Bütün yıpranmışlığına rağmen emperyalizmin hala en önemli ülkesi olan ABD’nin başkanlığına Biden’ın seçilmesi bu sistemi içinde bulunduğu ekonomik bunalımdan çıkarabilecek mi? Tüccar zihniyetli Trump’ın yerine Amerikan devletinin adamı Biden’ın gelmesi dünyayı yeniden tek kutuplu hale getirebilecek mi? Dünya tarihinin gelişme eğilimi ve emperyalizmin temel özellikleri göz önüne alınca bu sorulara olumlu cevap verilemez. Temelde emperyalizmin asalaklığından, yayılmacılığından, sömürücülüğünden ve bu sistemin iç çelişkilerinin sürekliliğinden kaynaklanan bu bunalım, giderek daha da derinleşecek ve toplumsal memnuniyetsizliğin büyümesine yol açacaktır. Dünyanın tarihsel akışı da emperyalizmin gelişmesi yönünde değil gerilemesi, çöküşe doğru gitmesi yönündedir. Her gün dünyanın bir köşesinde patlak veren toplumsal olaylar, ezilen milletlerin itirazları, Latin Amerika ülkelerindeki ilerici-devrimci gelişmeler, Çin’in ekonomi alanında ABD’yi aşmaya başlaması, Vietnam ve diğer devrimci ülkelerin özellikle ekonomide gösterdiği başarılar, emperyalist ülkeler arasındaki çelişkiler ABD emperyalizminin dünyayı hegemonyası altına almasını engelleyen en önemli unsurlardır. Sonuçta Biden’ın ABD’yi tarihin akışı karşısında geriye düşmekten kurtaramayacak olması emperyalizmin yeni sömürü modelleri arayışında bulunmayacağı anlamına gelmiyor.
Emperyalist kapitalizmin genel bunalımı 2008’de derinleşmeye başladı. Sistem, bu bunalımı atlatamadan (tam olarak atlatması mümkün de değildi), 2020’de patlak veren pandeminin de etkisiyle krizi çok daha yoğun biçimde yaşamaktadır. Bu dönemle birlikte kapitalist ülkeler, içine girdikleri ekonomik bunalımın yükünü ülkelerinin emekçilerine ve hegemonyaları altında tuttukları ezilen dünya halklarına yükleyerek sistemlerini ayakta tutmaya çalıştılar, çalıyorlar. Ama artık uluslararası finans kuruluşları bile emperyalizmin izlenen bu ekonomi politikalarıyla bunalımdan kurtulmasının pek de mümkün görünmediğinin farkındalar. Ama tam bir çare olmasa da kapitalizmin bu bunalımdan kurtulmak için Keynesciliğe, piyasaya devlet müdahalesini zorlayacak bir yola girebileceği de tartışılıyor. Kamuculuğa yol açacak bu gelişmeden sonuçta tekellerin memnun kalacağı söylenemez.
Bizim gibi emperyalizme yarı bağımlı ülkeler için Keynesyen ekonomi mi, liberal ve son on yıllarda uygulandığı şekliyle neo-liberal ekonomi mi daha az zararlıdır, sorusuna verilecek cevap bellidir. Kötülerin kötüsünün neo-liberal ekonomi politikası olduğunu son on yıllarda yaşayarak öğrendik. Neo-liberal ekonomi politikasının uygulanmasıyla emperyalist sermayenin, uzantılarının ve bir avuç iktidar yandaşı sermayedarın ülkeyi soyup soğana çevirdiklerine, halkın ise sürekli yoksullaştığına, işsiz kaldığına, açlık çektiğine tanık olduk, bu berbat süreci hep birlikte yaşadık. Emperyalizmin tahakkümü altındaki neo-liberal ekonomi politikalarının uygulandığı ülkelerde demokrasi karşıtı, gerici yönetim biçiminin yaşandığı ülkelerin en önünde yer alanlardan biri de Türkiye oldu. Neo-liberal politikaları dinci ideoloji sosuna bulayarak uygulatmak için iktidara getirilen AKP, ülkeyi yaptığı anayasa değişiklikleriyle, yargıyı tahrip ederek, demagojik-popülist politik oyunlarla-baskılarla, kısmi demokrasiden – tek adam yönetimine, cumhuriyetten – teokrasiye, laiklikten – Ortaçağ düzenine sürükledi. AKP iktidarları ülkeyi karanlığa ve yoksullaşmaya götüren bu işbirlikçi-gerici politikaları yıllar içinde oluşturulan tarikatçı ve cemaatçi topluluklara dayanarak uygulamaya soktuğu için bunlar, çok daha yıkıcı, halkı birbirine karşı düşmanlaştırıcı oldu ve ülkenin en ücra köşelerine kadar sirayet etmesine yol açtı. Cumhuriyetin ekonomik gücü neo-liberalizmin dayattığı özelleştirmelerle yok edildiği için devlet dinci güçler ve yandaş sermaye tarafından kolaylıkla ele geçirildi. Bu dönemde ülke ekonomisi üretimden koparıldı, borç batağı içine sokuldu, borcu borçla ödeyebilmek için dünyanın en yüksek faiziyle borçlanan ülkesi haline getirildi.
Günümüzde dünyadaki tek adam yönetimleri, sağ popülist-faşist yönetimler emperyalizmin bu neo-liberal politikasının eseridir. Eğer dünya neo-liberal politikalardan uzaklaşıp özel sektörün yanı sıra devlet ve kamu sektörünün de söz sahibi olduğu Keynesyen ekonomiye (karma ekonomiye) yönelirse, bu koşullarda devlet yatırımları ve dolayısıyla ekonomide kamunun ağırlığı artacağı için işsizlik azalmaya, gerçek üretim büyümeye başlar. Ekonomik alandaki bu gelişme siyaseti demokratikleşme, yargıyı da bağımsızlaşma yönünde etkiler. Sendikalar büyür, kitle örgütleri gelişir… Sonuçta tek adam yönetiminin yerini kısmi de olsa demokratik, hukuka dayanan bir yönetim almaya başlar. Bu gelişme elbette ki devrimcilerin yeterli göreceği toplumsal bir gelişme değildir ama ilerici-laik bir düzenin kurulması anlamında önemlidir ve bu yöndeki adımlara hiçbir ilerici-devrimcinin ilgisiz kalmaya hakkı yoktur. Çünkü ülkeye Ortaçağ zihniyetinin egemen olmasını sağlayan neo-liberal politikaların def edilmesini istemek günümüzde uygarlık için gerekli bir ön koşuldur.
18 yıldır neo-liberalizmi uygulayan Erdoğan “Ekonomi, hukuk ve demokraside bir seferberlik başlatıyoruz” ve batırdıkları ekonomide “ yeni bir şahlanış döneminin kapılarını açıyoruz” diyerek dünyadaki bu muhtemel gelişmeye uyum sağlamakta ne kadar esnek olabileceğini ortaya koymaktadır. Öte yandan politikadaki bu kıvraklıkla 18 yıldır yaptıklarının yanlış olduğunu da itiraf etmiş oluyor.
Erdoğan’ın bu seferberliğinin gerçekte hiçbir karşılığının olmadığını, dünyadaki gelişmelere göre manevra yapmaya çalıştığını, dava’larının peşinden gideceklerini açıklamasıyla bir kez daha ortaya koydu. Onların davalarının ne olduğunu bilmeyen mi kaldı? Onların uygar dünyanın demokrasisini, hukukunu değil, teokratik düzeni istediklerini dünya alem biliyor. Bu nedenle AKP iktidarının sistemde iyileştirmeler yapacağını düşünmek saflık bile sayılmaz…
Bir avuç yandaşı ultra zenginleştiren, halkı daha da fakirleştiren Erdoğan rejimi dış politikada ülkeyi yalnızlaştırarak, düşmanı çoğaltarak ülke yönetimindeki başarısızlığını her alanda perçinledi, memleketi çöküşe sürükledi. ABD’de Trump’ın yerine Biden’ın geçmesi bu gerçeği değiştirmeyecek, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Suriye sorunları daha kolay çözülmeyecektir.
Ülkeyi içine sürükledikleri ekonomik, siyasi ve hukuki buhrandan çıkarabilmek için öncelikle emperyalizme bağımlılıktan, neo-liberal politikaların ve dinci ideolojinin etkisinden kurtulmamız gerekiyor. Planlı üretimi hayata geçirecek kamucu bir ekonomi politikasını, bilimsel eğitimi, toplumsal yaşamda laikliği benimseyerek ancak ilerici-devrimci bir yola girmek mümkün olabilir. Bunu başaracak olan şu veya bu emperyal güç, ortakları tekelci sermaye çevreleri ve Ortaçağcı iktidar değil Türkiye’nin emekçileri, aydınları ve ezilen halk kitleleridir.