Felsefe Tarihine Nasıl Yaklaşıyorum?- Mehmet Uysal

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Önce, “Nasıl yaklaşmıyorum?”u cevaplandırayım.

Bir felsefe tarihi kitabını açtığınızda, çoğu zaman, bir düşünürler ve düşünce akımları kronolojisi bulursunuz. Bu yaygın yaklaşımdan farklı olarak;  felsefe tarihine, kronolojik olarak dizilmiş bir düşünürler/düşünceler, düşünce akımları zinciri olarak yaklaşmıyorum.

Öyleyse nasıl yaklaşıyorum?

Felsefe tarihine “sistematik” ya da “yapısal” yaklaşarak, düşünürlere değil, “sisteme” odaklanıyorum. Sistem dediğim şeyi, toplumsal düşünme faaliyetleri olarak görürüz. Felsefe tarihini ele almada sisteme vurgu yapmamın nedeni, düşünme faaliyetinin düşünürlerin yaşamları ile sınırlı olmayıp; düşünürlerin gelip, düşünürlerin geçmesine karşılık, düşünme faaliyetinin düşünürlerin yaşamından bağımsız olarak süregelip süregitmesidir. Bu çerçevede, düşünürlerin düşüncelerinin, sistemin somut görünümleri olduğunu düşünerek, bu görünümün altındaki sistemi arıyorum. Sistemi “toplumsal akıl” olarak adlandırıyorum. Toplumsal akıl, dil ile birbirine bağlanmış olan bireysel akıllar arasındaki ilişki ve etkileşimler sistemidir. Ben toplumsal akılın nasıl yapılanıp, nasıl hareket edip, nasıl değiştiğini arıyorum. Bu arayışta odaklandığım yer; düşünürlerin düşünceleri kadar, hatta ondan daha ziyade, düşünürler arasındaki; karşılıklı kuşkular olarak beliren temas alanları, tıbbi tabirle “sinapslar”dır.

Felsefe tarihinde pek çok sinaps vardır.  Bunlardan ikisini örnek olarak vereceğim. İlk örneğim, Platon ile Aristoteles arasındaki sinapstır. İkinci örneğim de Saussure (Sasür) ve Derrida arasındaki sinapstır.

Aristoteles’i anlamak için Platon’u anlamak gerekir. Çünkü Aristoteles’in göreceli bağlamı Platon’dur.

Platon der ki: “Her şeyin en mükemmel örneğinin bulunduğu bir ‘idealar evreni’, bir de ideaların yansıması, gölgesi ya da taklidi olan ‘nesneler evreni’ vardır. Hakikat idealardır, bu nedenle olduğu için doğru bilgi de ideaların bilgisidir. Nesnelerin bilgisi duyular ile, ideaların bilgisi salt akılla elde edilir. Nesnelerin bilgisi duyular ile elde edildiği, nesneler de ideaların taklidi olduğu için, duyu bilgileri doğru, bu nedenle güvenilir değildir. İdealar hakikat olduğu, ideaların bilgisi salt akılla elde edildiği için, salt akıl bilgileri doğru, bu nedenle güvenilir bilgilerdir.

Platon’un öğrencisi Aristoteles hocasından kuşkulanarak der ki: İdealar ve nesneler evreni birbirinden ayrı değil, iç içedir. Örneğin bir kovanın maddesi ile onun şeklini (form) birbirinden ayıramayız. Ben ideaları ‘form’, nesneleri ‘madde’ olarak adlandırıyorum. Form bir şey yapabilme olanağı, madde de bir şey olabilme olanağıdır. Her varlık form kazanmış maddeden oluşur. Varlığın bileşenlerinden olan formu salt akılla, maddeyi de duyular ile biliriz. Bu nedenle doğru bilgi salt aklın ve duyuların birlikte hareketi ile elde edilir.

Platon’u anlamak için de geriye doğru, hocası Sokrates’e, Sokrates üzerinden sofistlere, oradan da Doğa Filozoflarına doğru gitmek gerekir.

Diğer sinaps örneğime gelince: Derrida’yı anlamak için Saussure’ü anlamak gerekir. Çünkü Derrida’nın göreceli bağlamı Saussure’dür.

Saussüre der ki: “Ses imgelerinin kendi başlarına pozitif bir özelliği yoktur. Bu nedenle, dilde anlamı ortaya çıkaran, ses imgelerinin kendileri değil, aralarındaki ayrılıklardır. Örneğin ‘taş’ sesi tek başına anlamlı değildir, onu anlam taşıyıcısı haline getiren şey, ‘kaş’, ‘baş’, ‘taç’ vs. seslerden ayrılığıdır. Ayrılıklar içinde, her bir ses imgesi de ‘diğerleri ne değilse, o’ olmak suretiyle, gösterdiği kavrama özdeş olur. Bundan dolayı dil bir ‘ayrılıklar ve özdeşlikler sistemi’dir.“

Derrida Saussure’den kuşkulanarak der ki: Dilin bir ayrılıklar sistemi olmasında Saussure ile hemfikirim, ancak özdeşlikler sistemi fikrini doğru bulmuyorum. Çünkü ayrılıklar içinde, ses imgeleri birbirlerine tutunarak var olurlar. Bu durumda, birisinin anlamı diğerine, diğerinin anlamı da öbürüne bağlıdır. Bu nedenle, anlamın oluşması, sonsuz bir ayrılıklar zinciri ve döngüsü içinde sürekli ertelenir. Bu nedenle bir anlam asla oluşamaz. Bu duruma “differance (ayıram)” diyorum. (defferal-erteleme ve difference-ayrılık bileşimi).

 

Kuşkusuz; Saussure’ü de anlamak için, kendisinden önceki modernist dil anlayışını anlamak; modernist dil anlayışını anlamak için de metafizik dil anlayışını anlamak gerekir.

Yukarıda da dediğim gibi, felsefe tarihinde Platon- Aristoteles, Saussure-Derrida benzeri pek çok sinaps vardır. Bu sinapslar, düşünürlerin, birbirlerinin düşüncelerinden “kuşku” duymalarıyla oluşur. Düşünürlerin birbirlerini açıp aşması suretiyle, felsefeyi çağlar boyunca hareket ettiren de kuşku ile oluşan sinapslardır.

Verdiğim iki sinaps örneğinden de görüldüğü üzere; felsefe tarihini anlamanın yolu, düşünürleri ve düşünceleri tek tek okuyup öğrenmekten ziyade, her bir düşünürün hangi düşünür üzerine söz söylediğini, düşünürler arasındaki göreceli bağlamları ya da “sinapsları” anlamaktan geçer. Felsefe tarihine filozofların birbirlerinden kuşkulanarak temas ettikleri noktalara, yani sinapslara odaklanıp incelediğinizde, “toplumsal akıl” denilen, hareket halinde, doğup büyüyen, derinleşen karmaşıklaşan bir sistem görürsünüz. Aksi halde, yani sadece münferit düşünürlere odaklanırsanız, felsefe tarihini anlamış birisi değil, “Platon şunu demiş, Kant bunu demiş” diyen bir “bilgili kişi” olursunuz.

 

Son söz: Felsefe tarihinin sinapslarına dikkat…

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir