Demokratik Laik Bilimsel Eğitim

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

“Her çağın hâkim fikirleri, o çağın hâkim sınıflarının fikirleridir.” Marx

Eğitim halkın yararına programlandığında öne çıkan en önemli özelliği bireyin özgüvenini artırması, özgürleştirmesi ve insanlar arası eşitsizlikleri azaltmasıdır. Toplumsal kalkınmada, kültürlerin gelişmesinde, gelir adaletinin ve eşitliğinin sağlanmasında, yoksulluğun yenilmesinde en önemli etken eğitimdir.

Ne var ki günümüzde eğitim sermayenin elinde toplumsal dengesizlikleri artırıcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle halkın iktidar mücadelesinin başında, sermayenin eğitim üzerindeki etkinliğini kırmak olmalıdır.

Eğitimci, öğrenci, eğitimbilimciler ve halkın katılımı ile düzenlenecek eğitim programlarının toplumsal dengesizlikler ortadan kaldıracağı ve dayanışma içinde,  özgür, eşit ve katılımcı bir toplum yaratılmasının önünü açacağı kuşkusuzdur. Bu yeni toplumda eğitim, kalkınmanın ve toplumsal gelişmenin önünü açacak, gelir adaletsizliğinin, eşitsizliğin, yoksulluğun giderilmesinin en önemli aracı olacaktır.

Türkiye’de emperyalizmin dayattığı neoliberal politikalar sonucu, son yıllarda eğitim alanında cumhuriyet tarihinin en derin tahribatı yapılmıştır. Halkın sömürülmesine ek olarak eğitim, gerici-dinci ideolojinin yaygınlaştırılmasının da temel aracı olarak kullanılmıştır. Bu anlayışın 2015 yılına gelindiğinde eğitim sistemimizi getirdiği duruma bakmakta yarar var.

TÜRKİYE’DE EĞİTİM

Eğitim sistemimiz çok partili yaşama geçildikten sonra, dünya kapitalist sistemine entegre olmak adına önemli tahribatlara uğratıldı. Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla başlayan bu süreç iki binli yılların başına kadar inişli çıkışlı olarak devam etti. Ancak kısmi demokratik kazanımlar ve demokrasi güçlerinin muhalefeti nedeniyle hiç bir dönemde, son yıllarda yapılan tahribat düzeyinde bir tahribat yapılamadı.

Emperyalizmin tüm halklara olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal yapıyı tümüyle dönüştürmek adına en büyük tahribatı eğitim alanında yaptı.

Eğitim ticarileştirildi

Özel okulların sürekli çoğaltılması bir yana, kamu okulları da para toplayan araçlar haline getirildi. Devlet okulları arasındaki donanım ve alt yapı farklılıkları giderek artırıldı. Ayrıcalıklı devlet okulları da sadece varlıklı ailelerin yararlandığı kurumlar haline getirildi. Emperyalizmin güdümünde ki siyasi iktidarların uyguladığı bu politikalar eğitim alanında dengesizlikleri ve eşitsizlikleri gittikçe büyüttü.

2014 verilerine göre halkın yaptığı eğitim harcamalarının 16 milyar lirayı aştığı tahmin edilmekte ve yoksulluk nedeniyle eğitime devam edemeyenlerin sayısı günden güne artmaktadır.

Yapılan düzenlemelerle öğrencilerden para toplamak, kantin ve servis ihaleleri düzenlemek ve okul bahçelerinin otopark haline getirmek yasalaşmıştır. Unutulmamalıdır ki her düzenlemenin bir yasa ile temellendirilmesi “Kanun Devleti”ni giderek zalimleştirir, ama onu bir “hukuk devleti” yapmaz.

Türkiye’nin de 1995 yılında imzaladığı Dünya Ticaret Örgütü kapsamındaki ticari hizmetler anlaşmasında eğitim ve sağlık alanının da yer alması, devletin tüm hizmetleri yoksul halka para karşılığı vereceği anlamına gelmektedir. Neoliberal politikaları gereği yaptıkları bu uygulamadan en çok etkilenen ve halkın mağduriyetine neden olan alan, hemen her aileyi ilgilendirdiği için eğitim alanıdır.

Eğitim Özelleştirildi

Dershanelerin kaldırılma kararı, dershanelerden daha fazla kurumsallaşmış ve öğrenci girdikten sonra yıllarca para ödeyeceği özel okulların geliştirilmesine yönelik bir girişimdir. Zaten siyasi iktidar, “özel okullar kurun, biz de sizden hizmet alımı yapalım. Bedeli neyse biz verelim” diyerek, özel okullara sonsuz desteklerini ortaya koymuştur. Kamu okullarında elektrik, su, telefon ve doğalgaz ücretlerini ödemeyen devlet, özel okullar için çeşitli ekonomik destek programları geliştirmektedir. Eğitim alanı ancak parası olanların satın alabildiği bir duruma getirilmiştir.

Siyasi iktidar seçim bildirisiyle de özel öğretimin destekleneceğini açıklamıştır. 62. Hükümet Programında da bu bildiriye sadık kalınarak eğitim alanında özel teşebbüsün destekleneceği, özel öğretim kurumlarından hizmet satın alınacağı, sistem içinde özel öğretimin payının artırılacağı belirtilmiştir. Ancak halkın yoksulluğu nedeniyle bekledikleri düzeyde sömürüyü gerçekleştirememeleri sonucu, yeni düzenlemelerle dolaylı yoldan halkın paralarının özel okullara aktarılması sağlanmıştır. Eğitim yatırımlarından ve atamasını yapmadıkları öğretmenlere verilecek ücret ve diğer cari giderlerden kısılan paralar özel okullara aktarılmıştır.

Ders Kitapları Oyunu

Elbette ders kitaplarının ücretsiz dağıtılması, sosyal devletin temel görevlerinden biridir. Ancak bunu sermayeye para aktarmanın aracı olarak kullanmak ve içeriğin bilimsellikten uzaklaştırılması olarak kullanmak kabul edilebilir bir durum değildir. Bu kitaplar kanalıyla MEB bütçesinden milyonlarca lira sermayenin kasasına aktarılmaktadır.

Ücretsiz ders kitapları ile hem yandaş yayın kuruluşları ve yazarlar desteklenmiş, hem de ders içerikleri hurafelerle doldurulmuştur. Bu niteliksiz kitaplar kanalıyla eğitim alanıyla ilgisi olmayan yazar ve yandaş yayınevleri türetilmiştir. Kitapların hazırlanmasında birçok bilim insanı, öğretmen, veli ve meslek örgütleri dışlanarak usulsüz bir yöntem izlenmiş ve izlenmeye devam edilmektedir.

Fatih projesi ile 100 milyarı bulacak alımlarda Kamu İhale Kurumu (KİK) devre dışı bırakılmıştır. Bu proje ile sınıflara akıllı tahta, internet altyapısı,  her öğrenciye tablet bilgisayar ve ders programları yazılımı sağlanacaktır. Program yazılımı dahil derste kullanılacak diğer malzemelerin üretiminde siyasi iktidarın ideolojik yaklaşımının ağırlıklı olarak işlenmesi hedeflenmiştir. Bugün bu projenin uygulanabilirliği bir yana, öğrencilerin yararlanıp yararlanmayacakları düşünülmeden sadece birilerinin zenginliğine nasıl zenginlik katılacağı düşünülmektedir.

 

Sınav Oyunları

Sınavlarla uluslararası emperyalizmin güdümündeki devlet, çocukların, gençlerin kişisel gelişimde geldikleri düzeyi değil, kendine hizmet anlayışında hangi düzeye geldiklerine bakmaktadır. Sorulan soruların çoğunun dinsel motifler içermesi bunu açıkça göstermektedir.

Daha çok maddi ve ideolojik kazanım adına ve neoliberal politikaları gereği siyasi iktidar sınavları tüm toplumsal yaşamı kapsayacak şekilde yaygınlaştırdı. Okul öncesinden başlayarak eğitimin bütün kademelerinde, gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde insanımız acımasız bir sınav girdabına sokuldu.

Çocuğun, gençlerin ve kamuda işe alınanların objektiflikten uzak, adil olmayan değerlendirme yöntemlerinin uygulandığı bu sınavlar çocukları, gençleri ağır psikolojik bunalımlara hatta intiharlara varan sorunların içine itmiştir. Yoksulluğu nedeniyle sınavlara hazırlanamayan gençlerimizin çoğu da eğitim sisteminin dışına itilmiştir.

Öte yandan bu sınavlar sadece sınava gireni değil, aileyi, yakınlarını ve tüm toplumu etkilemektedir.

Çocuklarımızı, gençlerimizi bunalıma iten bir diğer neden de arkadaşlarıyla yarışa zorlanmalarıdır. Oysa yarışmacı eğitim öğrencilerin hayal güçlerine, zekâlarına, ruh sağlıklarına zarar vermektedir.  Çocukta paylaşma, dayanışma, sorgulama, anlama ve eleştirel düşünme gibi temel değerleri yok etmektedir.

Devlet bilimsel, laik eğitimin temel ilkelerinden olan sorgulayıcı, yaratıcı, eleştirel, özgüvenini artırıcı,  paylaşımcı gençler istememektedir.

Ölçme ve değerlendirme sistemi de sınavlara uygun olarak düzenlenmiştir. Ölçme değerlendirme sistemi uygulamada öğrenciyi ezen, korkutan okuldan soğumasına neden olan bir içeriktedir. Oysa ölçme-değerlendirme hizmet verilen öğrenci ve yetişkinlerin tanınmasına yönelik bir alandır.

Türkiye de öğrenci başarısızlığı genellikle öğrencinin kusuru olarak görülür. Oysa başarısızlık öğrencinin değil, eğitim sisteminin ve diğer aktörlerindir. Bu anlayıştan hareketle yumuşak ve öğrencinin hissetmeyeceği bir değerlendirme sistemine geçiş eğitimcilerin tüm çabalarına karşın sürekli engellenmektedir.

ÖSYM sınavları kanalıyla üniversiteye yerleştirme ve KPSS sınavlarında sorulacak soruların emperyalizmin koruması altında ki dershanelere verildiği basınımıza da yansımış ve yıllarca yoğun şikâyet konusu olmuştur. Buna yıllarca kulak tıkayan ÖSYM, nihayet Ocak 2015’te soru şifrelerinin çalındığı gerekçesiyle soruşturma başlatıldığını açıklamıştır.

egtm3

Eğitim Harcamaları

Eğitim harcamalarında kamu payı kapitalizmin ruhuna uygun olarak azaltılırken, halkın katılım payı giderek artırıldı. Türkiye’de ailelerin eğitime katkısı bölgelere göre farklılık göstermekle birlikte ortalama olarak %40’lara varmış durumdadır.

2014 yılı MEB verilerine göre GSMH’dan kamusal eğitime ayrılan ödenekler gün geçtikçe azaltılmaktadır. Kamu eğitim alanından kesilen bu meblağ ise iktidarın neoliberal politikaları gereği özel kesime aktarılmaktadır.

Türkiye, OECD ülkeleri içinde öğrenci başına yapılan kamu eğitim harcamaları en düşük ülkedir. OECD ülkeleri kamu harcamalarının yaklaşık %13’ünü eğitim kurumları için harcamaktadırlar. Bizde Maliye Bakanı’nın açıklamasına göre, 2014 yılında GSYH’dan eğitime ayrılan pay %4.6 oranındadır. OECD ülkelerinde eğitimde kullanılan kaynakların ortalama %90’ı kamuca sağlanmaktadır. Bizde bu oran %40 düzeyindedir.

Türkiye’nin yeterli kaynakları olmasına karşın, eğitimin ticari bir alan, okulun ticarethane olarak algılanması nedeniyle eğitim alanına kaynak ayrılmamaktadır. Var olan kaynaklar da özel okullara aktarılmaktadır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında bile, savaştan çıkmış bir ülke olarak tüm ekonomik sıkıntılara karşın, eğitimli bir toplum yaratmak adına özel idareler ve diğer kaynaklar dışında GSMH’ dan eğitime %18-20’lere ulaşan pay ayrıldığı düşünülürse, kapitalist sistemin Türkiye özelinde eğitime bakışını ortaya çıkarır.

Eğitim ödeneklerini kısmak, yoksulluğun da ana nedenlerinden biridir. Özellikle eğitim ve sağlık harcamalarının GSMH ve bütçe içindeki payları ile yoksulluk arasında çok yakın ilişki bulunmaktadır. Bu oranların düşük olduğu ülkelerde yoksulluk oranı yükselmektedir. Eğitim ve sağlık alanlarına ayrılan ödeneklerin yüksekliği, gelişmelerde verimlilik artışı sağladığı, toplumsal gelişmeyi olumlu etkilediği ve yoksulluğun giderilmesine katkıda bulunduğu bilinmektedir.

Türkiye’de Öğretmene Bakış

Eğitim, çocuğun benliğinin ayırımına varması, bağımsız düşünebilmesi ve üreten bir güç olarak kendi varlığını biçimlendirme etkinliğidir. Bu da demokratik bir eğitim ortamıyla sağlanabilir. Bu nedenle eğitimin en önemli öğesi öğretmendir. Çünkü bir toplum mühendisi olarak, toplumu değiştiren, dönüştüren, kuran kişidir öğretmen. Öğretmen, çocuğun kendini gerçekleştirmesi için, diğerlerinin de olması gerektiğini bilir.

 

Bu sorumluluklar öğretmenin işini daha da önemli kılmaktadır. Çünkü öğretmen, bireyin bağımsız düşünme alışkanlığını geliştirmesini ve yaşadığı toplumla barışık, güçlü iletişim içinde olmasını gerçekleştirecektir. Öğretmen eğitim sisteminin ana unsurudur. Öğreniminden başlayarak, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimiyle, yaşama standartlarıyla, gelecek kuşakların yaratıcısı olan öğretmene Türkiye de gerekli önem verilmemektedir. Oysa öğretmen rol model olarak çocuğun kişilik oluşumunda anne baba kadar etkilidir ve eğitimin temelidir.

 

Eğitim fakülteleri kadrosuzluk ve ödeneksizlik nedeniyle uluslararası standartlarda öğretmen yetiştirememektedir. Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimde önemsenmediği için nitelikli öğretmen yetiştirilememektedir.

Öğretmenlerimiz, ders saati olarak OECD ülkeleri içinde en çok çalışmakta ve en düşük ücreti almaktadır. OECD ülkelerinde çalışma saati ortalaması yılda 1675 iken, bizim öğretmenlerimiz 1816 saat çalıştırılmaktadır. Öğretmenlerimizin çoğu geçinebilmek için ikinci işte çalışmaktadır. Düşük ücretle çalışan öğretmenlerimiz, kendini geliştirmek için kaynak ayıramamaktadır.

Öğretmen olarak yetişen eğitim fakültesi mezunu öğretmenlerimiz, görev almak için sınava tabi tutulmaktadır. Mezun ama ataması yapılmayan öğretmen sayısı 400 bine ulaşmıştır.

2013-2014 öğretim yılında öğretmen açığını 60 bini aşan vekil öğretmenlerle karşılanmakta, eğitimin kalitesi bilinçli olarak düşürülmektedir. 2014-2015 öğretim yılı kaynaktan gelmeyen vekil öğretmen sayısının 70 bini aşacağı tahmin edilmektedir. Eğitim fakültelerinden yetişmiş yaklaşık 400 bin öğretmenin ataması yapılmazken, öğretmenlik kaynağından yetişmeyenlerin, eğitim alanında görevlendirilmesi, yani ucuz iş gücü olarak sisteme sokulması Türkiye de alışkanlık haline getirilmiştir.

Uygulanmakta olan bu eğitim politikaları sonucu, 150 bin dolayında öğretmen açığı varken yaklaşık 400 bin işsiz öğretmen açlığa mahkum edilmiştir. Bunlardan 40’ın üzerinde genç öğretmenimiz işsizlik nedeniyle intihar etmiştir.

Öğretmen açığı, mevcut öğretmenlerimizin yükünü artırırken, eğitimdeki kaliteyi de büyük ölçüde düşürmektedir.

Eğitime yeterli bütçeyi ayırmayan devlet, öğretmenleri öğrenci ve velilerden para toplamaya zorlamaktadır.

Sistemde yoğunlukla var olan kalabalık sınıflar, ikili öğretim ve taşımalı eğitim, öğrenim ve eğitimin kalitesini büyük ölçüde düşürmektedir.

Hak arayan, sendikalara üye olan öğretmenler, yandaş sendikalara üye olmaları için zorlanmakta, sürgün edilmekte, çeşitli soruşturmalarla cezalandırılmaktadırlar.

Eğitim fakültelerimiz her yıl yaklaşık 50 binin üzerinde öğretmen mezun etmektedir. Mezun olan bu öğretmenlere mevcut işsiz öğretmenler de eklendiğinde, işsiz öğretmen sayısı her yıl daha da artmaktadır.

Eğitimde büyük ölçüde kalitesizlik sorunu yaşayan Türkiye, öncelikle öğretmenlerin iyi yetiştirilmesini, hizmet içi eğitimini, eğitsel araç ve kaynaklara ulaşımını sağlamak durumundadır. Ayrıca kaynaktan olmayan öğretmen çalıştırılmasına da son verilmelidir.

egtm1

Din Temelli Eğitim Kurumlaştı

Türkiye eğitim sistemi, öteden beri uygulanan neoliberal politikaların üstüne “ahlaklı nesil yetiştirmek” adına bilimsel, laik temelden uzaklaştırarak din temelli bir eğitim zeminine oturtulmuştur. Bu nesillerin ne kadar ahlaklı olacakları da bu politikaları belirleyen, yolsuzlukları koruyan iktidarın yaklaşımlarından da çok açık ortaya çıkmıştır.

İmam hatip liselerinin kuruluş amaçları beli iken, bu okul mezunlarının imam ve hatip olmak dışında hemen her mesleğe yönlendirilmelerinin önü açılarak tüm gençlere önce laik devlet eliyle dini eğitim verilmekte, ardından da istediği alandaki mesleklerde görevlendirilmektedir. Eğer imam hatip sonrası öğrenci eğitime devam edemiyor ya da etmiyorsa devletin en güzide yerlerinde istihdam edilerek bunlar ödüllendirilmektedirler. Günümüzde devletin en önemli yönetim kademeleri ağırlıklı olarak bunlar tarafından yürütülmektedir.

Yurt dışına gönderilecek öğrencilere ve üst öğrenimlere yönelik sınav sorularının da yaygın olarak sağcı militanlara aktarıldığı, basında yaygın olarak yer almıştır. Yurt dışında eğitim olanağı da sağladıkları bu kadrolar, bugün üst düzey yöneticiler ve siyasi aktörler olarak devleti yönetmektedirler.

Laik bir devlette din eğitimi devlet eliyle verilemez. Ancak 2014 MEB’in verilerine göre imam hatip liselerinin ve burada okuyan öğrenci sayılarının tüm sistemi kapsadığını görmekteyiz. İstihdamda öncelikli ve ayrıcalıklı olan bu liselere halkın yöneliminin artmasının mahalle baskısının yanında, istihdamda özendirici görevlendirmelerin de büyük payı vardır.

Eğitim sistemi hızla ticarileştirme ve dinselleştirme sürecine girmiştir. Yoksul halk çocuklarının eğitim süreçlerinden yararlanmasının önüne engeller konmakta ve eğitim sürecinin dışına itilmektedir.

Ders ve yardımcı ders kitaplarında bilim dışı dogmatik bilgiler ve dini referanslar artırılmış, dinci yazarların kitapları tümüyle sisteme sokulmuş ve diğer yazarlar dini motiflerin yer aldığı kitap üretmeye zorlanmıştır. Bu tür kitapların dışındaki bilimsel, laik içerikli çağdaş kitaplara okulların kapısı kapatılmıştır. Din felsefesi de dahil felsefe derslerinin saat sayıları azaltılarak, ya da bazı kademelerde kaldırılarak düşünmeyen, irdelemeyen bir gençlik yetiştirilmektedir.

Yardımcı ders kitapları ve “100 Temel Eser” içindeki birçok konu da dini söylemlere uygun olarak yeniden düzenlenmiştir.

Oysa laik demokratik bir devlette, dinlere ilişkin felsefi anlamda genel bilgiler dışında, özel din eğitimi verilemez. Devlet tüm dinlere ve mezheplere eşit mesafeli olmak durumundadır.

Eğitimde Yapısal Değişiklikler ve Tahribatlar

Yükseköğretim

Türkiye de siyasal iktidarlarca son 65 yıldır yapılan düzenlemelerle öğrenci ve akademik kadro yok sayılmakta, yükseköğretime yönelik kararlar tümüyle ticari ve dini kazanım anlayışıyla alınmaktadır.

Devlet üniversitelerinde ödeneksizlikten öğretim kadrosu ve alt yapı yetersizliği nedeniyle ileri boyutta kalite sorunu yaşanırken özel üniversitelerin yanında, yabancı üniversitelere de kapıyı aralayan devlet, yüksek öğretimi de tümüyle ticari bir alana dönüştürmüştür.

Bilgi üretiminin ve bilimsel araştırmanın merkezi durumundaki üniversiteler, çağdışı anlayışlara karşı potansiyel bir güç olarak tarih boyunca İktidarlarla mücadele etmişlerdir. Bu nedenle de hep siyasi iktidarların saldırısına uğramışlardır.

Akademik alt yapı düşünülmeden, sadece siyasi amaçlarla her ile bir üniversite yaklaşımıyla kurulan yeni üniversiteler, bilim üretmek, toplumu demokratik değerler üzerinden dönüştürmek yerine, sadece öğrencilerine ders veren (bu verilen derslerin niteliği de ayrıca tartışılır) ortaöğretim kurumlarına dönüşmüştür.

Mali, bilimsel ve yönetsel özerklikten uzaklaştırılan üniversiteler, kendi kaynağını kendin yarat dayatmasıyla piyasacı zihniyetin pençesinde eğitim ve araştırma alanından uzaklaştırılmış, diploma dağıtan kurumlar haline dönüştürülmüştür.

12 Eylül faşist cuntasının eğitim sistemimize getirdiği YÖK, yüksek öğretimi içinden çıkılmaz bir bataklığa çevirmiştir. Akademik kadroları fişleyerek, eğitim programlarını antidemokratik unsurlarla doldurarak, araştırma geliştirme çalışmalarının önünü tıkayarak sistemi, MEB’le işbirliği içinde orta öğretim gibi yönetmiştir. Daha üç ay önce, (Ekim-2014) Amerika’daki bir üniversiteye 24 milyon dolar bağışlayan iktidarın destekçisi bir iş adamı, “YÖK düzenlemeleri bilimsel araştırmaları tam desteklemiyor. Bilimsel araştırmalar için daha liberal ve serbest bir ortam gerekiyor.” diyebiliyor. YÖK’ün yüksek öğretim sistemini getirdiği durum işte budur.

YÖK, eğitim sisteminin önünü açmak yerine, laik, bilimsel ve demokratik eğitimin önünü tıkamaktadır. Bu nedenle sistemden çıkarılmalı, üniversiteler ülkenin bağımsızlığını ve halkın laik-demokratik geleceğini esas alan kurumlar olarak idari ve bilimsel yönden özerk hale getirilmelidir. Seçimlerle belirlenen üniversiteler arası bir kurul üniversiteler arası koordinasyonu sağlamalı, diğer yönetsel, mali, akademik ve ARGE çalışmaları özerk üniversitelerin kendi sorumluluğunda yürütülmelidir.

Orta Öğretim

Orta öğretim de kapitalist sistemin politik ve ideolojik hedefleri doğrultusunda, dünyanın hiç bir yerinde görülmeyen ticari ve dini temel üzerinden yeniden yapılandırılmaktadır.

Tüm orta öğretim kurumları ya imam hatiplere dönüştürülmüş, ya da tüm kademelerin eğitim programlarında yapılan değişikliklerle din derslerinin saatleri artırılmıştır. Zorunlu hale getirilen din derslerinin ağırlığı, geçen yıl alınan AİHM kararına karşın giderek artırılmaktadır

Yapılan tüm yasal düzenlemeler, kamu eğitim alanının ticarileştirilmesi, dincileştirilmesi ve özelleştirilmesine yöneliktir. Bu kurumlar dinciliğin ve ticaretin oyun sahasına dönüşmüştür.

” Dünya Ticaret Örgütü” üyesi olan Türkiye, “Hizmet Ticareti Genel Anlaşması” ile (GATS) kamu hizmetlerinin % 46’sını piyasaya açacağını, yani özelleştireceğini taahhüt etmiştir. Oysa bizim gibi ülkelerin bu anlamda taahhütleri yüzde 18’i geçmemektedir.

İstihdam strateji belgesinde de kamu kesiminin mesleki eğitimden çekilerek, bu alanın “yerel aktörlere ve özel sektöre bırakılacağı” da yer almaktadır.

Bu nedenle önümüzdeki dönemde eğitim alanını, piyasa ilişkilerinin belirleyeceği görülmektedir.

TEOG uygulamasıyla 2014–2015 öğretim yılı öğrenci yerleştirmelerinde yaşanan rezalette sistemin getirildiği yozlaşmayı açıkça göstermektedir. “Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş” (TEOG)  sistemi ile bir yandan halk çocuklarının orta öğretime geçişlerini akla gelmeyecek barajlarla engellemek tüm öğrencileri imam hatip okullarına yöneltmek, diğer yandan kamu okullarının çoğu giderini velilere yüklemektir.

TEOG rezaleti ile çocukların istekleri dışındaki okullara yerleştirilmeleri bir yana, yüzlerce kilometre uzağa yerleştirilenler, yabancı uyruklu çocukların imam hatip okullarına yerleştirilmeleri gibi akla ziyan uygulamalarla sistem tümüyle çökertilmiştir.

Tüm dünyada devletler, ülkedeki nüfus artış hızı, olası göçler ve halkın ilgi ve talepleri doğrultusunda gerekli eğitim altyapısını hazırlar. Okullar arası farklılıkları kaldırarak tüm okulların aynı donanıma sahip olmasını sağlarlar. Velilerde buna göre kendine en yakın ve en uygun okula çocuklarının kaydını yaptırır. Oysa Türkiye de siyasi iktidar eğitim sistemini, neoliberal politikaları gereği ticarileştirmek ve din temelli bir eğitim için, emekçi halk çocuklarının eğitimden yararlanmasını engelleyerek yeniden yapılandırmaktadır.

İlköğretim

4+4+4 düzenlemesi ile zorunlu olan ilköğretim dönemi iki kademeye ayrıldı. 4 yıllık birinci kademede herkes aynı eğitimi alıp, temel derslere girecek. İkinci kademede seçmeli dersler de başlayacak ve öğrenciler isterse açık öğretime geçerek eğitimini tamamlayacak. Dini içerikli seçmeli derslerin zorunluluk durumu bu kademede de devam etmektedir. 2014–2015 yılında bu okullara mescit yapılmasına başlanması da çocuklarımızın bu küçük yaşlarda nerelere sürüklendiğini göstermektedir. Bu zihniyetin çocuklarımızı din adına, katliamlar yapan, baş kesen, diri diri insan yakan bir bağnazlığa sürüklemektedir.

Eğitimde Gelinen Durum

Gelinen noktada eğitim beklentimiz Türkiye’de 12,7 yıl, Almanya da bu rakam 16 yıl.

Milli gelirden eğitime ayırdığımız pay 171 ülke içinde 132. sırada.

PİSA sınavlarında 67 ülke içinde 42 sıralardayız.

Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme İndeksi’nde ancak 90. sıradayız.

Eğitime ailelerimiz OECD ülkelerinin harcadığından iki kat daha fazla para harcıyor.

OECD ülkelerinde orta öğretimde ortalama derslik öğrenci sayısı 24, Türkiye’de 31 öğrencidir.

Ülkemizde yoksul %20 ile varlıklı ile % 20 dar gelirli arasındaki eğitime harcanan para farkı 14 kattır.

Okulöncesi eğitimde ( 3-4) okullaşma oranı % 9 ile OECD ülkeleri içinde en gerideyiz.

Kırsal kesimdeki kız çocuklarının eğitimden yararlanma oranının düşüklüğü bir türlü aşılamamıştır. 4+4+4 sistemiyle kız çocuklarımızın ilkokul sonrası sistem dışı kalmaları ve çocuk yaşta evlendirilmelerinin önü açılmıştır.

Yaklaşık 10 bin okulumuzda birleştirilmiş sınıflarda eğitim yapılmakta. 15 bin okulumuz taşımalı eğitim yapmaktadır.

Bu öğretim yılı, 15 bin civarında eğitim alanına yabancı olan eğitimsiz taşeron yardımcı hizmetli okullarda görev yapmaktadır.

22 Eylül 2014 tarihindeki Bakanlar Kurulu kararı gereğince, 5. sınıftan itibaren okullarda 9 yaşındaki kız çocuklarımıza başörtüsü takma serbestliği getiren yönetmelik yayımlandı. Bu durum, başörtüsünün okul öncesi eğitime de gireceği anlamına gelmektedir.

26 Temmuz 1914 tarihinde yayımlanan, binaların kullanımına ilişkin bir yönetmelikle okul öncesi eğitim kurumlarında ihtiyaca göre ibadethaneler açılabileceğinin önü açılmıştır. Aynı yönetmelikle eğitimde verimsizliğe neden olan ikili öğretimde kurumlaşmaya gidilmiştir.

egtm2

DEMOKRATİK, LAİK,  BİLİMSEL EĞİTİM

Demokratik, laik ve bilimsel eğitim; eğitim sisteminin yönetimi, içeriği ve tüm unsurlarıyla demokratik bir işleyişe kavuşturulmasıdır. Öncelikle de eğitimin içeriği ve yönetiminin demokratikleştirilmesi, laik ve bilimsel eğitimin yolunu açacaktır. Eğitimin diğer bileşenleri bu iki belirleyici unsura bağlı olarak demokratikleşecektir. Demokratikleşme süreci içinde eğitimden yararlanma hakkının kullanılması, eğitimin finansmanı, eğitimin değerlendirilmesi, öğretmen yetiştirme ve örgütlenmesi, okul öncesinden başlayarak eğitim kademeleri arası, özellikle üniversiteye geçiş ve birçok alanda işleyişin demokratikleşmesini sağlayacaktır.

Demokratik, laik, bilimsel eğitim; eğitim alanının tümüyle bilimsel, laik ve özerk bir temel üzerinden eğitim bileşenleri tarafından yönetilmesidir. Eğitim, evrensel değerlerin yanında, toplumların kendi değerlerini genç kuşağa kazandırırken, çağın doğurduğu gereksinimleri de vermek durumundadır. Bu nedenle eğitim sürekli olarak bilimsel ve teknolojik gelişmelere uygun biçimde kendini yeniler. Demokratik, laik ve bilimsel eğitimde toplumsal dinamikler sistem ve eğitim programları üzerinde etkin ve belirleyicidir.

Eğitimin hedefi, sınıfsız sömürüsüz bir dünya yaratmak olmalıdır. Eğitim özgür, eşit, demokratik bir toplumu hedeflemelidir. Eğitimin ana hedefi diyalektik akıl yürütebilen, doğaya saygılı, olay ve nesnelerin birbiriyle mutlak ilişkisi olduğunu bilen ve bilginin pratikle birleşmesiyle daha kaliteli üretim sağlayacak, kendi gelişimini toplumsal gelişimin temeli olarak gören bireyler yetiştirmektir. Demokratik eğitimde okul, çocuğa sadece kültürel birikimi ve ideolojik hedeflerin kazandırılmasını değil, özgür bir iklimde bireysel gelişimin, dayanışmanın yardımlaşma ve ortak üretimin de ortamı olmak durumundadır.

 

Eğitimin demokratikleşmesi mücadelesi, siyasi mücadelenin bir parçası olarak görülmelidir. Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı verilen siyasi mücadele, onların yerleştirmek istedikleri eğitim ve kültür politikalarına karşı birlikte verilmelidir. Demokratik eğitimin ancak yaratılacak demokratik bir toplumda yaşam bulacağı unutulmamalıdır.

 

1968 ile simgeleşen 1960’lı yıllarda olduğu gibi, pedagojik anlamda kısmi demokratik programların devreye girmesine karşın, kapitalizmin toplum üzerindeki egemenliği bu programların kısa sürede etkisizleştirilmesine ve giderek ortadan kaldırılmasına neden olmuştur.

Eğitimin Felsefi Temeli

Eğitim, hâkim sınıfın ideolojisini gelecek kuşaklara aktaran bir üst yapı kurumudur. Hukuk, sanat, din gibi kurumlar nasıl egemen sınıfın ideolojisine göre şekilleniyorsa, eğitimde bunlardan farklı değildir. Marks’ın dediği gibi, “Her çağın hâkim fikirleri, o çağın hâkim sınıflarının fikirleridir.”

Üretim araçlarına sahip olan sınıf, eğitim kanalıyla toplumun zihinsel üretimini de kontrol eder.  Yani eğitim hâkim sınıfın toplumu denetiminde tutmak için fikir üretimine de kaynaklık eder. Çünkü eğitimin işlevini hâkim sınıf belirlemektedir.  Bu nedenle eğitim, kapitalist toplumlarda emekçi halk üzerindeki baskı ve sömürü araçlarının geliştirilmesine de düşünsel üretimiyle neden olmaktadır

Eğitimde içerik, toplumsal işleyişi düzenleyen temel felsefeye göre belirlenir. Kapitalist sistemde de, sosyalist sistemde de toplumsal ilişkilerin üzerine inşa edildiği felsefi temel, eğitimin işleyişine de kaynaklık eder ve yönlendirir.

Kapitalist dünyanın bir parçası olan Türkiye’de de işleyiş farklı değildir. Ancak Türkiye de eğitim üzerinde burjuva demokrasilerinde olmayan gerici, dinci bir baskı da vardır.

Günümüzde “Din” kapitalizm tarafından para gibi, mal gibi sermaye olarak kullanılmaktadır. Kültür düzeyi düşük bizim gibi, İslam coğrafyasında bulunan ülkelerde de ileri düzeyde etkili olmaktadır. Bu durum ancak doğru devrimci önderlik ve halkın mücadelesi ile etkisizleştirilebilir.

Eğitimin özünde taşıdığı bireyi özgürleştirici yanı, eğitimli toplumlarda tüm baskıları kırmaya ve direnci artırmaya dönüktür. Bu nedenle toplumların eğitim düzeyleri, eğitime verdikleri önem toplumsal ve ekonomik gelişmenin ötesinde demokratik yaşam biçimini içselleştirmiş olmanın da temel göstergesi olarak algılanmalıdır.

Dinsel baskı, eğitim sistemlerinin gerici siyasal parti ve iktidarlar eliyle programlandığı Türkiye gibi ülkelerde egemen güçlerin elinde, emeği ile geçinenlerin aleyhine işletilmektedir. Sermayenin görüşleri doğrultusunda şekillenen bu sistemin, ancak toplumsal dinamiklerin oluşturduğu baskı ve mücadelesi ile geriletilebileceği ve ancak bu yolla demokratik kazanımlar sağlanabileceği da bir gerçektir.

Toplumlar, iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin de katkısıyla bilginin dolaşım hızının arttığı günümüzde geleneksel yönetim ve eğitim sistemlerini sorgulamaya başlamışlardır. Bu sorgulama ve sistem arayışları, salt bizim gibi ülkelerin değil kalkış noktaları ve amaçları farklı da olsa hemen tüm toplumların gündemindedir.

Bu nedenle demokrasi güçlerinin eğitimin demokratikleştirilmesine yönelik mücadeleleri “politeknik eğitim” temelinde yürütülmelidir.  Politeknik eğitimde, okul ile yaşamın yani eğitim ile maddi üretimin bütünleştiği, dersin üretime yönelik işle birleştiğini görürüz. Politeknik eğitim kapitalist sistemin yapılandırdığı mesleki ya da teknik eğitimle karıştırılmamalıdır. Politeknik eğitim, mesleğe yönlendirmede genel bir ön eğitim olarak görülmelidir. Politeknik eğitimle öğrencinin elde ettiği bilgi ve beceri kazanımı, onu tek mesleğe göre değil, istediği alanda, seçtiği mesleği yapabileceği ve istediği zaman bu alanı değiştirebileceği donanıma ulaştırmaktadır. Politeknik eğitim kafa kol emek karşıtlığını gidererek, kafa-kol emeğinin birleşik üretimine dayanmaktadır. Politeknik eğitim kuramsal bilgi ile pratiğin bütünleşmesi olarak görülmelidir. Gençlerin zihinsel düzeyi ile bedensel yeteneğinin birlikte üretime yansıtılmasıdır.

Politeknik eğitim, sömürüden kurtulmuş emeğin yaratıcılığı üzerine kurgulanmıştır.  Öğrencinin uygulamalı eğitimle ulaştığı bilgi ve kültür birikimi nedeniyle emeğin üretkenliği artacaktır. Öğrenci yeni teknolojiler geliştirebilecek, yönetim ve denetim sorumluluklarına sahip olacaktır. Bu durumun üretim yoğunlaşması ile mal üretimi için ayrılacak zamanı azaltacaktır. Artan zamanı ise birey, sanata, kültüre, spora ve yeni buluşlara ayırabilecektir. Yani Marx’ın deyimiyle işçi, “dolap beygiri” olmaktan çıkacak, emek insanlaşacak, özgürleşecektir.

Politeknik eğitimin doğal sonucu, demokrasi kültürü gelişecek, bireysel ve toplumsal farklılıklar azalacak, özgür düşünce, barış, eşitlik, dayanışma, adalet ve örgütlenme bilinci üretken emeği özgürleştirecektir. Özgür bireylerin yetiştirilmesi, üretim ve tüketimde bilinçliliği, hak ve sorumluluk duygusunu, yurttaşlık bilincini, diyalektik akıl yürütmeyi ve bu değerlerin kaynaklandığı sosyalizmin evrensel değerlerini, geliştirecektir.

Eğitimin amacı bireyi biçimlendirilmek ya da yönlendirilmek yerine, onun bilgiyi bulması,  özümsemesi ve toplum yararına kullanabilme yeteneğinin geliştirilmesi olmalıdır. Eğitim, bireyin yaşayarak, deneyerek, yaparak kendini oluşturması ve toplum içinde konumlandırması süreci olarak algılanmalıdır. Ona yaratıcılığı, problem çözmeyi, yeni durumlara uyabilmeyi ve toplum içinde kendine bir yer bulabilme becerisini kazandırmalıdır. Eğitim, insanın insan üzerinde egemenlik kurma aracı olarak değil, özgürlüğü yaşayarak yetilerini üst sınırına kadar geliştirme ve zenginleştirme aracı olarak görülmelidir.

Türkiye de asırlardır “padişaha kulluk” temeli üzerinden yürüyen eğitim düzeni, cumhuriyetle birlikte “ümmet” anlayışına dayalı eğitim düzeninden ulus anlayışına dayalı bir eğitim sistemi yapılanması sürecine girmiştir.  Cumhuriyetin tek parti dönemini içeren ilk dönemi, ulus devlet düzeninin kurulması, yerleştirilmesi ve geliştirilmesi üzerine inşa edilmiştir. Eğitim sistemi bu süreçte, Hasan Ali Yücel döneminde olduğu gibi eğitimde demokratikleştirme eğilimlerinin yoğun yaşandığı, hatta Köy Enstitüleri gibi toplumsal talepleri karşılayan özgün eğitim kurumlarının doğmasına karşın, baskın olan egemen güçlerin kontrolünden hiçbir zaman çıkamamıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye eğitim sistemini ulus devlete göre kurgulaması ve hazırlanacak eğitim programına yön verecek bir rapor hazırlaması için ABD’den Mustafa Kemal’in isteği ile getirilen ve “Amerikan felsefesi” olarak ta bilinen “pragmatizm’in ana savunucularından John Dewey, 1925’te hazırladığı raporla Türkiye’nin yeni eğitim sisteminin felsefi temelini de atmıştır. Diğer yandan Hitler faşizminden kaçan bilim adamı, sanatçı ve düşünürlerin 1930’lu yıllarda sağladığı “pozitivist” katkıyı da belirtmeliyiz.

1950 sonrası dünya kapitalist sistemiyle doğrudan bütünleşen Türkiye, eğitim alanında da bu sistemin bir parçası olmuş ve olmaya devam etmektedir.  Ancak batının burjuva demokrasilerinde eğitime sağlanan ekonomik destek ve kısmi demokratikleşme eğilimleri, Türkiye’ye yansıtılmamıştır. Aksine Türk-İslam ve kapitalist sistemin bekasına yönelik arabesk bir eğitim sistemi ortaya çıkmıştır. Bu arabesk yapı nedeniyle de her iktidar değişiminde, bakan değişiminde, hatta müsteşar veya müdürlerin değişiminde bile, sil baştan sistemsel değişiklikler yaşanmıştır. Son yıllarda da İslami bir eğitim sisteminin, kapitalist sistemle uyum içinde yürüyebileceği inancı topluma benimsetilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda eğitim alanıyla da, eğitim yoluyla da toplum üzerindeki sömürü ve baskı düzeni artırılarak sürdürülmektedir.

Eğitimli toplum yaratma adına yapılan eğitim düzenlemelerinde dünyanın en başarısız ülkelerinden biriyiz. Sistemle oynamayı alışkanlık haline getiren siyasal iktidarlar, hiçbir zaman eğitim adına çocuklarımıza dünya standartlarında hangi bilgileri veriyoruz ve geri bildirim olarak ne alıyoruz diye kendilerini sorgulamamışlardır. Eğitimi yönetenler evrensel bilgilerle değil, kendilerine ne kadar itaatkâr genç yetiştirdikleriyle ilgili olduklarından çocuklarımızın, gençlerimizin girdiği uluslararası sınavlarda hep başarısız olmalarıyla değil, kendi hedeflerine ne kadar ulaştıklarıyla ilgilenmişlerdir.

Türkiye’de bu gerici, ticarileştirilmiş eğitim sistemine karşı etkin bir toplumsal muhalefet ve mücadele zemini yaratılamamıştır. Dahası1960’larda TÖS, 1970’lerde TÖB-DER, 2000’li yıllarda EĞİTİM-SEN’ in gerçekleştirdiği miting, yürüyüş, iş durdurma ve “Demokratik Eğitim Kurultayları” gibi etkinlikler  dışında, toplumsal katılımlı, kapsamlı bir alternatif “Demokratik Eğitim Programı” üretilememiştir. Solda politika yapan partilerin de bu doğrultuda kapsamlı bir çalışması yoktur.

  1. yüzyılda, halkın eğitim alanında etkili olması, emekten yana bir toplumsal dönüşümü sağlaması, emek kesiminin verdiği mücadelenin yanında, gelişmiş bir demokrasi kültürüne, çağdaş standartlara uygun olarak eğitilmiş insan gücüne de ihtiyaç vardır. Bu nedenle ilerici-devrimci güçler toplumsal değişimde görev üstlenecek, gelişimi-değişimi kavrayan-planlayan, üretken, yaratıcı, sorumluluk alabilen, bilgisini kullanan ve zenginleştiren dinamik bir güç yaratmak durumundadır.

Eğitimi sadece devlet eliyle okullarda verilen sistemli eğitim olarak görmemeliyiz. Elbette sistemin devrimci manada değiştirilmesi için mücadele sürdürülmelidir. Bunun yanında devrimci, dinamik bir kuşak yetiştirilmesi için tüm mekânlar, evler, kahveler, salonlar, kültür merkezleri, açık havada uygun yerler de bir anlamda “okul” olarak görülmelidir. Buralar “yaşam boyu eğitim” platformları haline getirilmelidir.

Biz toplumsal dinamikleri harekete geçirerek yaratacağımız güçle, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin egemenlik aracı olan eğitim sistemini ve bu sistemin temel alt yapısı olan okulu, bu sistemi yıkmanın aracı haline dönüştürmek zorundayız.

Eğitimin Toplumsal İşlevi

Her üst yapı kurumu gibi eğitim alanına da toplum kaynaklık eder. Kapitalist sistemin tüm acımasızlığına karşın eğitimli topluma tahakkümü, eğitimsiz toplumlardan daha azdır. Bu durum eğitimin insanın mücadele direncini artırmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle burjuvazi bilimsel, laik eğitimin yerine, buyurganlığına yanıt alabileceği, itaatkâr nesiller yetiştirmek amacıyla dini eğitimi yerleştirmeğe çalışmaktadır.

Bireyin toplum içindeki sosyal konumu ve kendine olumlu bir yer yaratmasında eğitimin önemi ve belirleyiciliği bilinmektedir. 21. yüzyılda eğitim, tüm dünyada üretim girdileri içinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu da sermayenin gözünde, eğitimli ama sadık insan gücü yetiştirmenin üretimde eğitimin önemini daha da artırmıştır.

Burjuvazinin tüm çabalarına karşın, elinde tuttuğu eğitim sistemleri, medya ve diğer propaganda kaynaklarıyla, eğitimli insanı tümüyle denetimi altına alamamakta, eğitimli insanın direncini kırmakta zorlanmaktadır. Tarih boyunca eğitimli insanların, aydınların toplumların yenileşmelerinde ve devrimci adımlar atmalarında oynadıkları öncü rolleri hatırlayalım. Bu nedenlerle eğitim, üretici güçlerin sermayeye yalnızca ekonomik büyümenin değil, toplumsal adaletin, dengeli gelir dağılımının da en önemli araçlarından biri olarak değerlendirilmelidir.

Tüm göstergeler neoliberal politikaların sonucu yaşanan küreselleşme eğilimleri, çoğu ülkede kamunun sosyal harcamalarını büyük ölçüde düşürmüştür. Bu durum gelir dağılımındaki dengesizlikleri daha da artırmış ve yoksulluğun da artmasına neden olmuştur. Kamu harcamalarının eğitim başta olmak üzere sosyal projelere yönlendirilmesi durumunda, gelir dengesizliğinde önemli düşüşler sağlandığı da bilinmektedir.

 

Kamunun sosyal harcamaları, yoksul insanların en temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik harcamalardır. Özellikle eğitim harcamalarını kısan ülkelerde üretimde büyük düşüşler yaşandığı ve toplumsal gelişmeyi olumsuz etkilediği bilinmektedir. Bu durum doğal olarak yoksulluğu artırmakta gelir dağılımındaki dengesizliklerin daha da artmasına neden olmaktadır.

 

Kapitalist sistemin yoğun baskısı altında ki bizim gibi az gelişmiş ülkelerde, eğitim başta olmak üzere sosyal harcamalardan, ağırlıklı olarak yoksul kesimden çok, üst gelir gruplarının yararlandığı bilinmektedir. Bu nedenle kamu eğitim harcamalarının yoksul kesimlere yönlendirilmesi için demokrasi güçlerinin halkla birlikte yoğun bir mücadele vermesi gerekmektedir.

 

Bireysel ve toplumsal ilişkilerin inşasında eğitimin öneminin büyüklüğü tartışılmaz. Toplumlar arası ve toplum içi siyasi ilişkilerin konumu ve düzeyi eğitimlilik göstergelerine paralel seyreder. Siyasi ilişkilerde hoşgörüye, uzlaşı kültürüne, barışın, özgürlüğün, eşitliğin, laik ve demokratik ilişkilerin gelişmesine eğitim kaynaklık eder.

Ulusal ve uluslararası ilişkilerde savaş ve kavga kültürünün engellenmesinde, işkencenin ve antidemokratik tüm yönelimlerin yok edilmesinde kuşkusuz eğitim büyük rol oynamaktadır.

Ülkede ve uluslararası ilişkilerde, dostluğun, barışın ve dayanışmanın geliştirilmesinde, daha iyi bir dünya yaratılmasında kuşkusuz eğitim belirleyici konumdadır.

Kapitalizm siyaset kanalı ile eğitimsiz toplumları daha kolay yönetir ve yönlendirir. Bugün dünya, özellikle orta doğu bir savaşın içindeyse, en önemli nedenlerden biri okullarda okutulan ders kitapları ve yardımcı kaynaklara emperyalizmin neoliberal politikaların yürütülmesi için şırınga ettiği savaş ve kavga kültürüdür.

Bilinçli olarak hazırlanan eğitim kaynakları toplumları germekte ve iç çatışmalara sürüklemektedir. Bu durum son yıllarda uluslararası ilişkileri de içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklemiştir. Bu açmazlar ancak laik bilimsel temelli eğitimle donatılmış bir toplumla aşılabilir. Öncelikle ders kitapları düşmanlık yaratıcı ifadelerden kurtarılmalıdır. Emperyalizmin dayatması olan bu politikaların aşılması, eğitimli bir toplum ve çocukların, gençlerin kullandığı kaynaklara barış, eşitlik ve özgürlük dilinin hakim olması ile gerçekleştirilebilir.

Uluslararası ilişkilerde de barışı ve dostluğu geliştirecek düşüncelerin gelişmesi de ancak eğitimle sağlanabilir. Okullarımızda ve okul dışı eğitsel etkinliklerimizde eğitsel kaynaklardan dinci, mezhepçi, etnikçi, saldırgan, savaşçı ve insanın insan olma özelliklerine aykırı tüm anlayışları yok ederek, ancak ülkede ve dünyada barışın egemenliğini kurulabiliriz.

Eğitim Hakkı

Nüfusun tümünün eğitimden eşit ve özgürce yararlanacağı demokratik bir eğitim düzeni tüm toplumların temel hedefi olmalıdır. Bu temel hak, Türkiye de anayasa, eğitimle ilgili yasalar ve eğitim programlarının girişlerinde zorunlu eğitimin “eşit ve parasız” uygulanacağı (mecburi ve meccani) yazıyorsa da eğitimi yönetenler de bilmektedir ki bu hakkı yoksul halk çocukları kullanamamaktadırlar. Üstelik kapitalizmin eğitim hakkını kullanmak için halka yüklediği ekonomik yük de giderek ağırlaşmaktadır.  Günümüzde eğitim bir insan hakkı olmaktan çıkarılmış, varlıklıların yararlanacağı bir “imtiyaz” haline getirilmiştir.

Türkiye de yoksul halk çocuklarının okuduğu kamu okullarına destek olmayan, katkı yapmayan devlet,  2014-2015 öğretim yılında çocuklarını özel okullarda okutan varlıklı ailelerin çocuklarına her bir öğrenci için 3500 TL. öğretim desteği vereceğini açıklamıştır. 250 bin çocuk için yapılacak bu destek, yani 875 milyonluk bir tutar, halktan alınan vergi ve harçlardan karşılanacaktır. Temel eğitimden ortaöğretime geçişte de (TEOG), çocukların özgürce okul seçme hakları ellerinden alınmış ve çeşitli oyun ve tuzaklarla öğrencilerin imam hatiplere yönlendirilmeleri sağlanmıştır.

Bir şekilde paralı hale getirilen tüm okullarımızda büyük dengesizlikler yaşanmaktadır. Yoksul halk çocuklarına önemli bölgelerdeki donanımlı okulların kapıları kapatılmıştır. Bu çocuklar fakir semtlerdeki araçsız gereçsiz okullara yönlendirilmiş, bu okulların birçok ihtiyacı da zaten zor durumda olan bu çocukların anne-babalarına karşılatılmaktadır. Evet, zorunlu ve meccani olan ilköğretimde, ortaöğretimde veliler kamu okullarına büyük paralar ödemektedir. Öte yandan kamu okullarında çocuğunun iyi öğretmene verilmesi için bile okula yardım adı altında büyük paraların ödendiği bilinmektedir. Eğitimdeki bu dengesizlik, eşitsizlik, çarpıklık ve ekonomik olarak güçlünün güçsüzü ezdiği düzen korkunç boyutlarda sürdürülmektedir.

Eğitim kurumlarından yoksul, zengin, dil, din,  ırk, cinsiyet ve başkaca ayrımlara bakılmaksızın, kimseye ayrıcalık tanınmaksızın tüm yurttaşların eşit ve parasız olarak yararlanacağı insan hakkı olmaktan öte,  anayasal olarak da bir haktır.

Ancak devleti anayasal kurumlardan çok ulemaların fetvaları ile yönetmekte olan siyasi iktidar emekçi halk çocuklarının eğitimden yararlanma hakkını gasp etmekte ve bu çocukların eğitim kurumlarımızdan yararlanmasını engellemektedir.

Elbette demokratik, laik ve bilimsel eğitim mücadelesi ile her çocuğumuzun, gencimizin ve yetişkinimizin, eğitimden yararlanma hakkını en üst düzeyde kullanabileceği bir ortam uzun soluklu bir sınıf mücadelesi sonucu yaratılacaktır.

Kentlerle kırsal kesim, taşımalı eğitimle yerleşik eğitim, kent merkezi ile varoşlardaki eğitim-öğretim alt yapılarında büyük uçurumlar var. Bu durum doğrudan eğitimin kalitesine de yansımaktadır. Bu farklılıkların eşitlenmesi, demokratik laik ve bilimsel eğitimin verilebilmesi ancak düzenin halkın lehine dönüştürülmesiyle sağlanacaktır.

Eğitim kurumları arasında ve kademeler arası geçişlerde büyük sıkıntılar yaşanmakta, halk çocuklarının önüne ekonomik engellerin yanında, şifreleri ideolojik yandaşlara verilen sınav sorularıyla halk çocuklarının üst öğrenime geçmeleri engellenmektedir. İlköğretimden başlayarak çocuğun ilgi ve yeteneği doğrultusunda yapılacak yönlendirme sistemi ile halk çocuklarının önü açılacaktır.

Demokratik eğitim sisteminde laik ve bilimsel bir temel üzerinden yapılandırılan eğitim alanı ile hiç bir sınava gerek kalmayacaktır.  Böylece sınav ve yarattığı maddi ve manevi sıkıntılar da ortadan kalkacaktır.

Eğitim Programları

Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan ilk ve orta öğretim programlarında John Dewey’in de etkilemesiyle bilimsel, pedagojik ve toplumsal gereksinimler kısmi de olsa dikkate alınırken, 1950 sonrası bu yaklaşımlar tümüyle terk edildi.

1961 Anayasası ile doğan kısmi demokratik ortamın yarattığı kamuoyu baskısı nedeniyle 1968 de pedagojik ve kısmi demokratik unsurlar taşıyan eğitim programları da siyasi iktidarların baskısı nedeniyle daha ileri bir açılımı sağlayamadı. 2006 yılında programın özüne yönelik yapılan değişikliğe bu iktidarın dinci, gerici yaklaşımları yansıdı. Bu programla ve siyasi iktidarın günümüze kadar yaptığı, yapacağı değişikliklerle, öteden beri din eğitimini, eğitim sisteminin temeline koyma hedefinin önü açıldı.

Demokratik bir eğitim programı yapmak ya da geliştirmek bir araştırma ve çalışma sürecini kapsar. Eğitim bilimcilerin, İlgililerin, program uzmanlarının ve halkın geniş katılımını gerektirir.  Oysa bugün siyasi iktidar, her alanda olduğu gibi “ben yaptım oldubitti” anlayışını dayatmaktadır. Bugünkü programların içerik ve felsefesinde birçok bilimsel yanlışı da bünyesinde taşıması bundan kaynaklanmaktadır.

Kapitalist, gelişmiş toplumlarda eğitim programları hazırlanırken, veli, öğretmen, öğrenci ve diğer toplumsal dinamiklerin görüş ve talepleri kısmen de olsa dikkate alınır.  Oysa Türkiye’de halkın katılımı, katkısı ve beklentisine bakılmaksızın siyasi iktidarlar eğitim programlarını kapalı kapılar ardında hazırlar. Çoğu kez, yönetici ve akademisyenlerin görüşlerinin yansıtıldığı “Milli Eğitim Şuraları”nın tavsiye kararları bile dikkate alınmadan siyasi iktidarın görüşleri doğrultusunda eğitim programları hazırlanmaktadır.

Eğitim programlarının hazırlanmasında eğitimin temel unsurları olan öğretmen, öğrenci ve veli’nin katılımına gerek duyulmamaktadır. Dahası, demokratik kitle örgütlerinin, eğitim bilimcilerin, eğitim ve program uzmanlarının ve geniş halk kesimlerinin de bu süreçlerin dışında tutulduğu bilinmektedir.

Oysa eğitim programları, toplumsal gelişmelerin ışığında kendi kendini sürekli yenileyen, esnek, çağdaş, ezberciliği değil özümlemeyi sağlayan, araştırmaya, bilgiyi bulup kullanmaya yönlendiren, çocuğun-gencin ufkunu açan, onu yönlendirip geleceğini kurmaya cesaretlendirecek biçimde düzenlenmelidir.

Katı merkeziyetçi programlar tüm dünyada terk edilmektedir. Merkezde hazırlanan evrensel ve toplumsal değerlerin yanında bölgesel, çerçeve ve zenginleştirilmiş eğitim programları yaygınlaştırılmaktadır. Merkezde hazırlanıp ülkenin her köşesinde uygulanan programlar devri bitmektedir. Türkiye de merkezi bilim kurullarının ve eğitim bilimcilerin denetiminden geçirilmiş, her bölgenin ihtiyaç ve talep farklılıklarına uygun çerçeve program düzenlemesinin önünün açılması eğitim alanını dinamikleştirecek ve demokratik, bilimsel ve laik eğitime büyük katkı sağlayacaktır.

Eğitim programları, Çocuğun-gencin toplumsal ve ekonomik ilişkileri kavramasını, yorumlamasını ve eleştirel düşünebilmesini geliştirmelidir. Tek tip insan yetiştirmeyi değil, seçenekler sunarak çeşitlilikleri beslemeli, zenginleştirmelidir

Türkiye de eğitim programları yaşama hazırlayan değil, hep dikey yani üniversiteyi hedefleyen bir nitelikte hazırlanmaktadır. Bu da diplomalı ama vasıfsız, yaşadığı dünyayı kavrayamayan insan tipi yetiştirmektedir. Bu anlayış terk edilmeli, çocuğun ilgi ve yetenekleri doğrultusunda önünü açan çoklu programlar geliştirilmelidir.

Çocuğu-genci ezbercilikten bıktıran, ezberlemeyeni eleyen, sistemin dışına atan, statik, programların yerine, özellikle ilk ve ortaöğrenimde öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini göz önüne alan, gerçek yaşama hazırlayan programlar geliştirilmelidir.

Mesleki eğitim programları kaynağını pratik yaşamdan almalı, toplumsal gereksinimlere duyarlı hale getirilmelidir.

Türkiye ve dünyada yaşanan önemli değişiklikleri ve günlük gelişmeleri eğitim programlarımıza yansıtacak bir mekanizmanın olmayışı da program geliştirmede en büyük engellerden biridir. Eğitim programları, bilimsel gelişmeler ve halkın farklılaşan talepleri doğrultusunda kendini güncelleyebilen bir işleyişi zorlamaktadır. Bu eksiklik “Program Geliştirme Merkezleri” kanalıyla eğitim programlarının canlı bir varlık gibi sürekli gelişim içinde olmasını sağlayarak giderilebilir.

Çağımızdaki bilimsel ve teknolojik gelişmelere okul sisteminin ayak uyduramadığı, okul sistemiyle verilen bilgilerin çabuk eskidiği göz önüne alınarak, tüm dünya da “yaşam boyu eğitim” altyapısına yönelik büyük yatırımlar yapılmaktadır. Eğitim programları da eğitimin yaşam boyunca kesintisiz sürdürülebileceği bir anlayışla hazırlanmak durumundadır. Artık eğitim, okulların dört duvarı arasına sıkıştırılmamalıdır.

Eğitim programları yaşayan tüm dillerin kendini ifade etmelerini sağlamalıdır. Ortak resmi dil üzerinden yapılan temel eğitimin dışında, farklı dil ve lehçelerde yapılacak eğitimler desteklenmelidir.

Laiklik ilkesinin gereği olarak zorunlu din kültürü ve ahlak öğretimi Anayasa ve eğitim programlarında yer almamalıdır. Devlet tüm dini inançlara aynı mesafede durmalıdır.

Eğitimi; matematik, tarih, coğrafya, edebiyatla sınırlamadan yaşamın çeşitliliğine uygun, çocukların ilgilerini besleyecek ve geliştirecek yeni dersler seçmeli olarak sisteme girmelidir. Felsefe ve Mantık başta olmak üzere düşünmenin, eleştiri ve öz eleştirinin, sorgulamanın önü açılmalı, bale, opera, resim, şiir, müzik ve benzeri sanatsal derslerin yanında, toplum içinde birlikte yaşamanın kuralları, demokrasi eğitimi, insan hakları, cinsel eğitim, trafik, satranç vb. dersler eğitim programlarına girmelidir.

Demokratik, laik ve bilimsel temelli bir eğitim programı, ancak demokratik bir toplumda gerçekleşebilir. Bu nedenle eğitimin demokratikleştirilmesi mücadelesi, bağımsız demokratik bir ülke yaratma mücadelesi ile birlikte yürütülmelidir.

Demokrasi Eğitimi

Eğitim programlarımızda artık “demokrasi eğitimi” dersi yer almalıdır. Çocuklarımız, gençlerimiz demokrasi kavramını, ilkelerini, tutumlarını, değer yargılarını içselleştirmek ve günlük yaşamında bu değerleri kullanmak durumundadır.

Gençlerimiz, eleştirel bir yaklaşımla demokrasinin diğer yönetim biçimlerinden farkını ayırabilmelidirler. Demokrasinin tüm karar süreçlerine doğrudan, ya da temsili olarak katılım olduğunu, demokratik toplumda bireyin tüm sorumluluk ve kararlara katılmasının zorunluluğunu bilmelidir. Demokrasinin basit parmak hesabına dayanan, salt sandık oyunu olmadığını, egemenlerin soygun düzenlerinin aracı olmaması gerektiğini, halkın gerçek anlamda egemenliğinin kurulmasını sağlamanın aracı olması gerektiğini öğrenmelidirler. Bu nedenle eğitim programlarımızda öğrencilerimizin demokratik ilke, tutum ve değerleri kazanmasına yönelik “demokrasi eğitimi” mutlaka yer almalıdır.

Bizim çocuklarımıza da demokratikleşme sürecinin tüm dünya da nasıl geliştiğini ve bu süreçte Türkiye’nin konumuna yönelik gerekli bilgilerin verilmesi gerekir. Demokrasi kültürünü çocuklarımıza okul ortamında yaparak-yaşayarak öğrenme yöntemiyle verilmesi gerekir. Bunu gerçekleştirmek için okulun tüm etkinlikleri, demokratik yaşama göre düzenlenmelidir. Bu konuda öğretmenler, öğrenciler için en önemli rol modeldir.

Özel Öğretim

 

Türkiye’de eğitim değerlendirilirken de belirtildiği gibi eğitim sisteminin tüm kanalları özel öğretime göre düzenlenmiş ve tüm kaynaklar bu kanallar eliyle kapitalist sistemin kucağında büyüttüğü dinci sermayeye akmaktadır.

Her düzeyde hızla ayrıcalıklı devlet destekli özel okullar kurulmaktadır. Devletin uyguladığı bu politikalar kişisel ve bölgesel dengesizlikleri ve eşitsizlikleri gittikçe artırmaktadır.

Eğitim dünyanın bütün ülkelerinde temel bir kamu hizmeti olarak görülmektedir. Cumhuriyetin ilk çeyreğinde bu anlayış hakimdi. 1950’li yıllardan sonra yavaş yavaş, iki binli yıllarda da hızla bu politika terk edilmiş ve laik eğitim temelinden yıkılarak, eğitim alanı dini içeriğin yanında tümüyle ticarileştirilmiştir.

Devlet özel öğretim kurumlarına ekonomik hiç bir yardım yapmamalıdır. Devlet kendi halkının eğitim sorununu eşitlik ilkesi çerçevesinde çözmeden, eğitim alanına ayrılan kaynakları özel öğretime aktarmaya endeksli bir tutum içinde olamaz. Donanımlı eğitim kurumları yurdun her köşesine eşitlik ilkesine uygun olarak yayılmalıdır. Ulusal gelirin en az %15’i eğitim alanına ayrılmadıkça, bilimsel, laik ve eşit temelli bir kamu eğitim sistemi yapılandırılamaz.

Ana Dille Eğitim Sorunu

Demokratik, laik, bilimsel eğitim sisteminde her tür ve düzey eğitim; sınıf, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik görüş, ulus, etnik köken gibi ayrımlar yapılmadan herkese eşitlik ilkesi çerçevesinde sunulur.

Türkiye de toplum olarak kullanılmakta olan ve resmi dil olan Türkçeye ilaveten diğer dillerin ve lehçelerin verilebileceği alt yapı da devletçe hazırlanmalıdır.

Çağdaş nitelikli bir eğitim hakkından bahsedebilmemiz için eğitim alanı herkesi kapsamalı, ulaşılabilir olmalı ve kamu hizmeti olarak ücretsiz verilmelidir.

Kapitalizmin dayattığı eğitim düzeninde, eğitim hakkından ve dolayısıyla eğitim olanaklarından her bireyin “eşit” bir şekilde yararlandığını söylemek mümkün değildir. Herkese eşit eğitim olanakları sunmak, herkesin eğitim hakkını kullanması anlamına gelir. Kişilerin yetenek farklılıkları, gereksinmeleri, sağlık durumları, yaşam koşulları, onlara farklı eğitim olanakları sunulmasını gerektirir. Devlet bunun için gerekli eğitim ortamını hazırlamak zorundadır.

Yabancı Dil Eğitimi

Yabancı dil eğitimi kültür emperyalizminin bir aracı olmaktan çıkarılarak ülkenin ihtiyacı ve insanların talebi esas alınarak nitelikli düzeyde eğitim olanakları sağlanmalıdır. Yabancı dilde eğitimi şimdi olduğu gibi olur olmaz yaygınlaştırmakla, Türkçe eğitimin yerine ikame etmekle ancak yeni sorunlar üretilir. Yabancı dil eğitimi, ihtiyaç ölçüsünde belirli okullarda derinlemesine ve kaliteli şekilde verilmelidir. Ayrıca yabancı dil öğrenmek isteyenlere de yaşam boyu eğitim merkezlerinde bu olanak sağlanmalıdır.

Din Eğitimi

 

Laik ve demokratik devlet, dinlere ilişkin felsefi anlamda genel bilgiler dışında, özel din eğitimi veremez. Devletin tüm dinlere ve mezheplere aynı uzaklıkta olması gerekir. Dinler tarihi, dinin sosyolojik, felsefi temelleri ve benzeri konuların dışında din eğitimi verilmemelidir.

Ders Kitapları

Ders kitapları egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda oluşturulan eğitim programlarına göre hazırlanmaktadır. Bugün ders kitapları, bilim dışı, dinci-mezhepçi esaslara ve kapitalist ideolojinin kitlelere benimsetilmesine yönelik bir içeriğe büründürülmüştür. Öte yandan kendinden olmayana, kendi gibi düşünmeyene karşı kin ve düşmanlık yaratıcı ifadeler yer almaktadır. Ders kitaplarının bunlardan arındırılması için mücadele edilmelidir. Ders kitapları bilimsel bir çizgide, ulusal kültürün evrensel kültür değerleri içinde korunup geliştirilmesini sağlayacak şekilde mutlaka yeniden hazırlanmalıdır.

Ders kitapları nefret ve düşmanlık duygularından arındırılmalı, bilimsel değerler ışığında barışı ve dostluğu yerleştirecek bir içeriğe kavuşturulmalıdır. Ders kitapları cins ayrımcı, dogmatik, çocuğun ve toplumun doğasına aykırı unsurlardan süratle arındırılmalıdır.

 

Ders kitapları sadece ilk ve orta öğretim kurumlarında değil tüm eğitim kurumlarında ücretsiz verilmelidir.

Ders kitapları laik, demokratik, bilimsel temelde ve bilim kurullarının denetiminde komisyonlar kanalıyla, tüm bileşenlerin katılımıyla hazırlanmak durumundadır.

Eğitimde değerlendirme

 

Ölçme değerlendirme sistemine tümüyle pedagojik standartlar ışığında yaklaşılmalıdır. Çocuğun farkında bile olmadığı okul öncesi ve ilköğretimde not sistemi tümüyle kaldırılmalıdır. Daha çok çocuğu yıldırma aracı olarak ortaya çıkan not sistemi, yerini rehberlik servisinde tutulacak, öğrencinin beceri, yetenek ve başarılı olabileceği alanların işlendiği bir kart sistemine dönüştürülmelidir.

 

Orta öğretimde not sistemi, öğrencinin başarılı olmasını motive edici unsurlar içerecek şekilde düzenlenmelidir. Öğrenci dersi ezberlemekten çok, ağırlıklı olarak hazırlayacağı projelerle değerlendirilmelidir.

 

Yüksek öğretimde geliştirilecek proje hazırlama ve araştırma sistemi ile öğrencinin değerlendirilmesi gerekir.

 

Yaşam boyu eğitim

Çağımızda örgün eğitimde verilen bilgiler çok çabuk eskimekte ve yeni gelişmelere uyumda örgün eğitim dışına çıkmış insanlar büyük zorluk çekmekteler. Bu durumu ekonomik olanakları nedeniyle daha çabuk keşfeden gelişmiş ülkeler, yaşam boyu eğitim planlarını uygulamaya başlamışlardır.

Bu durum eğitimbilimcilerin okul sistemlerini sorgulamaya başlamasına neden olmuştur. Çağımızda okul sistemleri zorunlu olarak yeniden tanımlanacak, görev ve sorumlulukları yaşam boyu eğitimin gereklilik alanlarına göre yeniden düzenlenecektir. Yeni durum tüm toplumların eğitim sistemlerini kökten değiştirmesine neden olacaktır. Bu durum demokratik eğitim mücadelesi içinde olan tüm demokrasi güçlerine de büyük ölçüde fırsat yaratmıştır. Bu fırsatın anlamı ortada. Nerde yaşanıyorsa orası eğitim alanıdır. Buna en yakın olan demokratik kitle örgütleridir.

Eğitimde her şeyi kazan, kazan üzerine kurgulayan kapitalist sistemde iktidarın eğitime önemli bütçeler ayırarak değiştirip “yaşam boyu eğitim” anlayışına göre yeniden yapılandırması mümkün değil. Bu işi de neoliberal politikaları gereği özel sektör eliyle yürütecektir.  Kamunun sorumluluğundaki örgün eğitim kurumlarının yeniden yapılandırılması ise iktidarların eğitime bakış felsefesiyle çelişmektedir. İktidar toplumun eğitim ve kültürel düzeyinin yükseltilmesinden çok, cahil ve kendine bağımlı kalmasını daha fazla istemektedir. Yaygın eğitim sistemiyle de daha çok kuran kursu açarak, itaatkar bir toplum yaratmak için tüm olanaklarını kullanmaktadır.

Türkiye’de yaygın eğitim kurumları kanalıyla yapılması gereken yetişkin eğitimi, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimi, sanatsal kültürel etkinliklere yönelik kurslar, yaygın okuma odaları, kütüphaneler, konferanslar, tartışmalar, TV kanalları için hazırlanmış yaygın eğitim programları, radyolar, internet siteleri ve diğer tüm eğitsel etkinlikler yeterince kullanılmamaktadır.

İlköğrenimden üniversitelere kadar halka yönelik toplu bir eğitimin tüm kanalları açılarak tüm toplu yaşama alanları birer yaşam boyu eğitim merkezlerine dönüştürülmelidir.

Yaşam boyu eğitim öncelikle bireylerin yaptıkları iş alanlarındaki yenilikleri, bilimsel gelişmeleri takip etmelerini sağlayacak şekilde düzenlenmelidir. Özellikle öğretmenlerin alanlarındaki gelişmeleri izlemeleri, kurslar, seminerler ve zengin kaynak bankaları oluşturularak sağlanmalıdır. Çünkü bilginin taşıyıcısı olarak onların yenilikleri takip etmelerinin sağlanması zorunludur.

EĞİTİMİN YÖNETİMİ

 

Türkiye de eğitim, kapitalizmin amaçları doğrultusunda ve siyasal iktidarların ideolojilerine uygun olarak despotik bir anlayışla yönetilmektedir. Özellikle yönetici atamada uzmanlık, yeterlilik değil, siyasi görüşe göre tercih yapılmaktadır. Yönetici ve öğretmenlerin yerleri dünyanın hiç bir yerinde görülmeyen bir hızla değiştirilmektedir. Teftiş kurulu, birçok değerli öğretmen ve yöneticinin kıyım gerekçelerini hazırlayan ve susturma, sindirme kurumu olarak çalışmaktadır. Bu durum eğitimde kalitesizleşmeye, bilimsellikten uzaklaşmaya, dünya standartlarının çok altına düşen devlet okullarına güvensizliğe ve kaçışa neden olmaktadır.

Gelişmenin en önemli araçlarından biri olan araştırma, geliştirme, eşgüdüm ve değerlendirme gibi temel işler ödenek yokluğundan yapılamaz duruma gelmiştir. Var olan bina, araç- gereç ve diğer tesislerden de yeterince yararlanılamamaktadır.

Eğitim kurumlarının türleri, sayıları ve programları merkezin görüşleri doğrultusunda belirlenmektedir. Bölgelerin ve öğrencilerin talep ve ihtiyaçlarına kapalıdır. İmam-hatip gibi ülkenin ihtiyacı olmayan okul tür ve sayıları artarken, sağlık, eğitim, tarım, turizm ve ticaret alanlarında büyük işgücü açığı vasıfsız elemanlarla karşılanmaktadır.

Öyle ki, eğitimin planlanması, program hazırlama, personel yönetimi doğrudan MEB tarafından yürütülmektedir. Bu uygulama içinde eğitimin temel unsuru olan öğrenciye, öğretmene, onun meslek örgütlerine, yerel kurumlara ve eğitim bileşenlerinin görüşlerine yer verilmemektedir.

Günümüzde iktidarların yoğun dinci-faşist baskısı bireyin kültürel gelişimi önünde en büyük engeldir. Bu gerici zihniyetin eğitim sistemi, güdümlü ve tek tip insan yetiştirmeyi hedeflemektedir. Üstelik çoğu yönetim kademesi bu alanda hiçbir birikimi olmayan yetersiz kadrolarca yürütülmektedir. Yoğun bürokrasi ve kendi dışına kapalı hiyerarşik yapı verimi büyük ölçüde düşürmektedir. Sistem, uygar ve bilimsel dünyaya kapalı, somut yaşamdan kopuk, her gün çeşitlenerek artan toplumsal ihtiyaçlara kapalıdır.

Eskiden beri var olan hiyerarşik sürecin katılığı,öğretmenlerimizin ve öğrencilerimizin yaratıcılıkları önünde en büyük engeldir. Bu katı merkezi anlayış bugün, kapitalizmin dinci gericilikle bütünleşmesi ile demokratik süreci tümüyle tıkamıştır.

İktidarın söylemleriyle sürdürülmekte olan eğitim politikaları dinci ve kindar bir gençlik yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu sistemin karar ve yönetsel süreçleri eğitimin unsurlarını tümüyle dışlayan bir anlayışla yürütülmekte, gerici örgütlere, dinci vakıflara vb kuruluşlara belirleyici inisiyatifler tanınmaktadır.

Eğitim Bakanlığı

Eğitim bakanlıkları tüm toplumlarda eğitim alanının organizesi ve uygulamalarından sorumludur. Bunu halkın eğitim gereksinimlerine ve toplumun değerlerine uygun olarak düzenler. Sosyal, laik ve demokratik toplumlarda, özellikle zorunlu eğitim dönemini parasız yerine getirir.

Türkiye de ise Milli Eğitim Bakanlığı, kapitalizmin çıkarları doğrultusunda ve dinci-gerici ideolojinin halk üzerindeki baskısını daha da artıracak şekilde katı bir merkeziyetçi örgütlenmeye sahiptir. Bu nedenle eğitimde laik-demokratik ilkeler tümüyle terk edilmiştir.

Demokratik yapılanmadan, katılımcılıktan ve eğitim bileşenlerinin taleplerinden uzak katı merkeziyetçilik anlayışıyla örgütlenen Milli Eğitim Bakanlığı tamamen siyasi iktidarların, sağ ideolojinin iş güderi olarak çalışmaktadır. Büyüklüğüyle hantal, işlemez, verimsiz ve bilim dışı bir yapıyla sadece halkı sömürmenin, ezmenin ve dinci diktatörlüğü dayatmanın bir aracı durumuna getirilmiştir.

Demokratik, laik bir eğitim yapılanmasında eğitim bakanlığı katılımcı, demokratik bir örgütlenmeyi temel almak durumundadır. Böyle bir yapılanmada bilimin süzgecinden geçirilmiş araç gereç ve ders kitapları kuşkusuz çağdaş bir eğitimin önünü açacaktır.

Eğitim bütçesi ve diğer kaynaklar siyasi iktidarların kayırmacı anlayışıyla değil, kurumsallaşmış eşitlikçi bir yaklaşımla denetim mekanizmalarına açık ve halkın katılımını esas alan kurullar tarafından tüm ülkeye adil bir şekilde dağıtılmalıdır.

Türkiye de eğitime genel bütçeden ayrılan payın yanında, farklı kaynak yaratma modelleri geliştirilerek bölgeler arası ekonomik ve sosyal dengesizlikleri giderici önlemler alınması gerekir. Yerel yönetim gelirlerinin belli bir oranının da eğitime ayrılması eğitim sorunlarının aşılmasına önemli katkı sağlayacaktır.

Bakanlığın örgüt ve kadro yapısı, siyasi iktidarların isteklerine göre değil, ihtiyaçlardan ve katılımcılığı, bilimselliği temel alan bir anlayışla oluşturulmak durumundadır. İşlevsiz ya da artık eğitimin önünü tıkayan, toplumsal gelişmeye ayak bağı olan birimlerin çoğu kaldırılarak, akademik ve toplumsal kurulların temel alındığı bir örgütlenme modeli ile ancak demokratik, laik ve bilimsel eğitimin önü açılabilir.

Eğitim sisteminde önemli bir yeri olan eğitim kurultayları, geniş ve demokratik bir katılımla farklı konularda her yıl toplanarak uygulamada karşılaşılan eğitim sorunları ve gerekli görülen yeniliklere yönelik karar ve raporlarını her öğretim yılı, eğitim alanının yararlanmasına sunması gerekir. Tüm eğitim bileşenlerinin katılımıyla gerçekleştirilecek bu kurultaylar yasal zorunluluk olarak sistemde yerini almalıdır. Eğitim uzmanlarının, üniversitelerin, eğitim fakültelerinin yanında öğretmenler ve örgütlerinin, veli ve öğrenci temsilcilerinin katılımları ve sorumluluk almaları bu kurultayların olmazsa olmazıdır.

Eğitim Bakanlığı, bünyesinde oluşturacağı kurullar kanalıyla, toplumsal ve evrensel değerlerin ışığında program taslakları geliştirmeli, dünyada genelinde eğitim alanındaki gelişmeleri sistemin yararlanmasına sunmalıdır.

Bakanlık, rehberlik, danışma, araştırma ve geliştirme hizmetlerini vermek için alanında uzman, donanımlı bir kadro ile hizmet vermelidir. Öğretmen ve diğer eğitim çalışanlarının yetiştirilmesine yönelik üniversitelerle işbirliği içinde hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim sorumluluğunu yerine getirmelidir. Öğrenci akışı ve mesleğe yönelmede bölgeler arası eşgüdümü sağlamalıdır.

Eğitim Bakanlığı özerk bir yapıya kavuşturulmalı, günlük siyasi işleyişin etkilerinden kurtarılmalıdır.

 

Yerel Yönetimler

OECD tarafından yapılan bir araştırmaya göre Türkiye OECD ülkeleri arasında okul düzeyinde en az karar (%24) alınan ülkedir. Kararların okul düzeyinde alınma oranı Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 60, Macaristan’da yüzde 68, Yeni Zelanda’da yüzde 75, İngiltere’de yüzde 85, Hollanda’da yüzde 100 düzeylerindedir.

  1. yüzyılda eli kolu bağlı, okula alınacak bir araç gerecin bütçesini ve kararını merkezin vermesini bekleyen bir okul yönetiminden başarı beklenemez.

Eğitimin evrensel ve ulusal boyutu göz ardı edilmeden, eğitim sistemi gerçek yaşamla uyum içinde, ülkenin ve okulun bulunduğu bölgenin ihtiyaçları esas alınarak, merkezi planlamanın çizdiği genel çerçeve içinde yerel örgütlerin aktif katılımıyla zenginleştirilmelidir. Bu sürece yerel yönetimlerin aktif katılımlarının sağlanması eğitimin yaygınlaşması ve bölgesel sorunların çözümünde etkili olacaktır.

Demokrasinin bir eğilimin diğerlerine üstünlük kurma rejimi olmadığı bilinmelidir. Çağ dışı, etnik, bölgesel, dini ve mezhepsel eğilimlerin yaratacağı sorunlar, gene demokratik yöntemlerle aşılmalıdır.

Yerel yönetimlere aktarılan merkezi yetkiler, Türkiye gibi birçok farklılıkları bünyesinde barındıran bir ülkede, hiç bir zaman etnik, bölgesel, dini ve mezhepsel üstünlük kurma heveslerini beslemek anlamında yorumlanmamalıdır. Hiç bir mücadelenin sınıf mücadelesinin önüne konulamayacağını kendine solum diyenler bilmek durundadır.

Farklı etnik ve dini grupların kendi talepleri doğrultusunda programlar oluşturmak yerine halkın özgürlüğünü hedefleyen, dini, etnik, mezhepsel referansların yer almadığı, emeği ve bireyi yücelten eğitim programlarının herkesin ortak paydası olması mutlaka sağlanmalıdır. Bu sonuca ulaşmada yerel yönetimlerin eğitim alanına aktif destek sağlaması gerekir.

Yerel yönetimler birincil olarak okul öncesi çocukların eğitimi ve halkın yoksul kesimleri başta olmak üzere hayat boyu eğitimin örgütlenmesi ve yaygınlaştırılması üzerinde yoğunlaşmalıdır. Küçük ölçekli üretim girişimlerine, ev işlerine, sanatsal faaliyetlere, spor ve sağlıklı yaşamaya dönük yaygın eğitim ortamlarını hazırlamak yerel yönetimlerin görevi olmalıdır.

 

EĞİTİMİN FİNANSMANI

 

Bütçe payları

Bugün anaokulundan başlayarak tüm kamu okullarımızın birçok gideri halk tarafından karşılanmaktadır. Devlet bütçesinden eğitime ayrılan payın yetersizliği nedeniyle okul giderleri fiilen velilere yüklenmiştir.

Eğitim alanında ki tüm sorunları çözmüş OECD ülkeleri eğitim alanında bizim yaşadığımız sorunları yaşamamasına karşın, eğitim harcamalarının içinde kamu sektörünün harcamaları büyük ağırlık taşımaktadır. Eğitimde kullanılan kaynakların ortalama yüzde 88’i kamu kaynaklarıdır. Bu ülkelerde kamu harcamalarının ortalama yüzde 13’ü eğitime ayrılmaktadır.

Eğitime ayrılan bütçe paylarının artırılmadan ve ayrılan ödeneklerin tümüyle kamu okullarına harcanması sağlanmadan, eğitim sisteminin içinde bulunduğu ekonomik sorunları aşması olanaksızdır.

Eğitimden yararlananla yararlanamayanlar arasında büyük uçurumların yaşandığı ülkemizde, dar gelirli ailelerin çocuklarına yönelik bir eğitim sigortası oluşturulmalıdır. Eğitim sigortasının kaynağı devlet bütçesinden karşılanmalı, bu kaynak fonlarla, bağışlarla desteklenmelidir. Eğitim sigortasının temel ilkesi yüksek gelir guruplarından alınacak kaynağın düşük gelir gurupları lehine eğitim alanına aktarılmasıdır

Eğitim Sigortası katılımcı bir anlayışla oluşturulacak özerk kurullar tarafından yönetilmelidir.

Yerel yönetimler de bütçelerinden belli bir oranda eğitime pay ayırmalıdır. Ağırlıklı olarak okul öncesi ve hayat boyu eğitimde kullanılması gereken bu kaynak, eşitlik ilkesine uygun olarak gelir düzeyi düşük kesimlere yönlendirilmelidir. Yerel yönetimlerde katılımcı bir yaklaşımla oluşturulacak kurullar kanalıyla dağıtılacak ve etkin bir denetim mekanizması ile gelir düzeyi düşük kesimler lehine bir değişime yol açacak olan bu kaynak, eğitimde eşitsizliğin giderilmesine önemli katkı sağlayacaktır.

Sonuç

Türkiye’de eğitim sistemi, çocuklarımızın potansiyel değerlerini ortaya çıkarmak, geliştirmek özgürleştirmek yerine özgün değerlerini bile yok etmektedir. Eğitim insanın var olan kapasitesini geliştirmiyorsa eğitim değildir. Halkın ve tüm demokrasi güçlerinin mücadelesi ile eğitime bakış algısı değiştirilmedikçe de bu durum devam edecektir. Yeniden tanımlanacak öğrenci merkezli demokratik okul modelinde,  tüm kararlar okullarda oluşturulacak kurullarca alınmalıdır. Okullarda eğitim, laik, bilimsel ilkeler temelinde öğrencilerin katılımıyla belirlenip, işlenmelidir.

Eğitim yoksulluğun, işkencenin, savaşın, gericiliğin ve antidemokratik tüm yönelimlerin panzehiri olarak görülmelidir. Eğitim, emperyalist kültür politikalarının geriletilmesi bağımsızlık ve demokrasi kültürünün geliştirilmesinde, bireysel farklılıkların giderilmesinde, örgütlenme bilincinin gelişmesinde, emeğe saygılı bireylerin yetiştirilmesinde, evrensel değerlerin kavranıp geliştirilmesinde en önemli güçtür.

Varlığını korumak ve sürdürmek adına egemen sınıflar ve devlet hep eğitimin özgürleşmesine karşı olmuştur. Emperyalist-kapitalist sistem içinde eğitimin halk yararına, birey yararına düzenlenmesi güçtür. Eğitimin demokratikleştirilmesi mücadelesine emperyalist tahakkümden kurtulma mücadelesi olarak bakılmalıdır. Buna rağmen emperyalist-kapitalist sistem içinde alternatif eğitim alanları oluşturmak için mücadele edilmelidir. Çünkü bu mücadele sürecinde devrimcilik adına bazı kazanımlar elde etme ve halka hedeflenen yeni düzeni –sosyalizm- anlatma, kavratma imkânları yakalanacaktır.

Dünküler ve daha çok da bugünkü siyasal iktidar öğretmenleri, öğretmenlik mesleğini önemsememektedir. Bu mesleği itibarsızlaştırmak için tüm gücünü kullanmaktadır. Öğretmen ilk eğitimini olanaksızlıklarla boğuşan eğitim fakültelerinde almakta. Şans eseri öğretmenliğe başlayanların hizmet içi eğitimleri de yeterince yapılmamaktadır. Ekonomik yetersizlikler, ailesini ve kendini geçindirmesini ve geliştirmesini, toplumsal yaşamda da yer almasını zorlaştırmaktadır. Bir aydın olarak öğretmenin bu sistem içinde farklı bir duruş sergilemesi, okulu mücadele alanına dönüştürmesi gerekir. Sınıfsal konumunun bilincinde olmayan, bunu kavrayamayan ve kendini sadece iktidarın işçisi olarak gören öğretmenlerin de, öğretmen örgütleri ve sendikalarınca ideolojik mücadele ve sendikal etkinlikler ile sınıfının farkına varması ve mücadele alanına çekilmesi sağlanmalıdır.

Türkiye de devlet, eğitim kurumlarındaki 20 milyonu aşan çocuk ve genci bir sömürü ve düzenin koruyucusu olarak görmekte, bu çocukların eğitimini ve eğitim programlarını denetiminde tutmaktadır. Eğitim yoluyla kendini yeniden üreten kapitalizm sömürü düzeninin devamını sağlama adına eğitimi kullanmaktadır, kendine alternatif güçlerin ortaya çıkmasını istememektedir. Ancak toplumsal bir mücadele ile bu çarklar kırılabilir.

Toplumu arkasına almayan, mücadelesine inandırmayan hiç bir güç başarılı olamaz. Bu nedenle halk için halkın desteğiyle demokratik, laik ve bilimsel eğitim için güçlü bir muhalefet yaratabiliriz.

                                                                                                          Tahsin DOĞAN

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir