Gericiliğe hiçbir koşulda destek verilmez, mücadele edilir…-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

AKP iktidarının tepesindekiler, ne zaman sıkışsalar adını tarih kitaplarından silmek istedikleri Mustafa Kemal’i ve kavramsal olarak bile karşı oldukları Cumhuriyeti kalkan olarak kullanmaya kalkışırlar. 15 Temmuz darbe kalkışmasında Atatürk’ün posterlerini AKP binalarına asan bu muhterisler ilk fırsatta Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyeti kötülemekten, yobaz saldırganları tahrik etmekten geri durmadılar. Geçtiğimiz haftalarda ABD’nin çekilmesiyle Afganistan’ı ele geçiren Taliban gericiliğiyle ilişkilerini geliştirebilmek için Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki TBMM Hükümetinin, Emanullah Han yönetimindeki Afganistan ile 1921’de imzaladığı antlaşmayı kullanmaya kalkıştılar. Özü bilim ve akılcılık karşıtı, emperyalizmle işbirliğine dayanan dinci ideolojilerinin devlete daha fazla egemen olmasını sağlamak ve gerici politikalarını yürütebilmek için sürekli bukalemun gibi renkten renge giren siyaset tarzlarını bu konuda da izlemekteler.

Her şeyden önce 1920’lerin Dünya, Türkiye ve Afganistan koşulları günümüz koşullarından çok farklıydı. Her dönemin ekonomik-siyasal gelişmelerini, toplumsal ilişkilerini ve bunlara göre üretilen politikaları kendi koşulları ve ortamı içinde değerlendirmek gerekir.

1 Mart 1921’de yapılan bu Antlaşma, Sovyet Rusya’dan para, malzeme yardımı almak ve siyasi destek sağlamak üzere Moskova’ya giden TBMM Hükümeti heyetiyle Afgan heyeti arasında imzalandı. 1919’da İngiliz emperyalizminin egemenliğinden kurtulan Afganistan da Sovyet Rusya’dan yardım ve destek sağlamak için bu ülkeye bir heyet göndermişti. Bu Afgan heyetiyle Ankara’dan giden Türk heyeti arasında imzalanan antlaşmanın temel özellikleri, anti-emperyalist bir karakter taşıması, ittifak bağı kurması ve dayanışma yükümlülüğü oluşturmasıdır.

Hiçbir dış gücün etkisi ve baskısının söz konusu olmadığı Antlaşmanın 4’üncü maddesi bu özelliklerin kanıtıdır.

“Bağıtlı taraflardan biri, Doğuyu istila, ya da sömürge yapma siyasetini izleyen her hangi bir emperyalist Devlet tarafından ötekine yapılacak saldırıyı bizzat kendine yapılmış sayarak, elindeki araçlar ve olanaklarıyla, onu püskürtmeyi kabul eder.” (İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, I. C. , s.26, TTK, 2000)

Söz konusu Antlaşmayla Ankara Hükümeti Afganistan’ın bağımsızlığını açıkça kabul ederken, Afganistan da TBMM Hükümetini “Türkiye Devleti” olarak tanımaktadır.

Madde 1- Çok şükür bağımsız bir yaşam sürdüren Türkiye Devleti, içtenlikle ve gönülden bağlar ile bağlı bulunduğu Yüce Afganistan Devletini gerçek anlamıyla bağımsız tanımayı bir görev bilir.” (Age, s.25)

Türkiye’nin 1920’de ilk elçisini gönderdiği Afganistan, bu Antlaşmayla İstanbul’daki Padişah ve Halifenin Hükümetini değil Ankara’daki TBMM’nin Hükümetini muhatap almakta ve tanımaktadır.

Bu Antlaşmanın Giriş bölümü ve ikinci maddesi ile tarihte ilk kez Doğu milletlerinin uyanışından, emperyalizmden kurtuluşundan, bağımsızlığından ve özgürlüğünden söz edilmektedir.

1 Mart 1921’de imzalanan bu Antlaşmanın 8’inci maddesiyle Talibancıların cepheden karşı oldukları aydınlanmacılığın ve akılcılığın ilk adımları Afganistan’da atılmaya başlanıyordu. Bu maddeyle TBMM Hükümeti ilk kez bir Doğu ülkesine kültür ve eğitim alanında yardım yapmayı kabullenmektedir. Bu madde doğrultusunda Ankara Hükümeti Afganistan’a öğretmen ve subay gönderdi, bu destek uzun yıllar devam etti.

Emanullah Han, 1921 Türkiye Anayasasını örnek alarak bir anayasa hazırlattı, 1923’de yürürlüğe giren bu anayasa ile birlikte yenilikçi hareketlere girişti. Ancak bu girişim aşiret reisleri, toprak ağaları ve mollaları rahatsız etti. 1928’de aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkeleri ziyaretinden sonra başlattığı yasama ve kadın haklarıyla ilgili yenileşme hareketlerine karşı çıkan bu Ortaçağ kalıntısı kesimler tarafından Emanullah Han yönetimi devrildi ama krallık 1973’e kadar devam etti.

1973’te Muhammed Zahir Şah‘ın tahttan indirilip cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra 1978’de ikinci bir ihtilal gerçekleşti ve Afganistan sosyalist bir devlet olarak ilan edildi. Bu gelişmeden yaklaşık iki yıl sonra dinci-etnikçi isyancılara karşı Sovyetler Birliği Afganistan’a müdahale etti. Bu arada ABD emperyalizminin organize ettiği, desteklediği mücahitlerle Sovyet güçleri arasındaki mücadele, SSCB’ni ekonomik ve askeri olarak sıkıştırdı ve dağılmasında etkili oldu. 1996 yılında iktidar, 5 yıl boyunca dinci-totaliter bir rejimle ülkeyi yönetecek olan İslami köktendinci Taliban tarafından ele geçirildi. 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezine ve Pentagon’a yapılan saldırıyı bahane eden ABD, Afganistan’ı işgal etti ve besleyip büyüttüğü Taliban yönetimine son verdi. Taliban yönetimi sonlandırılsa da ülkenin önemli bir bölümü hala bu örgüt tarafından kontrol edilmekteydi. ABD etkisi altındaki hükümet ve NATO güçlerinin Taliban ile savaşları yirmi yıl sürdü ve nihayet 2021’de bu şeriatçı örgütün başarısıyla sonuçlandı.

***

Yüz yıl önce yapılan Antlaşmada Türkiye’nin muhatabı Afganistan ile günümüzde AKP iktidarının tanımaya istekli olduğu Taliban ve yönetim anlayışları arasında hiçbir yakınlık yoktur. Tam aksine Taliban, aydınlanma, akılcılık ve bilim düşmanı, kadını cariye olarak gören, Ortaçağ kalıntısı, her bakımdan gerici-dinci-çağdışı bir örgüttür, yurtseverlik ve ulusal bağımsızlık üzerine oturan anti-emperyalist bir kuruluş değildir. IŞİD, El-Kaide gibi cihatçı, ümmetçi örgütlerden biridir ve onlar gibi ABD emperyalizmi tarafından kurdurulup ilericiliğe, akılcılığa ve sosyalizme karşı savaştırılmıştır. Gelişmeler bu şeriatçı örgütle emperyalizmi karşı karşıya getirmişse, bu durum devrimcilerin Taliban gericiliğini destekleyeceği anlamına gelmez. Çünkü devrimciler gerici sınıf ve örgütlerin emperyalizme karşı verdikleri savaşları desteklemezler. Bu konuyla ilgili Lenin’in tavrı da çok açıktır. Lenin, P. Kiyevski adıyla yazan Pyatakov’un görüşlerine karşı yazdığı “Marksizmin bir karikatürü ve emperyalist ‘ekonomizm’ üzerine” başlıklı makalesinde bu soruna açıklık getirir. Emperyalizme karşı yürütülen “ulusal ayaklanmanın bastırılmasına ‘aktif biçimde karşı çıkmalı’yız” görüşünü gerici sınıfların emperyalist güçlere karşı hareketlerini de kapsayacak biçimde genelleştiren Pyatakov’a (Buharin’in fikirdaşı) karşı şöyle der:

“Fakat P. Kiyevski’nin bu gerekçesi yanlıştır. Emperyalizm aynı kapitalizm gibi bizim ‘can düşmanımız’dır. Bu böyle. Fakat hiçbir Marksist, feodalizme kıyasla kapitalizmin ve hakeza tekel öncesi kapitalizme kıyasla emperyalizmin ilerici olduğunu unutmayacaktır. Yani bu demektir ki, biz emperyalizme karşı her savaşı destekleme hakkına sahip değiliz. Emperyalizme karşı gerici sınıfların savaşını desteklemeyeceğiz, gerici sınıfların emperyalizme ve kapitalizme karşı ayaklanmalarını desteklemeyeceğiz.” (Lenin, Seçme Eserler, C:5, s.338, İnter Y. 1995)

Birincisi, gerici sınıfların, Peştun aşiretlerinin ve mollaların örgütü Taliban’ın bu ülkede Şeriat düzeni kurmak için yürüttüğü savaşı, emperyalizme karşı olduğu bahanesiyle desteklemek Marksizme uygun bir tavır değildir. İkincisi ise bu gericilerin hareketini, aydınlanmacı, bilimci, cumhuriyetçi, laik Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde emperyalizme karşı verilen Milli Kurtuluş Savaşına ve Vietnam halkının ABD emperyalizmine karşı sosyalist ideoloji ve Vietnam Komünist Partisi önderliğinde verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşına benzetmek abesle iştigaldir. Mustafa Kemal ve Ho Chi Minh’in mücadele örgütleri Taliban gibi işgalci emperyalist güçlerin eseri değildir, halk tarafından inşa edildiler ve siyasallaştırılmış dini değil aklın ve bilimin yol göstericiliğini esas aldılar.

Ortaçağcı bir ideolojiyi temel alan, Afganistan’ı kültüründen, siyasetine ve ekonomisine kadar her alanda geriye götürecek bir örgütün emperyalist güçlerle mücadelesinden ilerici, aydınlanmacı, demokrat bir yönetimin ortaya çıkmayacağı çok açık. Bir tarafta siyasal dinci gericilik, diğer tarafta emperyalist-kapitalist gericilik buradan ilerici bir siyasal yönetim, sistem çıkmaz. Bunların ikisine de karşı çıkarak, ilerici-demokrat-laik-devrimci bir mücadelenin oluşmasını savunmak gerekir.

***

Diğer yandan AKP’nin tek adamı Erdoğan, “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Daha iyi anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum” sözleri ile genelde izlediği politikaların temelinde ortaçağcı ümmetçiliğin yattığını bir kez daha vurguladı. Erdoğan “İlgili kurumlarımız bir süredir Taliban’la irtibat halindeydiler. Biz de Taliban yöneticilerini kabul edebileceğimizi daha önce ifade etmiştik. Afgan halkının huzuru, ülkemizin çıkarlarının korunması noktasında her türlü işbirliğine hazırız. Taliban yöneticilerinin itidalli ve ılımlı açıklamaları memnuniyetle karşılıyoruz.” ifadeleriyle de bu gerici – dinci örgütle birlikte yürüyebileceğini ve bu kadın-insan hakları ve demokrasi düşmanı örgütün yönetimini tanıyabileceğini açıkladı. Bu gerici politikayı Mustafa Kemal’in Afganistan siyasetine benzeterek yürütmeye kalkışmak, gerçekleri çarpıtmak ve halkı kandırmaya çalışmaktır.

Bütün bu açıklamalarına karşın Afganistan’da kalmasını istedikleri TSK güçlerini geri çekmek zorunda kalmaları sonuçta ülkemiz açısından olumlu bir gelişmedir. Ancak Batılı emperyalist güçlerin AKP iktidarının Taliban’ı tanıması yönünde yapacakları teşviklerin de etkisiyle (finansı iyi yönetiyorlar ya!) bu gerici örgütün Afganistan’daki Şeriatçı yönetimini tanımak ülkemiz için olumsuz bir gelişme olacaktır. Bu tanıma hareketi Türkiye’de laikliğe son vermek için çabalayan dinci çevreleri memnun edecektir, ancak başta kadınlar olmak üzere ülkemizin ilerici-demokrat-laik kesimleri bu davranışa karşı çıkacaklardır.

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir