Ekonomide teorilere değil somut analizlere eğilmek gerekir…
Teori, düşünceleri düzene sokmak için bir araçtır, o kadar. Toplumda her şeyi izah eden teoriler olamaz, ya da aşırı geneldir (“kaynaklarının ötesinde girişimler imparatorlukları sıkıntıya sokar” gibi şeyler örneğin). Bu nedenle teorilere, onlarda sihirli açıklamalar bulacağımızı sanarak değil, bize fikir verebilecek birer düşünce olarak bakmak gerekir.
Evet efendim. Ekonomi alimleri son 500 yıldır sürekli çalışıyorlar. Sizin için ne teoriler üretiyorlar. Aslında bunu Adam Smith öncesi ve sonrası diye yaklaşık eşit olan 250’şer yıla bölebiliriz. Kanımca mantıklı. Adam Smith ekonomik olayları doğru dürüst anlatmıştır ve onu okumadan ekonomist olmak mutlaka eksik olacaktır. Ayrıca Marx’ın Kapital’i kadar sıkıcı değildir. Bu Kapital’in hele bir ikinci cildi vardır ki, en hevesli adamı bile bozar, kıvrandırır, altı yüz seksen fincan kahve içirtir ve sonunda kaçırtır. Zaman makinesine binip geçmişe dönecek olsam, “bak ağabey, iyisin hoşsun da, bu kadar zorlamasan yani, ileride takipçilerin olacak, onlara acısan biraz” filan derim. “Sermaye yoğunlaştıkça kar oranı düşer. Bunu zaten herkes bilir. İlla öyle anlatacağım diye o kadar sıkmasana bizi Marx ağabey, bak siyasi yazıların ne güzel, ekonomiyi de öyle yaz.” Ama geçmişe gitseydim, orada kalmak zorunda kalırdım, çünkü o andan itibaren her şey başka şekilde cereyan etmeye başlar, ben de doğmayacağım için geriye, yani ileriye dönemezdim. Zamanda seyahatin sorunları çok. Başkası gelse, tekrar değişecek. Sonu yok. En iyisi oraya girmeyelim.
İşte, son 500 yılda milyonlarca ekonomist sabah akşam düşünüp neler buldu diye soracak olursanız, valla o kadar da fazla değil desem inanmazsınız. Tabii bu size kalmış. Teori anlamında, herkesin üzerinde anlaştığı teorileri seçecek olursak gerçekten azdır. Gerçi on binlerce teori vardır, 10 gigabaytlık bellek bile yetersiz kalır ama çoğu sadece birer zihin egzersizidir, iyi bir işe yaramaz. Öte yandan analiz olarak, tabii çok güzel incelemeler vardır. Eski ekonomik yapıları, kapitalizmin gelişmesini, sömürgeciliği, emperyalizmi, krizleri, uluslararası ekonomik sistemi ve bazı ülkelerin ekonomik gelişmelerini çok güzel anlatan çok sayıda iyi kitap bulunur. Faydalı ekonomik bilgi ve analizlerin bir kısmı da genel tarih ya da sosyal tarih incelemelerinde bulunur. Önerimiz “kafa bulandıran ve sadece belli hipotetik koşullarda geçerli olan soyut teorilerden uzak durun, analiz ve iyi anlatımları okuyun” şeklindedir. Tabii, o kadar kitap arasından bunları seçmek de kolay değil ama biraz azimle bulunur.
Bu arada, birilerinin teori olmadan gerçekliği anlayamayız dediğini duyar gibi oldum. Boş verin bunları, düzgün incelenirse bal gibi anlarız. Teoriler fizikçilere gerekir. Çekim gücü, manyetizma veya atomun yapısıyla ilgili teorileri olmadan hiçbir iş yapamazlar. Bunların her durumda olmasa da, en azından tekrarlanan belli durumlarda geçerli olması gerekir. Toplumda ise her durum özeldir, hiçbir tarihi dönemde koşullar aynı olmaz. Amma, birisi çıkar der ki, benim teorim şu ve şu özel koşullarda geçerlidir, o zaman duruma bakarız, o özel koşullar var mıdır acaba? Bu kadar hızlı değişen dünyada çok zor, söylemedi demeyin. Ekonomi bir teoriler ve modeller çöplüğüdür.
