Değerli Anafikir okuyucuları, dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmeleri doğru bir şekilde anlamak ve değerlendirebilmek için daha yakından takip etmemiz gerekir.
Gün geçtikçe dünya politik, ekonomik ve askeri arenasında önemi artan Çin hakkındaki bilgilerimizin yeterli olmadığını biliyoruz. Bu ülke ve sosyalizme geçiş süreci yaşayan başka ülkeler hakkında ülkemize ulaşan bilgiler genellikle bu ülkeler dışında üretilen kaynaklardan edinilmektedir. Bunun ötesinde Türkçeye oldukça sınırlı ölçekte çevrilen söz konusu kaynaklar fazlasıyla seçicidir. En azından bu sakıncayı gidermek adına ve bu ülkeleri daha iyi anlayabilmek için onların ürettikleri- içerden-kaynakların da yansımasının insanımıza daha dengeli bir değerlendirme olanağı sunabileceğini düşünüyoruz. Ayrıca bilgilere ve belgelere doğrudan erişmeyi önemli buluyoruz. Önümüzdeki dönemde, bu kaynaklara ulaşan “eski” dostumuz TAKSAV üyesi Cem Kızılçeç’in çevirdiği veya çevirttiği makaleleri ve belgeleri bu sütunda yayınlayarak sizlerin özellikle Çin hakkında doğrudan bilgiye ulaşmanızı sağlamaya çalışacağız.
Çabaları için devrimci arkadaşımız Cem’e teşekkür ederiz.
Çin Halk Cumhuriyeti ve Renk Devrimi Riskleri Üzerine
Yazar: Zeng Zhisheng- Renmin Üniversitesi
Çeviri: Cem Kızılçeç
Kalkedon Yayınlarından çıkan bu yıl içinde yayınlanan “Geleceğin Sosyalizmi-Demokrasi İçin Arayışlar” adlı kitabın renk devrimleri ile ilgili bölümden alınmıştır.
Çin dünyadaki önemli bir sosyalist ülke olarak Amerika’nın renk devrim(lerini) teşvik etme politikalarını ve tekniklerini ciddi bir biçimde ele almaktadır. Çünkü Birleşik Devletler bu ülkeyi ısrarla dönüştürmek istemektedir. Çünkü sosyal sistemi jeopolitik çıkarların, ideolojik farklılığı ve diğer birçok açıdan ABD önderliğindeki Batılı ülkeler güçlü bir sosyalist ülkenin varlığını sürdürmesi için her hangi bir nedene sahip olmadıklarından dolayı Çin’e zarar vermek ve ona güçlükler çıkarmak için daima ellerinden gelenin en fazlasını yapmak istemektedirler. Bu olgu onların sınıf karakterleri ve oldukça uzun tarihi kökleri bulunan anti-komünist düşünüş gelenekleri açısından da böyledir. Belki bu olgu içinde bulunduğumuz yeni yüzyıl sonuna kadar sürebilecektir. Deng Xiaoping’in bir keresinde belirttiği gibi “ABD önderliğindeki Batılı ülkeler barut dumanı olmaksızın bir 3. Dünya Savaşı yürütmektedirler; barut dumanının anlamı sosyalist ülkelerin barışçıl yollarla dönüştürülmesidir” silahlı müdahale yolu ile başarılı olamayacaklarına inandıklarında o zaman “barışçıl dönüştürme” taktikleri devreye girecektir. Bu ülkeler Çin’deki sosyalist sistemi beğenmemektedirler. ABD, Çin’de bir renk devrimi başlatmak için bu ülkeyi Batılılaştırmak ve kendi içinde kutuplaştırma stratejisi izlemektedir; öte yandan Çin deki burjuva liberal öğeler de sorunlar çıkarmaya hazırlanmaktadır. 2004’te bu liberal öğeler Çin’deki NGO (Hükümet -dışı Sivil Toplum Örgütleri) yasasının yeniden düzenlenmesi aşamasında ve aynı zamanda 2005 yılında “kadife eylem komitesi” kurarak kendilerini gösterdiler dolayısıyla bu tür gelişmeler ve uzun vadeli olgular hükümetin daima göz önünde bulundurduğu risklerdir.
Bugünkü iç ve uluslar arası durumda gerçekçi bakıldığında, Çin’de nesnel olarak bir renk devrimi riski bulunmaktadır. Bu riski önlemek için devletin diktatörlük aygıtını güçlendirmek ve her hangi bir politik kargaşa çıktığında sosyal ve politik istikrarı sağlamak için bu aygıtı kullanmak gerekebilecektir. Mao Zedung bu konuda uzak görüşlü bazı fikirler geliştirmişti: “Proletarya yükselen bir sınıf olarak politik iktidarı alır ve sosyalizmin kuruluşuna girişir, fakat kesinlikle oldukça uzun bir dönem boyunca proletarya, kapitalizmden daha zayıf bir konumda olacaktır. (Dolayısıyla) diktatörlük olmaksızın onun kapitalizmin saldırısına karşı direnmesi olanaksızdır. Sosyalizm yolunda ilerlemek için proletarya diktatörlüğüne bağlı kalınmalıdır. Biz buna halkın demokratik diktatörlüğü diyoruz. Halkın demokratik diktatörlüğünün gücünü kullanarak halkın rejimini pekiştirmek haklı bir şeydir; bunda haksız olan bir şey yoktur”.
Marksist demokrasi teorisinde, demokrasi ve diktatörlük, diyalektik bir birlik oluşturmaktadır. Sadece ve sadece küçük bir azınlık grup üzerinde diktatörlük uygulayarak halkın ezici bir çoğunluğunun demokratik halkları tam olarak güvence altına alınabilir. Çin’in de renk Devrimi çabalarına girişen az sayıdaki olan liberal öğelere diktatörlük uygulaması haklı ve uygundur; onlara kendilerine çeki düzen vermeleri için, kargaşa çıkarmalarını yasaklamak ve ceza yasasını çiğneyenleri cezalandırmak uygun olacaktır. Bu uygulamalar Çin’in dış itibarını yaralamaz ve bu konuda hiçbir endişe duyulmamalıdır.
Ancak, politik istikrarı tehlikeye sokan- renk devrimi- gibi bir sorunla baş etmek için tek başına diktatörlük aygıtı yeterli değildir. Bu nedenle daha önceden önleyici çalışmalara dikkat gösterilmeli ve sistematik önlemler geliştirilmelidir. Bu sorun aslında Marksist partinin iktidar konumunun korunması ve pekiştirilmesi sorunudur. Çin’de bu açıdan bugün genel paylaşılan görüş ve öneriler aşağıdaki gibi özetlenebilir.
Birincisi, sosyalist sistemin ekonomik temeli güçlendirilmeli ve kamusal mülkiyet altındaki ekonomik sektörün egemen konumu pekiştirilmelidir. Sosyalist bir ekonomi kamu mülkiyeti temelinde yükselir ve içinde bulunulan sosyalizmin başlangıç aşamasında kamu mülkiyetinin hâkimiyeti ilkesine bağlı kalınmalıdır. Bu bir ilke sorunudur ve Çin’in sosyalist karakterini koruması açısından belirleyici önemi bulunmaktadır. Birçok tarihsel belgelerde yazılı olduğu gibi; ısrarla ekonomide kamusal sektör pekiştirilmeli ve iyileştirilmeli ve bu sektör modernleştirilmeli ve genişletilmelidir. Kamusal ekonomik sektör ile kamusal olmayan sektör arasındaki mücadele ve çelişkiler de göz ardı edilmemelidir ve özel mülkiyet sektörünün kamusal sektörün yerini alarak, ülke ekonomisine hakim hale gelmesi önlenmelidir. Bir kez kamu sektörü hakim konumunu yitirir ve ortadan kalkarsa, sosyal sistem kesinlikle sosyalist karakterini yitirecek ve kesinlikle kapitalist sisteme doğru evrilecektir. O zaman ABD emperyalizminin “barışçıl evrimleştirme’ stratejisi ekonomik anlamda gerçekleşmiş olacaktır. Amerikan tekelci burjuvazisini politikacıları ve ideologları, Çin’deki ekonomik alana büyük önem vermektedirler ve özel sektörün egemen hale gelmesi için azami çabalar sarf etmektedirler. Eski Amerikan Başkanı Nixon, Çin’in serbest pazar ekonomisine doğru ilerlemede yarı yola geldiğine belirtmiş ve ABD’nin Çin ekonomisini etkileyerek, özel sektöre destek olmak yoluyla adım adım kamu sektörünün belirleyici konumunu aşındırma olanağına sahip olacağını söylemişti. Yaygın kabul gören görüşe göre, bu gün Çin’de kamu ve özel sektör arasında ölüm kalım rekabeti sürmekte ve bu mücadele hala bitmiş olmaktan oldukça uzak görünmektedir. 2002 yılında Amerikan başkanı Clinton’da ABD’nin Çin’in Dünya Ticaret Örgütüne(DTÖ) katılmasından doğan fırsatları değerlendirilerek bu ülkede Amerikan “değerlerinin” teşvik edilmesi, kamu mülkiyeti altındaki büyük şirketlerin zayıflamasını hızlandırarak özel şirketlerin bunların yerini alması için fırsatlardan yararlanılmasını önermiştir. Aynı zamanda Çin halkının hukuk ve insan hakları için verdiği mücadeleye “destek verilmeli” böylece Çin’in ‘ABD’ye uygun “tercihleri” yapması sağlanmalıydı.
Çin’de de bazı insanlar kamu sektörünün hakim konumunu özel sektöre geçmesi için bastırmaktadır. Örneğin kamu sektörünün reformu ile ilgili bir stratejik düzenleme önerildiğinde veya tartışıldığında bazıları açıkça “kamu gitsin özel sektör gelsin” tavsiyelerini yapabilmektedir ve bunlar kamu sektörünün sadece özel sektörün gereksinimlerine göre çalışmasının uygun olacağını, kamu sektörünün özel sektörün başarısını güvence altına alacak ölçüde küçültülmesini, böylece özel sektörün ekonomide hakim bir rol oynamasına olanak sağlanmasını savunmaktadırlar. Kanımızca, bu sorunlara karşı mücadelede serinkanlı ve net bir bakışa sahip olunmalıdır. Ancak, soruna olası bir renk devrimini önlemek açısından bakılması gerekir; çünkü bu sorunda başarısızlık renk devriminin ekonomik temelini yaratacaktır.
İkincisi, ideolojik alanda Marksizm’in yönlendirici konumunu güçlendirmek ve bu alanda da başarılar kazanmak gerektiği genel kabul görmektedir. Kanımca bu alandaki mücadelenin önemi ve karmaşıklığı tam olarak dikkate alınmalıdır. Çin’de sosyalist reform ve dışa açılma dönemiyle birlikte Marksizm’in dogmalaştırılmış bir biçimde kavranması şeklindeki hatalı eğilime karşı mücadele edilerek bu yönde önemli başarılar kazanılmıştır. Bu hatalı eğilim ile mücadele ederken öte yanda ise Batılı burjuva ideolojisi ve teorilerini kopya eden liberal bir eğilim de özellikle aydınlar arasında çıkmıştır. Dolayısıyla, ideolojik alanda Marksizmin yönlendirici konumu meydan okumalarla karşılaşmış ve zayıflamıştır. Teorik çalışmalarda ve reform pratiği içinde neo -liberal düşünceler ortalığı kaplamış, ekonomik özelleştirmeyi savunan fikirler, Batılı politik alanda burjuva demokrasisini öven ve ideolojik alanda liberalleşmeyi talep eden böylece reform sürecine başlarken temel kriter olarak belirlenen ve üzerinde anlaşılan Dört Temel Marksist İlke’yi açıkça inkar eden düşünceler kamu oyunda önemli bir ağırlık oluşturmuş ve bir çok insanı etkilemiştir. Eğer bu tür düşünceler kontrolden çıkar ve istenmeyen ölçüde yaygınlık kazanırsa, sosyalist sistem kendi ideolojik dayanaklarını yitirecek ve renk devrimi kendisi için gerekli ideolojik temeli sağlamış olacaktır. Bu abartılı bir değerlendirme değildir.
Bundan dolayı özellikle parti üyelerinin Marksist eserleri titizlikle incelemeleri ve Marksizm’in temel prensiplerini kavrayarak ve onlara bağlı kalarak Batılı burjuva İdeolojisinin teorik alandaki etkilerini eleştirerek ve temizleyerek Marksizm’in teorik ve ideolojik alanda yönlendirici konumunu pekiştirmeleri büyük önem kazanmıştır. Bu amaçla 2005 yılında 15 yıl sürecek Marksizm üzerine yeni bir araştırma ve geliştirme projesi başlatılması bu soruna önem verildiğini göstermektedir.
Üçüncüsü, bütün örgütsel kademelerde önderlik konumları güçlü bir biçimde sadık ve kafası net olan Marksistlerin kontrolü altında olmalıdır. Bu Marksist bir partinin iktidar konumunu pekiştirmesi ve Renk devrimini önleyebilmek açısından kritik önemde sorunlardan bir tanesidir. Parti ve devlet organlarının tüm kademelerinde çalışan görevliler Marksist partiye ve sosyalist ideallere bağlı kalmaları halinde ve halk için hiç bir fedakârlıktan kaçınmaksızın çalışır ve asla kişisel çıkarlar arayışında olmazlarsa; içerden veya dışarıdan karşıt güçler ne kadar büyük gürültü koparırlarsa koparsınlar sosyalist rejim güçlü yapısını koruyacaktır.
En büyük risk bu alanda bir sorun ortaya çıkmasıdır. Deng Xiaoping 1980’lerde reform sürecine başlarken bu konuyu ele alarak şöyle değerlendirmişti ve bu genel kabul görmektedir:“Çin’de istikrarın ve 4 alanda modernleşmenin sağlanmasının; ancak doğru bir örgütsel çizgi ve gerçekten Marksizm-Leninizm ve Mao’nun düşüncelerine ve parti ruhuna bağlı kalan gelecek kuşaklar tarafından güvence altına alınabilir. Bir önder grup oluştururken Marksizm- Leninizm’i ve Mao’nun düşüncelerini titiz bir şekilde incelemiş olan ve mücadelenin sınavlarına dayanabilecek olan insanların seçilmesi gerekmektedir”
Bu nedenle kilit konumlarda görev alacak kadroları seçerken daima devrimci nitelik en önemli kriter olmaktadır. Bu, dünya sosyalist akımının pratiğinde de kanıtlanmış olan Marksist bir kadro politikasıdır; parti ve devlet organlarında çalışan kadroların karşılaştıkları somut problemleri bir memur gibi politik yaklaşımdan ve politik tutarlılıktan uzak bir biçimde ele almaları söz konusu olmamalıdır. Her şeyden öteye bugünkü dünya koşulları altında Çin’deki sosyalizmi inşa çalışmaları, dünya kapitalizminin kuşatması altında gerçekleştirilmektedir ve kapitalizm hala dünyaya hakimdir. Bu koşullar altında parti ve hükümet kadroları, politik alana ilgi göstermezler ve sosyalizm ile kapitalizm arasındaki ayrım çizgisi konusunda net bir bakış açısına sahip olmazlarsa kapitalizme ve burjuva ideolojisine boyun eğmeleri kaçınılmaz olacaktır. Bu insan bilincinden bağımsız bir olgudur. Örneğin bu tür kadrolar eğitim için Birleşik Devletlerdeki güçlü ünlü üniversitelere gönderilir, bu Amerikan okulları parti veya hükümetin kadro yetiştirme merkezleri olarak görülür ise ve buralarda eğitimden geçmemiş kadrolar için yükselme olanakları kapatılır ise ve onların Birleşik Devletler tarafından beyinlerinin yıkanmasına izin verilirse, tam da ABD’nin dilediği veya umut ettiği durum gerçekleşmiş olacaktır. Böylece bir sorun ve kargaşalık işareti olarak ortaya çıktığında hangi kadronun renk devrimine direneceği veya süren mücadelede hangi safta yer alacağı kestirilemeyecektir. Eğer böyle bir koşul ortaya çıkarsa nesnel olarak “renk devrimine” örgütsel alanda temel yaratılmış olacaktır.
Dördüncüsü, en önemli görev Marksist partinin sınıfsal temelini pekiştirmek ve güçlendirmektir. Aslında bir sosyalist ülkede “renk devrimi” sınıf mücadelesinin keskinleşmesinin bir ifadesidir. Ve bu mücadelenin nihai sonucu sınıf güçlerinin karşılaştırılmalı durumuna bağlı olacaktır. Marksistler, muhalefetten korkmamalıdır; çünkü sınıflı bir toplumda sınıf çıkarlarının etkisiyle daima sosyalist ideallere karşı çıkan bazı insanlar olacaktır. Arkasında güçlü bir destek olmadıkça, itiraz ve eleştirilerle karşı karşıya kalmak çok ürkütücü değildir. Diğer bir deyişle en kötü olan şey iktidardaki Marksist partinin sağlam bir sınıf temeline ve kitle tabanına sahip olmaması ve bunlarla bağlarının bürokratik bir ilişki tarzına dönüşmesidir. Bu kriter iktidarı sürdürebilme ve yönetme yeteneği açısından belirleyicidir. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki Marksist komünist partilerinin muhalefet güçlerinin hücuma geçtikleri dönemlerde (1980lerde) mücadele açısından zayıf konumda olmalarının nedeni bu partilerin daha öncesinde burjuvazinin gereksinimlerine boyun eğen revizyonist bir rota izlemeleri ve kendilerini tamamen kitlelerden soyutlamaları ve işçi ve çiftçilerin desteğini kaybetmiş olmalarıdır. Dolayısıyla, bu partiler karşıt güçlerin hücumuna direnemediler ve hatta daha ciddi bir saldırı gerçekleşmeden yıkıldılar.
Kapitalist toplumlardaki renk devrimlerinde de benzer bir durum söz konusudur; Kırgızistan’daki muhalefet güçleri çok güçlü olmamasına karşın iş başa geldiğinde çoğu insan tarafsız kalmış ve kenarda durmuştur. Sonuç olarak daha ilk çarpışmada hükümet çökmüştür. Buna karşın Venezüella’daki Chavez rejiminin Amerika Birleşik Devletlerinden gelen ağrı baskıya ve ülke içinde muhalefetin sürekli bir biçimde engellemelerine karşı direnebilmesinin nedeni bu rejimin sosyal politikalarının işçi sınıfına dönük olması ve bu sınıfın yüzde 70’nin üzerinde bir çalışan ve çiftçi kesiminin desteğini almasıdır. Özetle, renk devrimlerinin tecrübesi sosyalist ve devrimci partilerin sınıf temelini pekiştirmeye önem vermeleri, işçilerin ve çiftçilerin sosyo-ekonomik statülerini geliştirmeyi güvence altına almaları ve bu sınıfların çakarlarının ihlal edilmesine karşı koruyucu politikalar geliştirmeleri, kitlelerin devrimci partilerin tarafında yer almalarını sağlamaları gerekmektedir. Ancak bu şekilde devrimci sınıflar ve geniş halk kitleleri bu partileri destekleyecek ve sosyalist çalışmaların dayanağı haline geleceklerdir. Kanımızca ancak bu yolla Marksist ve ilerici partilerin iktidar ve yönetme yetenekleri güçlendirilebilir ve “renk devrimlerini” önleyebilecek temel dayanak sağlanabilir.
Beşincisi, uluslararası diplomasi alanında ABD ile ilişkilerin doğru bir biçimde ele alınması üzerinde önemle durulmaktadır. Amerikan’ın Çin’e karşı dış politikası ikili bir karakter taşımaktadır:
Bir yandan Amerika’da iktidarda bulunan grup, Çin’i Batılılaştırma ve iç sosyal yaşamında kutuplaştırmayı arttırma politikasında kararlıdır, Çin’in gelişme ve kalkınmasını ve “Tayvan ile” birlik sağlamasını engelleme girişimlerinden vazgeçmemektedir.Bu onun emperyalist karakterini belirleyen bir tutumdur. Bu tutumun biçimleri yöntemleri ve araçları duruma göre değişebilir, fakat Birleşik Devletler emperyalist olarak kaldıkça onun temel politikası ve Çin’e karşı planları değişmeyecektir. Çin’de bu politikalar “sosyalizmi barışçıl evrim yoluyla dönüştürme” politikası olarak tanımlanmaktadır. Çin-Amerikan İlişkileri bu nokta görülmeksizin analiz edildiğinde temel duruş zemini kaybolacak ve ABD’ye karşı doğru politikalar geliştirilemeyecektir.
Öte yandan, gerçekçi bir stratejik bakış açısından ve ekonomik çıkarlar açısından bakıldığında, aynı zamanda Amerikan tekelci burjuvazisi, Çin ile ilişki içinde olmak ve ilişkilerini geliştirmek istemektedir. Kapitalistler kar dürtüsüyle hareket ederler. Çin büyük bir pazar olarak kuşkusuz bir biçimde onlara çok cazip görünmektedir. Diğer kapitalist ülkelerle rekabet eden Birleşik Devletler ve Amerikan kapitalistleri, Çin ile ekonomik ve ticari alanda karşılıklı bağlantılar geliştirmek zorundadır. Çin’in gücünün ve uluslararası statüsünün yükselişini izleyen ABD birçok uluslararası sorunla baş etmek için Çin’in yardımına ve iş birliğine gereksinim duyacaktır. Dolayısıyla, Amerika’nın Çin’e karşı politikasının iki yönü bulunmaktadır, diyebiliriz. Bir yandan Çin’i aşağıya çökermek diğer yandan Çin ile ilişki kurmak istemektedir. Bu iki yön paralel gelişmemekte, birinci yön asıl ve ABD’nin stratejik hedefini oluşturmaktadır; ikinci hedef ise birincine bağımlıdır.
Görünüşe bakıldığında, Birleşik Devletler “Çin ile tam kapsamlı ilişkilerden” ve “ ilişkileri geliştirmekten” söz etse dahi, onun öncelikli hedefi Çin’in iç ve dış politikaları üzerinde belirli etkiler sağlamak amacına dönüktür. Bu politikaların özü Batılılaşmayı ve Çin içinde toplumsal farklılaşma ve kutuplaşmayı teşvik etmek ve Sovyetler Birliği benzeri bir durum ortaya çıkarmaktır. Çin’deki bir Amerikan büyük elçisi Kongre’ye yazdığı bir raporda, Çin ve ABD arasındaki yakın ticari işbirliğinin sürdürülmesinin amacının Çin’de her türden ideolojilerin özgürce yayılmasını teşvik etmek, daha geniş ölçüde Amerikan kültür ve değerlerini Çin’e yayarak bu ülkenin Batılı değerleri daha fazla benimsemesini sağlamak olduğunun yazmıştır. Onun bu fikirleri oldukça düşündürücü ve aynı zamanda gerçekçidir ve ABD’nin ekonomik ve ticari işbirliği ve kültürel alış verişlerde gerçek niyeti böylece ifade edilmektedir.
ABD’nin Çin’e karşı ikili politikasını göz önünde bulundurarak; Çin de ona karşı dış politikasında ikili bir yaklaşım uygulamalıdır; ilkeli ve gerektiği zaman katı ve sert davranmalıdır. Kendisini devirmek isteyenlere karşı; her zaman uyanık bulunmalı ve tetikte olmalıdır. Bağımsız düşünmeli ve kendi güçlerine dayanmalı ve hiç bir karşıt güce cesaret ve umut vermemelidir. İlke meselelerinde örneğin; hegemonyacı davranışlara karşı direnme ve uluslar arası ilişkilerde kuvvet politikalarının uygulanması karşısında, Çin hiç bir şeyden korku duymamalıdır. Zayıflığını gösterdiği ölçüde; karşıtları daha saldırgan tutuma girecek ve Çin’e tepeden bakıp aşağılayacaklardır. Çin ilke sorunlarında kararlı davrandığında, Çin’i boyun eğdirmek isteyen güçler geri çekilecektir. Bununla birlikte asla aceleci davranıp; tehditkâr açıklamalar ve davranışlar göstermemelidir. Mücadele biçimlerine ve strateji seçimine özen göstermeli ve çok ileri gitmemeye dikkat göstermelidir. Verilen mücadelelerde haklı zemine dayanmalı; avantajlar sağlamalı; ihtiyatlı hareket ederek ve kontrolünü kaybetmemeye özen göstermelidir. Taviz veya uzlaşma veya esneklik; teslimiyet olarak uygulanmamalı, bunlar bir sonraki kavgaya katkıda bulunacak şekilde düşünülmelidir.
Özetle, Çin’in ABD ile uzun vadeli bir mücadele sürdürmeye hazırlıklı olması gerektiği ve soluğunu iyi tutması gerektiği genel kabul görmektedir. Aynı zamanda onunla işler de yapmaya gereksinimi vardır; fakat ona karşı ikili politika yürütmek uzun vadeli ve değişmeyecek bir politika tarzıdır. Çünkü aradaki ilişkide mutlak olan mücadeledir; bunu da belirleyen iki sosyal sistem arasındaki çelişmedir.
Kaynaklar :
Mao Zedung Seçme Eserleri. C 4 ve 5. Pekin, Halk Yayınevi 1994
Deng Xiaoping Seçme Esreleri C 3; Pekin Halk Yayınevi 1993
Tang Yong, Chang Zhe ve Wang Honggang’ın 20.4.2005’te Global Times Dergisinde Yazdığı Uzun Makale; “Renk Devrimleri Üzerine” : Soros Vakfı Dünya’ya Sızıyor.