Search
Close this search box.

Emperyalizm ve Gericiliğe Karşı Olmak Hiç “Cool” Değil

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

EMPERYALİZME VE GERİCİLİĞE KARŞI OLMAK HİÇ “COOL” DEĞİL

Ülkemizin toplumsal muhalefet hareketlerinde belirgin bir daralma/cemaatleşmenin süregeldiği, buna paralel olarak yaygın bir kafa karışıklığının yaşandığı zor bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte siyasal önderlik boşluğunun belirgin biçimde kendini hissettirdiğinden, dahası mevcut boşluğun verili konjonktüre politik müdahale imkânını bütünüyle ortadan kaldırdığından söz etmek mümkündür. Halk ile siyasal olma iddiası taşıyan “sol-sosyalist” yapıların bağlantısının açıkça koptuğu, bilhassa Haziran Direnişi’nden beri, nereye bakacağını bilen gözler için ayan beyan ortadadır. Demokrasi ve özgürlükler adına her türden gericiliğin, yozlaşmanın, sahtekârlığın utanmazca savunulduğu, emekten ve aydınlanmadan yana tavır almanın cesaret gerektirdiği, ülkemizin belki de en karanlık günlerini yaşadığımızı söylemek abartı olmayacaktır. Bu zor dönemde ayakta kalmak için gösterilen her nitelikli çaba saygıdeğer bir tavır olarak tarihteki yerini alacaktır. Bu nedenle, bu ülkede yaşayan bir yurttaş olarak bu yolda emek ve çabasını esirgemeyen her özneye şükran borçluyuz. Hiç kuşku yok ki tarihin meşruiyet zemini üzerinde hareket eden hiçbir çaba karşılıksız kalmaz. Siyasal düşünce tarihi, aynı zamanda egemen güç ilişkilerine meydan okumanın tarihidir. Başka türlü olsaydı, günümüzde yapmak istedikleri gibi, insanın toplumsal var oluşundan söz edemezdik. Şüphesiz Sokrates’ten günümüze gerçeği haykıran her ses, kendisine sonsuzlukta binlerce yankıyla karşılık almıştır. Zira hakikati savunmanın ve erdemli var oluşun temel koşulu egemen güç ilişkilerinin yarattığı eşitsiz toplumsal ilişkileri sorgulamaktan geçer.

Egemen güç ilişkilerini kullanarak kendilerine toplumda yer edinmeye çalışanlar, her türden iktidar odaklarıyla kurdukları çarpık ve faydacı-asalak ilişkilerin bir gereği olarak, ülkemizdeki gerçek çelişkilerin türlü yöntemlerle üstünün örtülmesine katkıda bulundular. Gerçek çelişkilerin yerine yapay-çarpıtılmış ideolojik biçimlerin ikame edilmesinden çıkar umdular ve bunda kendilerince haklılar. Zira çelişkilerin üzerinde yükseldiği nesnel ilişkiler demetinin açıkça gözler önüne serilmesi, sahte kahramanların altındaki halıyı çekip alır. Ülkemizin tarihsel ve toplumsal koşullarının genel çerçevesini çizmeye dönük her türden çabanın boşa çıkarılarak kolektif mücadelenin imkânsızlaştırıldığı uzun süreli bir ideolojik bunalım döneminin somut temeli böyle yaratıldı. Bu ideolojik bunalım, bütün yakıcı sonuçlarıyla birlikte emperyalizmin ilahlarının Ortadoğu coğrafyasını kan ve ateşle imtihan ettiği bir tarihsel dönemde gerçekleşiyor. Ülkemizde ve geri bıraktırılmış ülkelerde üretilen değerin, talan edilen kaynakların yarattığı servet, güç ve imkânlar, demek ki ancak politik mücadelenin doğru bir çizgide ilerletilmesinin imkansızlaştırılmasıyla metropol ülkelere sorunsuz biçimde transfer edilebiliyor. Bu basit ve yalın gerçeğin gözler önüne serilememesi, yaşadığımız sorunların bu perspektifle ele alınarak kalıcı biçimde çözülememesi için, kökü derinlerde olan tarihsel çarpıklıkları hortlattılar. Aslında bu çarpıklıklar da bizatihi emperyalizmin eşitsiz gelişmesinden, geri bıraktırılmış ülkelerdeki uluslaşma süreçlerinin çarpıtılmasından sirayet eden düzensizliklerle karmaşık biçimler almış bulunmaktaydı.

Emperyalizmin en büyük başarısı, çatışmanın kaynağındaki bir güç merkezi olarak kendisinden söz ettirmemesidir. Bunun başlı başına ne kadar büyük bir başarı olduğu ilk bakışta gözlerden kaçıyor. Ancak, sorunun temeline indiğimizde, kendisine karşı konulamayan bu merkezî iktidar gücünün her yerde ama/aynı zamanda (ve belki de tam da bu nedenle) hiçbir yerde olmaması, onun ideolojik kapasitesinin gelişkinliği hakkında genel bir fikir verebilir. Kendisi hiçbir yerde olmayan ama her yerde olan bu sofistike örgütlenmiş ideolojinin merkezî yapısı, aynı zamanda emperyalist iktidarına karşı koyabilecek bütün potansiyel güç odaklarını saptıyor, bunları baskı altına alıyor, zamanla parçalayıp dağıtıyor. Bu bakımdan emperyalist güçlerin, onun alternatifi olma iddiası taşıyan sözde muhalif güçlerin toplamından daha öngörülü ve yaratıcı olduğunu kabul etmek gerekir. Savaşın kadim “kendini koru, düşmanı yok et” ve “düşmanı yok etmek için onu parçala” ilkeleri, türlü araçlarla emperyalizmin aktif kullanımındadır. Bugün, emperyalizmin bölgesel politikalarına stratejik planda hizmet edenler, kendilerine çizilmiş bir alanda istedikleri kadar “muhalif” olabilirler. Artık görüntünün fazla önemi yok, kadim sözde denildiği gibi, “içerik biçimi aşıyor” ne de olsa…  Emperyalizme karşı mevcut politik konjonktürde “son çözümde” en büyük direnci ortaya koyanlar, şu ana kadar, ne ilginçtir ki, “ben muhalifim” diye ortalığı kasıp kavurmayan, ama iktidardan bütünüyle ayıklanan laik-demokrat kesim oldu. İbretlik bir ders, öyle değil mi? Hangi kesimlerin asıl olarak “hedef alındığı,” hangi kesimlerin siyasal alana dâhil edilmeye çalışıldığı, iktidar ilişkilerinin neye göre şekillendiğine şöyle bir bakmak bile, sonuç çıkarmak isteyenler için ön açıcı olabilir.

Zihinleri teslim aldılar. Hegemonyanın dayatılabilmesinin elbette vazgeçilmez yapısal kerteleri vardır. Bu yapısal kerteler olmaksızın kitleler üzerinde süreklileştirilmiş bir iktidar tesis edilemez. Ancak, belirli bir kesimin çıkarlarına uygun yapılanma tarzının bütün toplumun çıkarı olarak kitlelere önerilebilmesi, ancak onların göreli oranda rızasını almakla, direniş reflekslerinin tedrici olarak kırılması ve alternatif projelerin bütünlüklü perspektifinin dağıtılmasıyla olur. Emperyalizmin kitleler üzerinde hegemonyasını dayatabilmesinin temel koşulu, maddi gücünü ideolojik düzlemde yeniden üreterek kendini yegâne geçerli sistem, dışarıda kalan türlü etmenleri, düşünceleri ve alternatifleri de gerçekleşmesi imkânsız, yapay, başarısızlığa mahkum projeler olarak nitelendirecek siyasal kapasiteye sahip olmasıdır. Bir başka ifadeyle, emperyalizm ütopyaya, tarihsel ve toplumsal kurtuluş düşüncesine savaş açmıştır. Bu çok açıktır. Günümüzde solculuğu liberalizm sanan tuhaf bir entelektüel zümre türedi, farkında değil misiniz? İşte bu kesimler, mevcut güç ilişkileri açısından bakıldığında, kelimenin tam anlamıyla emperyalizmin aydınıdır. Düzenin çizdiği sınırların dışına taşmadan, mevcut sistemin bütününden kaynaklanan yapısal arazları sorgulamadan, konjonktüre yamanarak çözüm arıyorlar ya da buldukları her şeyi “çözüm” sanıyorlar. Eğer meseleye vukufunuz yoksa bu arkadaşların “özgüvenlerine” hayran olmanız işten bile değildir. Ne büyük zaaf, işte sistemin ideolojik hegemonyasının ulaştığı gücün hayranlık uyandırıcı veçhesi burada ortaya çıkıyor! Muhalif olduklarını sananların egemen değer yargılarının en büyük taşıyıcısı ve yeniden üreticisi olduklarını görmemeleri: insanın tüylerini diken diken eden bir körlük! Tarihin bundan büyük bir başka ironisi var mıdır, bilmiyorum. Belki yaşadığımız sürecin ayırt edici niteliklerinden biri budur. Bütün kurtuluş çarelerini mevcut emperyalist-kapitalist sistem içerisinde aramak: Ne büyük zavallılık!

Aklına gem vurulmamış, gözleri ışığa kapanmamış her insanın düşünmesi için ona sorular sormak, sorulardan korkmamak, yanıtları birlikte aramak. Bu işi yapan herkese saygımız sonsuz. Yeter ki alternatifleri arayacak kadar geniş denizlere açılmaktan korkmayalım. Sorulardan, sorunlardan kaçmayalım. Yapaylıkları, onları sahiplenenlerin yüzüne vuracak kadar cesaretimiz olsun.

Evet, günümüzde emperyalizme ve gericiliğe karşı olmak hiç de “cool” değil, ama derdimiz cool olmak değil, insan olmak!

Onur Aydemir

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir