Demokrat Aydın Olmanın Gerekli Üç Koşulu- Mehmet Uysal

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük’te aydın, “Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver, entelektüel.” olarak tanımlanmaktadır. Kuşkusuz “kültürlü ve okumuş” olmak, yani belli düzeyde bir eğitim almış ya da kendini yetiştirerek bilgi ile donamış olmak, aydın olmanın zorunlu ön koşuludur. Bu tanımdaki “görgülü olma”yı bir tarafa bırakarak, “ileri düşünceli olma” üzerinde durmak istiyoruz. Türkiye’de uzun zamandır “aydın” denince “kültürlü, okumuş ve belli siyasi duruş ve davranışı olan kişi” akla geldiği için, “ileri düşünceli olma”yı, siyasi anlamını daha iyi taşıdığı için “demokrat aydın olma” olarak adlandırıyoruz. Acaba her kültürlü ve okumuş kişi, siyasi duruş ve davranışlarında “demokrat aydın” mıdır? Soruyu başka türlü soracak olur isek; “demokrat aydın”ın ayırt edici özellikleri nedir?

 

Bizce, demokrat aydın olmanın gerekli üç koşulu vardır: insani duyarlılık, felsefî yaklaşım ve mantıklı düşünmek.

 

İnsani duyarlılıktan başlayalım.

 

İnsani Duyarlılık

 

Demokrat aydın, her şeyden önce “insani duyarlılık” taşımalıdır. İnsani duyarlılık, herkesin yaşama hakkına saygıdan kaynaklanır. Yaşama hakkı denilince, yaygın olarak “can güvenliği” anlaşılmaktadır. Ancak, yaşama hakkını, dar anlamda can güvenliği olarak değil, insanların yaşamlarına her türlü müdahaleyi de kapsayacak şekilde, geniş anlamda anlamak gerekir. Bize bu geniş anlamı sağlayacak olan şey de “yaşam birimi” kavramıdır.

 

Canlı yaşam, yaşam birimleri halinde taşınıp, kalıtılır. Yaşam birimi, canlı yaşamı taşıyıp kalıtan organizmaların her birisidir. Bütün canlıların, bundan dolayı yaşam birimlerinin doğası yaşamaya, sonsuz yaşamaya yöneliktir. İnsan da bir canlı ve her bir insan da bir yaşam birimidir. Bütün yaşam birimleri gibi, insanların doğası da yaşamaya, sonsuz yaşamaya yöneliktir. Bütün insanların doğası yaşamaya yönelik olduğu için, bütün insanlar “yaşama hakkı”na sahiptir. Bundan dolayı yaşama hakkı temel insan hakkı olup, diğer bütün insan hakları, kaynağını ve dayanağını yaşama -doğal- hakkından alır.

 

İnsan her şeyden önce, işgücü ve düşünme gücünden ibaret olan bedensel-doğal yaşamda kalma olanaklarını kullanarak yaşar. Ancak insanın doğal yaşamda kalma olanakları üzerindeki -doğal- hakkının başka kişilerin iradesiyle -doğrudan veya dolaylı- kısıtlanması, o kişinin yaşama hakkına müdahale, yaşamının tehdit edilmesi demektir. Can güvenliğinin olmadığı bir ortamda, cana müdahale insanları birdenbire öldürürken, işgücü ve düşünme gücüne müdahale, insanları yoksulluğa ve açlığa mahkûm etmek suretiyle tedricen öldürür. Yaşayabilmek için işgücünü satmak zorunda olan bir insanın, bu “bağımlı” durumundan istifade edilerek, boğaz tokluğuna çalıştırılması, o kişinin yaşama hakkına müdahaledir. Bu nedenledir ki yaşama hakkı, sadece can güvenliğine sahip olmayı değil, insanların işgücü ve düşünme gücünden ibaret olan bedensel-doğal yaşamda kalma olanaklarına, doğrudan veya dolaylı bir müdahale olmamasını da kapsar.

 

İşgücüne ve düşünme gücüne müdahale, insanlar arasında bağımlılık ilişkileri kurularak; bir kısım insanların iradesi, başka bir kısım insanların iradesine tâbi kılınarak sağlanır. Böylece insanlar arasında bağımlılık ve eşitsizlik ilişkileri kurulur.[1] Adaletsizliğin, yoksulluğun, çatışma ve düşmanlıkların, sevgisizliğin kökeninde de bir kısım insanların, diğer insanların yaşam birimi olarak sonsuz yaşama hakkını hiçe sayarak, onları kendine bağımlı kılıp, onların doğal yaşamda kalma olanaklarına veya bu olanakları kullanarak ürettiği ürünlere sahip olma eğilim ve eylemi vardır.

 

Demokrasi, insanlar arasında bağımlılık ve eşitsizlik ilişkilerinin olmadığı; insanların “bağımsız ve eşit bireyler” olarak toplum yönetimine katıldığı toplumsal-siyasi düzendir. Bu nedenle, demokratlık, insanlar arasındaki bağımlılık ve eşitsizlik ilişkilerine karşı olmak demektir. İnsanlar arası bağımlılık ve eşitsizlik ilişkileri, insanların hayatlarına müdahale edilerek, “zulüm” ile kurulduğu, bunun da amacı “sömürü” olduğu için, demokrat aydınlar, içlerinde, zulüm ve sömürüye maruz kalan bütün insanların acılarını hissediyor olmalıdır. Bir kişi, bağımlı ve eşitsiz insanlardan bazılarının acılarına duyarlı, bazılarının acılarına duyarsız ise o kişi “demokrat aydın” olamaz.

 

Demokrat aydın olabilmek için, sadece insani duyarlılık yetmez; insanların yaşama hakkına müdahalenin meşru olduğu anti-demokratik sistemin nasıl değiştirilebileceğine ilişkin fikir sahibi olmak da gerekir. Bunun için de mevcut sistemin, felsefî yaklaşımla tepeden tırnağa incelenip, insanlar arasındaki bağımlılık ve eşitsizlik ilişkilerini sona erdirmenin siyasi olanakları ortaya çıkarılmalıdır.

 

Felsefî Yaklaşım

 

Demokrat aydın, felsefi yaklaşıp, felsefî düşünmelidir.

 

Felsefi yaklaşım, ele aldığımız konunun, en tepesinden en dibine kadar tüm içini incelemektir. Felsefi yaklaşım, ele alınan konunun tepesinin üstünde daha tepesinin ve dibinin altında daha dibinin olmadığından; içinde başkaca bir iç, dışında da başkaca bir dış bulunmadığından emin oluncaya kadar incelemektir.

 

Felsefi düşünmek, bilincini oluşturan kavramlar sistemini analiz ederek, bilincin hangi katmanlardan oluştuğunu tespit edip, birbirinin üzerinde yükselen bu katmanların en altındaki “temel katman”ın sarsılmaz doğru olduğundan ve bunun altında başka katman olmadığından emin olmaktır. Örneğin, demokrat aydın, kendi bilincine “sömürüye ve zulme neden karşıyım?” diye sorduğu zaman, bu soruya öyle bir nihai cevap verebilmeli ki bu cevabın altında artık başka fikri katman olmamalıdır. Tabii ki temel katman da insani duyarlıkla yüklü olmalıdır.

 

Temel katmanın sağlamlığından emin olmak; ele alınan konunun tepesinin üstünde daha tepesinin ve dibinin altında daha dibinin olmadığından emin olmak, felsefi yaklaşımın bir boyutudur. Felsefî yaklaşımın diğer boyutu; ele alınan konunun içinde başkaca bir iç, dışında da başkaca bir dış bulunmadığından emin olmaktır. Ele alınan konunun içi, bilerek veya bilmeyerek tamamen ve kısmen inceleme dışı bırakılırsa, temel katman ne kadar insani duyarlılıkla yüklü olursa olsun, incelemenin sonucu insani duyarlılıktan uzaklaşabilir.

 

Kuşkusuz, felsefi düşünmek, insani duyarlılıkla yüklü olan sömürüye ve zulme karşıtlığın sorgulanıp, sağlam bir temele oturduğunun tespiti ya da sağlam bir temele oturtulmasıyla sınırlı değildir. Çünkü böyle bir sınırlılık, demokrat kişiyi, içinde yaşadığı sömürü ve zulüm düzenine sadece karşıtlık, protestoculuk, şikâyetçilik konumunda tutar. Böyle bir konum da zamanla yılgınlığa ve pasifizme götürür. Bu nedenle, “demokrat aydın” sadece bir “seyirci” gibi durumu tespit edip seyretmekle, öfkelenip, ağlayıp sızlamakla yetinmemeli; felsefî yaklaşımla edindiği bilgi ve deneyim birikimini, insanlar arası bağımlılık ve eşitsizlik ilişkilerinin olmayacağı, böylece yaşama hakkına müdahalelerin ortadan kalkacağı ekonomik ve hukuki bir toplumsal yaşam tasarlayıp, bu tasarımı siyasetin hizmetine sunmak için kullanmalıdır.

 

Felsefî yaklaşım, ortaya çıkarılan düşüncelerin anlamlı olmasını sağlar. Felsefi yaklaşımın yöntemi de mantıklı düşünmektir.

 

Mantıklı Düşünmek

 

Anlamlandırma bir mantıksal form içinde, şeylerin açık ve seçik (eskilerin deyimiyle efradını cami ağyarına mani) hale getirilerek yargılanmasıdır. Açıklık, şeylerin kavramının içleminin, seçiklik ise şeylerin kavramının diğerlerinden farkının belirlenmesini ifade eder. Bir şeyin kavramı açıklaştıkça aynı zamanda seçikleşir de. Yargılama ise kavramlarını açtığımız ve seçtiğimiz şeyler karşısındaki duruşumuza ışık tutacak hükmün (o şeyin iyi mi kötü mü olduğunun) ortaya çıkarılmasıdır. Açıklaştırma ve seçikleştirmenin her biri belirleme olduğuna göre, anlamlandırma, belirleme ve yargılama işlemlerinden oluşan bir mantıksal süreç, başka bir deyişle bir bilgi ve fikir sahibi olma sürecidir. Şeyleri belirleyerek bilgi sahibi, yargılayarak da fikir sahibi oluruz.

 

Peki, anlamlandırma nasıl yapılır? Bir şeyin anlamlandırılmasının ilk aşaması belirleme olup, belirlenecek olguya X nedir? veya “X ne demektir?” sorularının sorulmasıdır. Bundan sonraki adımlar da ilk sorunun cevabına yeni sorular sorularak, soru-cevap sürecinin, o andaki tüm bilgilenme olanaklarının tüketilmesi suretiyle, şey(ler)in tüm belirlenimlerinin ortaya çıkarılmasına kadar sürdürülmesidir. Belirleme, olgudan doğrudan aldığımız duyu izlenimleri (gözlem, deney, ölçme vs) ile ve/veya çevremizdeki güvendiğimiz kaynaklardan bilgi alınarak yapılabilir. Böylece olgu belirlendikten, yani kavramının içlemi açık ve seçik olarak ortaya çıkarıldıktan sonra, anlamlandırmanın ikinci aşamasına; yargılama aşamasına geçilir. Kavramı yargılamak için çok basit bir soru “X neye yarar? veya X bizim için iyi midir kötü müdür? sorusunu sorarız. Bu sorunun cevabı da -örneğin ateşin elimizi yakmasında olduğu gibi- doğrudan duyu izlenimlerimizle ve/veya çevremizdeki güvendiğimiz kaynakların o şey(ler) ile ilgili yargılarını araştırarak alırız. Belirleme ve yargılamayı tamamladığımız zaman ilişki ve etkileşim içinde olduğumuz şey(ler)i anlamlandırmış oluruz. Böylece anlamlandırma konusu yaptığımız şey(ler) bizim için anlamlı hale gelir. Belirlenimleri ve/veya yargısı olmayan, eksik veya yanlış olan şeyler anlamsızdır.

 

Böylece, demokrat aydın olmanın gerekli üç koşulunu belirlemekle, demokrat-olan aydını, demokrat-olmayan aydından ayırt edebileceğimiz kriterleri de ortaya çıkarmış bulunuyoruz. Bir yaklaşımın “felsefî” olup olmadığını anlamak istiyorsanız, mantıksal yapılanmasına bakınız. Felsefî-olmayan bir yaklaşımda mutlaka mantık hatası vardır. Bu, kullanılan kavramların ilgili oldukları olguları kısmen veya tamamen kapsamaması (olgusal yanlışlık) ve/veya mantıken yanlış çıkarsama yapılmasından (mantıksal yanlışlık) kaynaklanır. Olgusal ve/veya mantıksal yanlışlıkla malûl yaklaşımlar, anlamsızdırlar. Anlamsız yaklaşımlar da felsefî yaklaşım olamazlar. Felsefî olmayan, bu nedenle anlamsız yaklaşımlar, “insani duyarlılık” taşıyor gibi görünseler de aslında insani duyarlılıktan tamamen ve kısmen uzaktırlar.

 

İnsanî duyarlılık taşıyor görüntülerine rağmen, mantıksal sakatlıklarından dolayı, felsefî olmayan, bu nedenle anlamsız yaklaşımların kimileri safiyane bir şekilde ortaya çıkabileceği gibi, kimileri de “kuzu postuna bürünmüş kurt” ya da sözde “insan hakları savunucusu” olarak ortaya çıkabilir. Saftirik ve özellikle de “kurt” sözde demokrat aydınlara dikkat; mantık ölçüsünü elden bırakmaksızın…

 

Mehmet Uysal

[1] Tarih boyunca, insanlar arasında “bağımlılık ilişkileri” kurularak, yaşama hakkına nasıl müdahale edildiğini, Allkış’ta iki bölüm halinde yayınlanan “Tarih Boyunca Yolsuzluk-I ve II” başlıklı yazılarımızda ortaya koymuştuk. Aynı yazıyı, tek bölüm halinde, AnaFikir’den de okuyabilirsiniz. Yazının bağlantısı (link) : http://www.anafikir.gen.tr/tarih-boyunca-yolsuzluk-ve-nereye-varacak-bu-yolun-sonu-mehmet-uysal/

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir