Search
Close this search box.

Darbe ile helalleşen değil, hesaplaşan bir duruş!-Ömer Faruk Eminağaoğlu

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Demokratik hukuk devletlerinde darbeler için artık silaha başvurulmuyor, o dönemler sona erdi.

Silahlı darbelerin yaşanmaması ise, darbelerin sona erdiği anlamına gelmiyor.

Darbeler yeni yöntemlerle yine yapılmaya devam ediyor.

 

Demokratik hukuk devletlerinde darbeler artık nasıl mı yapılıyor.

Demokratik hukuk devletlerinde artık darbeler, yeni anayasalar ile yapılıyor.

İktidarın, hukukun üstünlüğü yerine yaratıp dayattığı kendi hukuku uygulanarak yapılıyor.

Yargı organları, hukuku uygulayan organlar olmaktan çıkartılarak, hukuka değil iktidara güvence durumuna sokularak yapılıyor.

Demokrasinin vazgeçilmezi siyasi partiler, artık demokrasinin varlığı ve yaşaması için değil adeta darbelerin gerçekleştirilmesi için vazgeçilmez kılınarak yapılıyor.

 

Yeni bir darbe yöntemine başvuruluyor, anamuhalefet yönetimi görev başında, ama nasıl!

AKP’nin, laik ve de demokratik olmayan hükümeti, bu görevini sürdürürken, Davutoğlu hükümet başkanlığına ve genel başkanlığa nasıl geldi ise, şimdi de aynı biçimde bütün Türkiye’nin gözleri önünde, başbakanlık ve genel başkanlık koltuğu altından çekiliyor.

Geliş yöntemi ile gidiş yöntemi arasında biçimsel olarak fark yoksa da, gidişi ve bunu hazırlayan süreç çok çok açık bir darbe.

Bu darbe gerçekleştiğinde, durum kendisine sorulan anamuhalefet partisi genel başkanı, “süreci izlediğini” ifade ediyor.

Bu söylemiyle, görevi başında ve konudan bilgi sahibi olduğunu, daha başka ne yapabileceğini anlatmak istiyor!

Ama bu söylemini yeterli görmüyor olmalı ki, bakın ayrıca ne yapıyor!

 

Darbe karşısında dik duruş yerine, darbede eylem birliği içinde olanlarla hesaplaşmak yerine, darbe süreci içinde olanlar arasında bir de ayrım yapıp, helalleşilen darbeciler ve helalleşilmeyen darbeciler gibi bir tablo yaratıyor.

Bu da siyaset tarihinde bir ilk olarak yerini alıyor.

Böyle bir muhalefet yönetimi oldukça, bırakın darbeler, daha neler yapılmaz ki…

Anamuhalefet yönetimi, darbeden hesap sormayı, süreç içindeki kimlerle helalleşilip, kimlerle helalleşilmeyeceği saptamasını yapmak sanıyor.

 

Darbe AKP üzerinden yapıldığına göre, yapılan darbeye parti içinde karşı koymayıp süreci hızlandıranların, darbeyi yapanlardan bir farkı bulunmuyor.

Demokratik hukuk devletinde buna, eylem birliği, yani eyleme iştirak durumu deniliyor!

Yani, sonuç olarak süreç yönünden, Erdoğan ile Davutoğlu aynı kefede bulunuyor!

Davutoğlu karşı dursa veya öyle bir duruş sergilese, kendisini Erdoğan’dan farklı kefeye koysa, neler olmaz ki…

Bunu demokratik hukuk devletindeki bir muhalefetin bilmemesi nasıl söz konusu olabiliyor!

 

Dokunulmazlıklar hakkında, anayasaya da aykırı olarak yapılmak istenilen anayasa değişikliği konusu da, özde bir darbe olmasına rağmen, hatırlarsak anamuhalefetin genel başkanı iktidarın böyle bir adımına evet diyebiliyor…

Darbeyi önlemekten kaçan, darbeye karşı duruş gösteremeyen, bunlar için bedel ödemekten uzak duran, ancak hele bir darbe yapılsın, darbe sonrasında gerekirse bedel ödemek için varız diyen anamuhalefet genel başkanı!

 

Şimdi ise anamuhalefet genel başkanı, AKP üzerinden hükümete yönelik yapılan darbeyi izliyor ve hatta bir adım daha atıp, darbecilerin bir kısmı ile helalleşebiliyor…

Anamuhalefetin görevi, siyasal ve hukuksal olarak iktidarı denetlemekten geçiyor.

Siyasal veya hukuksal olarak iktidarı denetleyemeyen, hesap soramayan anamuhalefet yönetimi, çareyi iktidara uygun olan yöntemlerle, yani helalleşmek helalleşmemek gibi siyaset, hukuk ve demokrasi ötesindeki kavramlarla iktidarı denetlediğini sanmakta buluyor!

Bırakın bunu yapanın adının anamuhalefet olmasını, bu sistemin adı da demokratik hukuk devleti oluyor!

 

Darbeyi, daha önce yargı üzerinden yapan Erdoğan bu sefer ise siyasi parti üzerinden gerçekleştiriyor…

Demokratik bir tablo ortaya çıkmadan, anayasaya göre sorumsuz ve yetkisiz bir Cumhurbaşkanı’nın isteği ile başbakanın görev bırakması, hükümetin değişmesi süreci başlatılabiliyor!

Bu durum, Cumhurbaşkanı’nın anayasaya aykırı bir işlem veya davranışı anlamına da değil, anayasanın dışına çıktığı anlamına geliyor…

Hükümet içinden, hatta AKP’nin içinden bile Davutoğlu lehine tek bir söz bile çıkmıyor, çıkamıyor…

 

Bu tabloda muhalefetinden, basınına, üniversitelerinden, barolarına, her türlü kişi, kurum ve organ, nedense kimin başbakan olacağı ile meşgul oluyor ya da susuyor…

Bu saatten sonra başbakan kim olursa olsun ne fark ediyor ki, bunu kimse kendine sormuyor.

 

AKP genel kurul sürecini yöneten Erdoğan bu yolla, anayasa bile değişmeden fiilen başkanlığını ilan ediyor…

Bir siyasi parti, kuşkusuz demokrasi için var olması gerekirken; AKP ise, şimdi yaşanan darbe için var olduğunu, Erdoğan için var olduğunu açık ve net bir biçimde ortaya koyuyor.

Partisi ile ilişiği kesilmiş bir Cumhurbaşkanı’nı daha da ilerilere taşımak için Erdoğan ve AKP, her türlü birliktelik içinde son sürat devam ediyor.

Bu gidişle de, artık başkanlık söylemine takılmadan, aynı sonucu sağlayacak biçimde yine bir anayasa değişikliği ile, Cumhurbaşkanlarının partilerle resmen ilişiği sağlanıp, genel merkezde de oturabilen bir Cumhurbaşkanı modeli sisteme sokulmak isteniyor.

 

Bir demokratik hukuk devletinin, hukuk ve demokrasi yolu ile hukuk ve demokrasi mücadelesi ile korunması ve yaşatılması gerekiyor.

Türkiye Cumhuriyeti de, demokratik bir hukuk devleti, ama şu yaşananlar karşısında Anayasal sistem ne ile ve nasıl korunuyor…

 

Yaşananlar nedeniyle, Cumhuriyetin, insan hakları yönü, hukuk devleti ve demokratik devlet niteliği çok açık bir saldırıya uğruyor.

Siyasi partiler, anayasada da ifade edildiği üzere demokrasinin varlığı için vazgeçilmez kabul ediliyor.

İktidar partisi üzerinden ise demokrasiyi yaşatacak değil, demokrasiyi yok edecek adımlar atılıyor.

İktidar partisinin biçimlenmesinde, yönetiminde, parti içi demokrasi esaslarına uyulmuyor.

Aksine bir dış etken, parti ile bağı kesilmiş bir Cumhurbaşkanı, kendisini temsili bir yetki kullanan konumdan çıkarmak için, doğrudan partiye yaptığı müdahale ile bu duruma yol açıyor.

 

Örgütlenme hakkı, kuşkusuz temel bir insan hakkı olarak kabul ediliyor.

Siyasi parti kurma ve parti içinde faaliyette bulunmak ta, bu bağlamda korunuyor.

İHAS madde 11, Anayasa madde 2, 68, 69, SPY madde 93, 101 uyarınca da bu hakka, hukukun üstünlüğü ve çağdaş demokrasi esasları ile bağdaşmayan bir müdahale yapılmaması gerekiyor.

Bu yapı içinde kaldıkça koruma gören siyasi partiler, bu yapının dışına çıktıklarında, yani varlıkları artık çağdaş demokrasi projesine aykırı niteliğe büründüğünde, demokrasiyi yaşatabilmek için, ortaya çıkan bu aykırılığa müdahale ediliyor.

Böyle bir durumda, söz konusu siyasi partinin kapatılması ise, haklı ve orantılı bir müdahale olarak kabul ediliyor.

 

İnsan haklarına saygılı demokratik hukuk devletinin bu niteliklerine yönelen adımların, hukukun gereği yerine getirilerek engellenmesi gerekiyor.

Mevcut durumda Cumhurbaşkanı’ndan gelen müdahale, yani insan haklarına aykırı eylem durumu sürdürülerek, partili Cumhurbaşkanı adımı ile de devam edileceği ortaya konularak, partinin tüm örgütleri suskunluğa bürünmüş, partinin genel başkanı, genel merkez organları tarafından da bu durum benimsenmiş ve de bu yolda kararlılıkla da hareket edilmiştir ki, bu durum hukuksal yönden odak olma anlamına da geliyor.

İktidarda olan, bu nedenle kamu gücünü kullanan bir siyasi partinin, söz konusu hukuksal gerçeklik karşısında demokrasiyi yok etmemesi için kapatılması gerekiyor.

 

Bu tabloda, TBMM’de grup salonlarına sıkıştırılmış yasaksavar söylemler yerine, hukuksal yolları kullanarak, halkla da alanlarda buluşarak, Cumhuriyet’in organlarının görev yapmasını sağlayarak muhalefet yapılması gerekiyor.

AKP üzerinden genel kurul adı altında yaşanan sürecle ilgili olarak, şu anda TBMM’deki iktidar partisi dışındaki partilerden, ister bu durumu izlediklerini, helalleştiklerini veya helalleşmediklerini söyleyenler, isterse tepkilerini farklı biçimde ifade edenler olsun, tamamı, yaşanan bu süreci yerinde olarak darbe olarak niteliyor.

Burada darbe kavramı ile ifade edilen durum, kuşkusuz siyasi partiler hukuku yönünden sonuç ta doğuruyor.

Bu niteleme karşısında, yani böyle bir darbe karşısında hukuksal adımlar neden atılmıyor!

 

Bir siyasi parti üzerinden, anayasal sistem ters yüz edilerek bir hükümet değişikliği sürecine girilmesi, yine örgütlenme özgürlüğüne müdahale edilmesi karşısında, insan haklarına ve demokratik hukuk devletine açıkça aykırılık oluşturan böyle bir durumda, demokrasiyi yaşatmak için, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın resen harekete geçmesi gerekiyor.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hala daha süreci izlemesi, kendisini o göreve getiren organın darbesine duyarsızlığın ötesinde, bağımsızlığının gereğini yapmadığı anlamına da geliyor.

 

Bu tabloda, demokrasi mücadelesi bir tarafa, hukuk mücadelesi için, TBMM’de bulunan siyasi partiler yönünden özel ve tarihi sorumluluk ortaya çıkıyor.

TBMM’deki muhalefet partilerinin hepsi süreci darbe diye niteliyor, ancak söylemle geçiştiriyorlar.

Bu saptama karşısında, darbeye duruş ta sergilenip, bunun hukuksal adımın atılması da gerekiyor.

Hukuksal gereği ise hiç kuşkusuz ki, AKP’nin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na, Anayasa’nın 69/1-6, 68/4; SPY’nin 93, 101 maddeleri uyarınca başvuru yapmak anlamına geliyor.

TBMM’de halen grubu bulunan siyasi partilerin ayrıcalığı, böyle bir başvuruya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın olumsuz yanıt vermesi durumunda, bu işleme karşı itiraz haklarının varlığının açıkça düzenlenmesinden kaynaklanıyor.

 

Anayasa Mahkemesi’nin varlık nedenleri arasında, görevli olduğu siyasi parti kapatma davaları ayrıca gözetildiğinde, anayasal düzene güvence oluşturmak, anayasal sistemi korumak ta yer alıyor.

Bu bağlamda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da görevi bulunuyor.

Hukuk ve demokrasi dışına çıkılarak, AKP üzerinden gerçekleştirilen eylem hakkında bu anayasal organların görevlerini yapması gerekiyor.

Yaptığım bir başvuru söz konusu ama bu sadece ihbar anlamını taşıyor ve Başsavcılığın iki dudağı arasına takılıp kalıyor.

 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kendiliğinden veya herhangi bir ihbar üzerine harekete geçmiş olsun veya olmasın, ifade edilen nedenlerle TBMM’de yer alan AKP dışındaki siyasi partilerin demokrasi için var olduklarını sözde bırakmadan eylemsel olarak gösterip, bu konuda açıkça adım atmaları gerekiyor.

 

7 Haziran seçimleri karşısında demokrasiyi yaşatmak için AKP karşısında birlik oluşturmayan TBMM’deki siyasi partilerin, şimdi ortaya çıkan bu darbe karşısında, demokrasi için var olduklarına yönelik duruş ve tutumlarını, üstelik böyle bir ortak paydada da buluşarak, hepsi birden başvuru yaparak ortaya koymaları gerekiyor.

 

Bu durum, demokrasi için hep beraber varız diyebilmenin de, tarihe karşı sorumluluklarının da göstergesini oluşturuyor.

 

O halde gün, darbe ile helalleşme değil hesaplaşma, bunun için TBMM’deki muhalefet partilerinin hukuksal adımı atma günüdür!

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir