Bu makale, Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan “Protestodan Direnişe” (Çeviren: Levent Konca, 2012) adlı derlemeden alınmıştır.
İsrail’e gösterilen üç tür sempati var. Mücadele ettikleri faşizm tarafından Yahudi hemşerilerine nasıl zulmedildiğini unutmayacak Avrupa solunun sempatisi; Globke ve Vialon’a karşı tavır alan ve bugün hâlâ ve yeniden SS ruhuna ve uygulamalarına karşı yürüyen gençlerin kayıtsız şartsız paylaştıkları bir dayanışma. Avrupa solunun, ırksal nedenlerden baskı görenlerle dayanışmaktan vazgeçmek için hiçbir zaman bir nedeni olmadı ve olmayacak. Nasyonal sosyalizm Avrupa solunun gözünde ilk olarak Yahudi nefreti ile rezil, tazminatla da yeniden iyi olmadı. Avrupa solunun baskı görenlerle dayanışmaktan vazgeçmek için bir nedeni yok, dayanışması günümüze dek uzanıyor ve (bu tavır) Yahudilere yönelik Nazi zulmünün ve İngiliz sömürge politikasının kurulmasına sebep olduğu İsrail devletini de kapsıyor.
Bugün İsrail’de yaşayan insanlar, yalnızca Yahudiler değil, Araplar da, aslen bu devletin kurulmasının öznesi değil nesnesiydiler. Kim bu devletin mevcudiyetini tartışma konusu yapmak gerektiğine inanıyorsa, failleri değil, bir kere daha o zamanın kurbanlarını yaralayacağını bilmeli. Polonya ile uzlaşma talebi nasyonal sosyalizmin Polonya’ya çektirdiklerine atıf yapıyorsa, aynısı İsrail için de geçerli.
Günümüzde İsrail’i sevindiren ikinci bir tür sempatinin başka saikleri var, daha az özverili, daha az koşulsuz ve şu an ülke için aynı derecede olsa da farklı. Burada işin içinde ABD’nin, Bahman Nirumand’ın İran örneğinde üçüncü dünya ülkeleri için önemini ve sonuçlarını incelediği ve betimlediği, petrolle ilgili menfaatleri var. Amerika’nın Suriye, Libya, Kuveyt ve Suudi Arabistan’daki petrol politikası üzerine Nirumand’ınkiyle karşılaştırılabilecek analizler mevcut değil, ancak Yakın Doğu sorununda, ABD’nin Akabe Körfezi’nin uluslararası sular olarak kalması ve güvenilir müttefikler aracılığıyla Süveyş Kanalı’nda ya da yakınlarında bulunma hesaplarında bunun payının olmadığını düşünmek, saflık ve dünyadan bihaberlik anlamına gelir. İsrail ile dayanışma ayrıca, Yunanistan ve Türkiye ile NATO müttefikliğinin yanında 6. Filo’yu meşrulaştıran bir başka argüman ve NATO’nun güney kanadını koruyor. ABD ve İngiltere, petrol taşımacılığında Süveyş Kanalı’na muhtaç olduklarından değil (büyük tankerlerle Ümit Burnu’nu geçmenin, küçük tankerlerle Yakın Doğu’nun suyollarını kullanmaktan daha pahalı olmadığı iddiası inandırıcı), Arap ülkeleri, petrollerini kendileri kontrol edebilseler, Süveyş Kanalı’na mahkûm olacaklarından, ABD, dostu İsrail’in Süveyş Kanalı’ndaki varlığından vazgeçemez.
Batı Avrupalı solcuların politikası da Arapların istediği anlamda Arap dostu olamaz; Filistin’den feragat etmelerini ve İsrail ile yan yana var olmayı kabullenmelerini talep etmek zorunda. Ancak ABD’nin politikası yalnızca İsrail’in İsraillilerin elinde kalmasını değil, aynı zamanda Arap petrollerinin Amerikan şirketlerinin elinde kalmasını da hedefliyor. İsrail’in, bu savaşı yürütmemiş olsa yok edileceğine inananlar, savaşın sonucunun yalnızca İsrail’in zaferi olmadığının farkına varmak zorunda. Arapları yargılayanlar, İsrail’e karşı Arap politikasının da, ister beğenelim ister beğenmeyelim, meşru menfaatlere dayandığını hesaba katmalı.
Üçüncü tür sempati, esas olarak Federal Almanya’daki belirli bir basın grubu tarafından dile getiriliyor ve görünüşe göre, normalde kara mizah, açıkça alay etme olarak görülecek ama bir politika olarak neredeyse herkes tarafından göz yumulan şeyle uyumlu: İsrail’e gaz maskesi sevkiyatı. İsrail ordusunun ilerleyişinin başarısı ve sertliği bir kana susamışlık doğurdu, Blitzkrieg teorileri hızla yayıldı; Bild, Sina Yarımadası’nda sonunda, 25 yıl gecikmeli olarak, Stalingrad meydan savaşını kazanmayı başardı. Antikomünist kin, Sovyet Mig avcı uçaklarının tahrip edilmesinden duyulan hazza dönüştü; Sovyetlerin karışmazlık politikası, Alman sorununda İsrailliler gibi hareket etmek için cesaret verici olarak görüldü; İsrail ordusunun Kudüs’e girişi, Brandenburg Kapısı’nda yapılacak geçit töreninin öncülü olarak alkışlandı. Yahudiler gazlanmak yerine Ural Dağları’na götürülselerdi, İkinci Dünya Savaşı’nı sonucu başka türlü olabilirdi; geçmişteki hata görüldü, antisemitizmden pişman olundu, arınma gerçekleşti, yeni Alman faşizmi eskisinin hatalarından öğrendi; antikomünizm, Yahudilere karşı değil, Yahudilerle birlikte zafere götürür!
Yahudilerin insanlığının anlaşılması değil, savaşmadaki sertlikleri, vatandaş olarak haklarının tanınması değil, Napalm’e başvurmaları, kendi işlediği suçların kabulü değil, “İsrail’in Blitzkrieg’i” vahşetle, sürgünle, fetihle dayanışma şüpheli bir barışmaya yol açtı. İsrail’le ve aynı zamanda Berlin’deki katillerle ittifak yapan, “kimin Yahudi olduğunu ben belirlerim” ruhu. İsrail sosyalist bir ülke olsaydı bu sempatilerin var olmayacağına şüphe yok. O zaman dayanışan, yalnızca kafası karıştırılamayacak, mantıklı, dürüst Avrupalı solcular olurdu.
Bugün İsrail’in politikası hakkında tek bir eleştiriye, Arapların meşru istekleri hakkında tek bir kelimeye göz yummayanlar, İsrail’in savaş öncesi sınırlara geri çekilmesi talebinin arkasında yalnızca Sovyet “emperyalizminin” (terimlerin bu kadar çarpıtılması!) kokusunu alanlar, İsrail için barışa ulaşılmasını sağlamıyor. Bir ülkenin menfaatlerinin meşruluğu, onlara ulaşmak için hayata geçirdiği politikayı uygun bulmadan da kabul edilebilir.
Solcuların İsrail ile dayanışması, ABD’nin ve Bild gazetesinin sempatileri tarafından kullanılmayı kabul edemez. Solcuların dayanışması, öldürülecek olan Moshe Dayan gibi bir adamı da kapsar, ancak sağcı radikalizmini, fetih politikasını kapsamaz. Aynı, solun Arap milliyetçiliğine doğal olarak sempati duymasında ama Nasır’ın komünist avını duymamasında olduğu gibi. Akla dayanan, istikrarlı ve politik bir çözüm arayışı günümüzde, Sovyet ve İsrail politikaları arasında seçim yapmak zorunda olduğuna inanan ve böylece bölünen solun da kapıldığı İsrail yanlısı ve karşıtı dost-düşman düşünüşü tarafından boğulmak tehdidiyle karşı karşıya. Taraftarlık akıldan daha fazla rağbet görüyor. Biz soruyu bastırmıyoruz: İsrail ne istiyor; Yaşamak mı (yoksa) zafer kazanmak mı? Kendi tarihinin öznesi olarak bu soruyu kendisi yanıtlamak zorunda.
ULRİKE MEİNHOF
Konkret, 7. Sayı, 1967