikleşme yönünde değil gericileştirme yönünde gelişmeler yaşanmıştır. RTE’nin Cbaşkanı olması da bu gericileştirme-faşistleştirme hareketinin üst bir noktaya sıçraması işidir. Artık Türkiye, emperyalist gericiliğin kontrolündeki dinci-faşizmin kıskacı içine tam olarak sokulmuştur. Ekonomide tekelci, dinde tekelci, mezhepte tekelci, iktidarda tekelci bir gerici hükümet ve onun başıyla karşı karşıyayız. Bundan sonra, neo-Abdülhamitçiliği kurmaya girişeceklerinin gizlisi saklısı kalmadı. RTE ve AKP, Ortadoğu ve Kürt sorununa da bu restorasyon politikasının penceresinden bakacaklardır.
İçine sokulduğumuz son on yılların bu en ağır siyasi bunalımının başımıza sarılmasında oynadıkları rolden dolayı Cumhurbaşkanlığı seçimini alternatifsiz bırakan Kılıçdaroğlu ve sağa kaymayı marifet sanan CHP yönetimi, o partinin tepesinde daha ne kadar “tıpış tıpış” siyaset yapmayı sürdürecek?
“Yeni Türkiye”nin yeni siyasi alternatifi “radikal demokrasi”yle kucaklaşan “solcu”larımızı ve siyaseti enini-sonunu düşünmeden kişiselliğe indirgeyerek iç rahatlığına kavuşanları kutlamak gerekir!
ABD ve İsrail ile birlikte Ortadoğu’nun yıllardır ezilen halklarını birbirine kırdırarak ganimetten pay kapmaya çalışan bir iktidarı ve onun başını yenilgiye uğratarak hesaplarını bozma şansını değerlendirmeyen herkesi tebrik etmek gerekir!
Her seçimden önce çıkar karşılığı düzenledikleri algı operasyonlarıyla, halkın önemli bir bölümünü istedikleri gibi yönlendiren kamuoyu araştırma, daha doğrusu oluşturma kuruluşlarının oligarşik hegemonyalarının bundan böyle daha az etkili olacağını da söyleyebiliriz. Çünkü bu seçimde onların gerçek yüzü daha net bir biçimde ortaya çıktı.
Yaşadığımız bütün bu olumsuzluklara karşın; öncelikle ülke ve halk diyen devrimciler, karşılaşacakları her türlü baskı ve saldırıya, her çeşit saptırma ve yanıltmaya karşı, en geniş kitlelerle kucaklaşmayı akıllarından çıkarmadan, mücadelelerini sürdüreceklerdir. Her ne pahasına olursa olsun kavgaya devam…
Önümüzdeki dönemde Devrimci görevimiz, emperyalizme karşı tam bağımsızlık, dinci-faşizme karşı tam demokrasi mücadelesinin bayrağını en geniş halk kitleleriyle birlikte yükseltmek olmalıdır.
Mehmet Ali Yılmaz