Herkesin üzerinde anlaşacağı ilk teori (daha doğrusu tespit) 16. yy’da ortaya atılan “Gresham Kanunu”dur. Kötü para iyi parayı kovar diye ifade edilir. Aslında şimdi elinize sopayı alıp ekonomistleri kovalamaya başlayabilirsiniz, çünkü o yüzyılda yaşayan herkes bunu bilirdi. Hükümdarlar sıkıştıkça sikkelerdeki gümüş miktarını azaltıp (yani daha fazla değersiz metalle karıştırıp) yeniden basarlardı. Ayrıca bazı sikkelerin kenarları da yontulmuş olurdu. Eline para geçenler önce kötü sikkeleri harcamaya çalışır, içinde daha çok gümüş olan değerli parayı saklardı. Herkes öyle yapar. İşte hiçbir ekonomistin karşı çıkmadığı ilk kural budur. Gerçi bu olguya 14. yy’da Nicholas Oresme’nin, daha sonra da Kopernik’in değindiği bilinir. Bir dönem Kopernik yasası da denilmiş. Yani çok orjinal sayılmaz. Hatta, antik Yunanda bile bu konuya dikkat çeken vardır. Yazar Aristophanes bundan 25 yy. önce “Kurbağalar” adlı oyununda bu olgudan söz etmiş. Demek o zaman da hükümdarlar gümüşe değersiz maden karıştırma işini yaygın bir şekilde uyguluyormuş. Sikkeden önce külçeler kullanılırken de yapıyorlardı muhakkak.
Genel mutabakatı kıstas alırsak, ekonomistler ortalama olarak her yüzyılda bir tane böyle kural veya teori çıkarabilmişlerdir. Yani ne kadar verimli sayılacaklarına siz karar verin artık. Gresham’dan sonra 18. yy’ın nihayetinde, Adam Smith’in “işbölümü verimliliği artırır” tespiti ekonomide kimsenin itiraz etmediği ikinci bilgidir. Yani ilk iki buçuk asırda iki sağlam tespit, akıllara seza. Ama durun, bir de mukayeseli avantaj var. Herkes en uygun şeyi üretsin. İngiltere’de kahve üretirsen çok pahalıya mal olur. En iyisi sen viski üret, kahveyi sömürgelerinden getir, Fransızlar da şarap üretsin. Bunları değiş tokuş ederseniz hepiniz daha kazançlı çıkarsınız. Ahanda! işte klasik iktisatçılar olan Smith ve Ricardo bunları insanlığın bilgi hazinesine katmışlar. Gerçi onlar söylemeden önce de zaten herkes öyle yapıyormuş da, onlar adını koymuşlar. (Tabii o yıllarda Fransa ve İngiltere pek sık harp ettiklerinden bu ticaret ikide bir kesilir ama kaçakçılık durmazmış.) Gene de ne yapıyorlarsa bilinçli yapsınlar efendim.
Üç asırda üç teoriyi böyle tamamladık. Araya bir tane daha sıkıştırsak, hesap bozulacak, varsa da biz görmezden gelelim. Yani teori çok da, biz itiraz edilmeyenleri seçiyoruz, ondan yani. Mesela sadece tarımın üretken olduğunu söyleyen fizyokratlar veya her malın kendi talebini yaratacağını söyleyen Say var ama bunlar üzerinde diğerleri kadar yaygın mutabakat yoktur.
Şimdi dördüncüsünü ve beşincisini de biliyorum. Düşünür gibi yapıp “Hmmm! bir bakiim” filan pozlarına hiç gerek yok.
Dördüncüsü Fisher’in para denklemi olsun. Piyasadaki para arttıkça fiyatlar artar. Mal başına daha çok para düşerse olacağı budur tabii. (Para miktarı x tedavül hızı = fiyat seviyesi x üretim miktarı). Buna fazla itiraz yoktur.
Pekala beşincisine ne koysam. Beş asırda beş teori için son seçimim kar oranlarındaki düşme eğilimidir. Marx buna işaret etmiştir. Pratikte de ne kadar doğrulandığını ileride krizleri tartışırken göreceğiz. Evet kesinlikle böyledir. Kar oranları düştükçe sermaye giderek riskli yatırımlar yapmaya başlar ve bu yatırımlar şişip patlayınca da krizler olur. Tabii krizlerin başka nedenleri de vardır ama en temel faktör budur.
– Hepsi bu kadar mı Hacivat?
– Karagözüm, iki gözüm hepsi bu.
– Başka yok mu diyorum , bu kadar alimler toplanmış, o kadar Nobel verilmiş?
– Valla olsa dükkan senin. Raflar teori dolu, beğendiğini al, tepe tepe kullan.
– Ben en kalın teoriyi şimdi kafana indiririm görürsün gününü.
– Eee! şeyyy! ama herkesin kabul ettiği, eee!
– Sen bana sabır ver ya rabbim!
– Bak Darülfunundan Narçın Bey gidiyor, ona soralım inanmadıysan.
– Tuzsuz Deli Bekir’e sorsak daha iyi olacak, düş önüme bakalım. Küüttttt
– Aman Karagözüm, nazariyat aşkına bu ne şedit tavırdır, git müsebbibine çat.
– Esebbib müsebbib anlamam, nazariyatı bu kadar küçümseyene hiç acımam. Küütttttt.
Mehmet Tanju Akad