1978’in son günlerinde Amerikan emperyalizminin Soğuk Savaş dönemindeki maşası faşist güçler K.Maraş’ta büyük bir katliama imza attılar. Bu dönemde ABD emperyalizmi dünyaya hâkim olabilmek için en başta rakibi olarak gördüğü Sovyetler Birliği’ni yıkmayı ikinci olarak da yeni sömürgeciliğe karşı savaş sürdüren Ulusal Kurtuluş mücadelelerini yok etmeyi amaçlayan politikalar yürütmekteydi.
Türkiye, 1952’de Batı Bloku’nun savaş örgütü NATO’ya girişinden itibaren ABD çıkarları için Sovyetleri güneyinden kuşatan oltadaki balık olarak görüldü ve bu dönemden itibaren ülkemizde izlenen ekonomik, askeri ve ülke yönetimiyle ilgili politikalar bu emperyalist yaklaşım esas alınarak şekillendirildi. Bununla da yetinilmedi 1950’lerden itibaren Türkiye’deki bütün ilerici-sol örgütler, kişiler, akımlar düşman güçler olarak görüldüler, sürekli takibata ve saldırılara uğradılar. ABD emperyalizminin egemen olduğu dünyaya yaydığı komünist avı, McCarthy’ci politika, ülkemizde 1961 Anayasasının tanıdığı kısmi demokrasi ortamında büyüyen işçi sınıfının ve gelişen aydın hareketlerinin de etkisiyle bir ölçüde hafiflemiş olsa da çok geçmeden yeni işbirlikçileriyle birlikte yeniden canlandırıldı, giderek de kanlandırıldı.
1900’lü yılların başlarından beri Batı emperyalizmi ile işbirliği içinde olan gerici çevrelerin uzantıları 1960’larda da hemen işbaşı yaptılar; başta Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti ve MTTB olmak üzere çeşitli kuruluşlar içinde örgütlenerek ilerici-devrimci düşüncelere, kişilere ve kuruluşlara karşı harekete geçtiler. Bu işbirlikçi çevreler tıpkı I. Kurtuluş Savaşına karşı açık işgalcilerin hizmetine girdikleri gibi bu dönemde de II. Kurtuluş Savaşı için yola çıkan yurtseverlere karşı gizli işgalcilerin yönlendirmesiyle saldırılara başladılar. Önceleri emperyalizmin sömürü ve tahakküm siyasasını kamufle etmek için ortaya atılan dinci ideolojiyi öne çıkaran bu gerici çevreler, Tam Bağımsız Türkiye şiarı etrafında bir araya gelen Devrimci Gençleri hedeflerine koydular. Amerikan emperyalizminin Doğu Akdeniz’deki en önemli gücü olan 6. Filo’ya karşı eylemler yapan devrimci üniversite öğrencilerine yönelik, sağcı AP iktidarının da desteğini alarak, basın-yayın yoluyla ve fiili saldırılar düzenlediler. ABD emperyalizmine karşı mücadele eden devrimcilerin bazılarının şehit olmalarına, birçoğunun da yaralanmasına neden olan bu gerici saldırılara, çok geçmeden, CIA’in örgütlediği anti-Sovyetçilik ve sol düşmanlığı üzerinden uydurulan Türk-İslam Sentezi ideolojisi etrafında bir araya getirilen faşist güçler de katıldılar.
Darbeci bir grubun küçük bir partiyi (CKMP) ele geçirmesiyle başlatılan bu faşist hareket (MHP) 1960’ların sonlarında ve 1970’li yıllarda ABD emperyalizminin Türkiye’de yürüttüğü karşı-devrimci politikaların baş aktörleri arasında yer aldı. Komando kamplarında eğitilen bu para-militer grupla (Ülkü Ocakları vb.) bütün anti-emperyalist, ilerici-devrimci hareketlerin, öğrenci boykotlarının ve işçi grevlerinin önünü faşist demagoji ve şiddet yoluyla kesmeye çalıştılar. MC hükümetleri döneminde iktidara da ortak edilen bu faşist güçler, bir yandan devleti yukarıdan aşağıya doğru ele geçirmeye çalışırlarken, diğer yandan da kitleler içinde terör estirerek halkı teslim almanın peşindeydiler. Faşistler sadece üniversite öğrencilerine saldırmıyorlardı, geniş kesimleri yıldırabilmek için toplumun kanaat önderlerine, yazarlara, önemli gazetecilere, aydınlara ve halk kitlelerine de saldırılar düzenliyorlardı.
Bu dönemde emperyalizm, bu para-militer gücü halka ve onun önderlerine saldırtarak ülkede bir içsavaş ortamı yaratmayı, devrimci güçleri ezmeyi, halkı sindirmeyi ve Türkiye’yi tam olarak teslim almayı amaçlıyordu. Emperyalist güçler ve işbirlikçileri bu içsavaş ortamını kızıştırmak, halkı birbirine kırdırmak maksadıyla toplum içindeki fay hatlarını derinleştirmeyi amaçlayan eylemler düzenlemeye de başladılar. Bu dönemde özellikle Alevileri gerici kesimlere hedef gösterecek şekilde provokasyonlar örgütlediler ve bilinçsiz dincilerin bu kesimlere saldırmalarını sağladılar. Dincilerin-faşistlerin önderliğinde gerçekleştirilen bu saldırılar birçok yerde katliamlara dönüştü. Bunların en kanlısı 1978 Aralığının son günlerinde K.Maraş’ta gerçekleştirildi. Bu katliamda resmi bilgilere göre 111 kişi öldürüldü, 1000 kadar ev ve işyeri yakıldı yıkıldı.
K.Maraş Katliamını Kimler Tezgâhladı?
Maraş katliamı CIA’nın yaptığı hazırlık sonucu gerçekleştirildi. CIA ajanı Paul Henze’nin katliamın başlatılmasından bir hafta kadar önce Maraş’ta görüşmeler yaptığı ve yine ABD elçilik görevlisi A. Peck’in de bu bölgedeki gerici çevrelerle, MHP’lilerle ilişkiler kurduğu basında yer alan bilgilerdir. Maraş katliamında kullanılan bazı silahların ise İskenderun’daki NATO cephaneliğinin envanteri içinde bulunduğu da ileri sürülmüştür.
Radio France Internationale, 27.12.1978’de, Maraş olaylarını değerlendirdiği yayınında; “Türkiye’de meydana gelen olaylarda yabancı gizli servislerin, özellikle CIA’nın rolü var” demiştir. (Devrimci Yol Savunması, s.292, Simge Y. 1989)
25 Aralık 1978 günü BBC’nin yaptığı yorum, emperyalizmin Türkiye’yi içine itmek istediği kaos ortamını ve bu ortamın ülkeyi faşist bir darbeye doğru götüreceğini açıklaması bakımından önemlidir. K.Maraş katliamının ülkeyi 12 Eylül’e götüren sürecin önemli aşamalarından biri olduğunu BBC önceden açıklamaktaydı:
“Kahramanmaraş olayları, Pakistan, Afganistan ve İran’dan sonra belki de kaos ve belirsizlik içine düşme sırasının Türkiye’ye geldiğini gösteriyor… Siyasal şiddet olayları şimdi büyük kentlerin dışındaki yerleşme bölgelerine de yayıldı. Bu bölgelerde Sünniler ile Şiiler ve Türkler ile Kürtler arasındaki ayrılık egemen…
Başbakan Ecevit dahil olmak üzere, giderek artan sayıda kişi, bir iç savaş tehlikesine dikkati çekiyorlar… Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kez daha kendisini müdahale zorunda hissetmesi olasılığı güçlü durumda.” (C. Arcayürek Açıklıyor-8, s.11, Bilgi Y, 2. Basım, 1986)
Katliamda kimlerin maşa olarak kullanıldığını 12 Eylül sonrasında görülen K.Maraş katliamıyla ilgili davanın Gerekçeli Hüküm’ünde de bulabiliyoruz:
“… olaylar sırasında saldırgan gruplar MHP’nin amblemini taşımışlar, MHP ile ilgili sloganlar söylemişler, üzerine MHP yazılı evlere veya dükkanlara dokunmamışlardır.” (Maraş Olayları Davası Gerekçeli Hüküm, s.1177’dan akt. Devrimci Yol Savunması, s.292, Simge Y.)
Malatya Belediye Başkanı Hamid Fendoğlu’nun Ankara’dan gönderilen bombalı paketin patlaması sonucunda 17 Nisan 1978’de öldürülmesi üzerine Başbakan Ecevit’in Nükleer Araştırma Merkezi’nde üslenen Ülkücüleri bu olayla ilgili suçlamasının ardından MHP Genel Başkanı A. Türkeş, Malatya benzeri olayların Erzurum ve Maraş’ta da çıkabileceği tehdidini savurmuştu. Aynı günlerde CHP’nin Maraş-Pazarcık İlçe Başkanına da Ankara’dan bombalı paket gönderilmişti. Bu paketi açan bir PTT memuru ölmüş diğeri de yaralanmıştı. Eğer bu paketi Pazarcık ilçesinin CHP’li başkanı açsaydı muhtemelen planlanan Maraş katliamı Nisan 1978’de çıkartılmış olacaktı. Bu arada Türkeş’in bu açıklamasından sonra Erzurum’da Ülkücüler Atatürk Üniversitesinde gençlere, şehir içinde de CHP’lilere karşı geniş çaplı saldırılar düzenlediler.
K.Maraş katliamıyla neyin amaçlandığı, kime karşı yapıldığı ve hangi güçlerin harekete geçirildiği hakkında bu davanın Gerekçeli Hüküm’ünde şu sonuca varılmaktadır:
“Olay tarihinde Türkiye’de demokratik anlamda sol çizgide bir program izleyeceğini öne süren bir siyasal kadro, TBMM’den güvenoyu alarak iktidar olmuştur (Ecevit’in Başbakanlığında yaklaşık bir yıl önce kurulan hükümet bn). Bu siyasi görüşü benimsemeyen aşırı sağ siyasal görüşteki kuruluş ve kişilerin, iktidarın Anayasal yollarla değil de şiddet eylemleriyle zayıflatıp yıpratılarak sonuçta istifasını sağlamak için, sade vatandaşları tahrik ve teşvik sonucu, K.Maraş ilinde 23.12.1978 cumartesi günü sabah erken saatlerden itibaren binlerce Sünni vatandaş sokaklara dökülmüş, 25.12.1978 günü akşamına kadar K. Maraş’ta devlet güçleri zaafa uğratılmış ve şehre sokaktaki güçler hakim olmuştur.” (akt. Devrimci Yol Savunması, s.292; GH, s.796,)
K.Maraş katliamının yapıldığı dönemde, geçenlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adana’da CHP’lilere “içimizde” diye bağırttığı Nazlı Ilıcak Tercüman gazetesindeki köşesinde bu katliamla ilgili Başbakan Ecevit’i suçlamaktaydı. Maraş katliamını fırsat bilen N. Ilıcak demokrasinin ve hürriyetin genişliğinden ve bu ortamı sağlayan 1961 Anayasasından yakınıyor ve sıkıyönetim istiyordu.
“Kars, Ardahan, Sivas, Malatya, Elazığ’dan sonra, Kahramanmaraş’ta da kan gövdeyi götürüyor. Başbakanımız… her şeye rağmen demokrasiyi yaşatacağız diyor.
İnsanlar ölsün ama demokrasi yaşasın… Sakın rejim zedelenmesin, ama şehirler yıkılsın, yansın; vatandaş genç, ihtiyar, çoluk-çocuk yaralansın fakat hürriyetler yara almasın!” (Tercüman G. 26.12.1978)
Ilıcak, Maraş’taki faşist katliamla Kars ve Ardahan gibi yerlerdeki devrimci faaliyetleri birlikte anarak solu bu kitle katliamını yapanlarla aynı çuvala koymaya çalışmaktaydı.
Bu saldırıları yapanların amaçları arasında Ecevit hükümetinin yerine askeri bir yönetimi geçirmek vardı. Yani Maraş türü katliamlarla 12 Eylülün taşlarını döşemekteydiler.
Bu yazısında Ilıcak Maraş katliamını yapanları eleştirmek yerine Ecevit’le ve devrimcilerle uğraşıyor. Hem de “kurtarılmış bölgeler” edebiyatı yaparak. Aynı gazetenin bir başka yazarı da bu insanlık dışı katliamı “binicisini beğenmeyen asil bir kısrağın şahlanışı” şeklinde ifade etmişti. Ahmet Kabaklı, 26 Aralık 1978 tarihli Tercüman’da katliamcıları “asil kısrak” olarak tanımlamaktaydı.
Faşistlerin bu katliamından sonra Ecevit hükümeti 11 ilde sıkıyönetim ilan ederek iktidarını askerlerle paylaşmak zorunda kaldı. Böylece katliam sırasında “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” ve “Müslüman Türkiye” şeklinde sloganlar atan saldırganların istediği yönde adım atılmış oluyordu. Ara seçim yenilgisi üzerine 12 Kasım 1979’da istifa eden Ecevit hükümetinden sonra kurulan Demirel hükümeti ülkenin 12 Eylül darbesine doğru gidişini hazırlamaktan öte bir işe yaramadı.. Demirel hükümeti ilan ettiği 24 Ocak Kararlarıyla ülkeyi önce emperyalizmin neo-liberal politikalarına teslim etti, sonra da 12 Eylül faşist darbesine.
Maraş katliamını tezgâhlattıran emperyalizm, 24 Ocak Kararlarını ilan ettirdikten sonra 12 Eylül darbesini yaptırdı. Bu dönemde açık faşizm koşullarında solu, sosyalistleri ve ilerici-demokrat olan her şeyi ezdiren emperyalist güçler, ülkeyi neo-liberal gericiliğin pençesine teslim ettiler. 1961 Anayasasında tanınan kısmi demokratik haklar 1982 Anayasası ile büyük ölçüde yok edildi, Cumhuriyet değerlerinde gericileştirmeler başlatıldı. Eğitim sisteminin dincileştirilmesi, üniversitelerin baskı altına alınması, işçi haklarının budanması, toplantı – gösteri ve örgütlenme haklarının kısıtlanması gibi birçok alanda geriye gidildi. Özal ve en sonunda AKP iktidarı dönemlerinde neo-liberal politikalar doğrultusunda atılan gerici adımların yolu, Maraş ve benzeri katliamlarla ulaşılan 12 Eylül döneminde yapılmaya başlanmıştı.
K.Maraş katliamını yaratan Emperyalizm, tekelci sermaye ve ortaklarının sömürücü, gerici düşünceleri aslında bugün de işbaşında. Bu düşüncenin o gün de elemanları vardı bugün de. Kılık-kıyafet değiştirmiş olsalar da sonuçta aynı amaca hizmet ediyorlar. Egemen sınıfların başlıca amaçları; ülkeyi daha fazla soymak, talan etmek, bu yaptıklarına yasal kılıflar bulmak ve halkın ses çıkarmasını zorla da olsa engellemektir. Bugünlerde gündeme getirdikleri Başkanlık rejimi ile bu amaçlarını daha acımasız bir biçimde gerçekleştirmek istiyorlar. Yolsuzluklara, talana, sömürüye ve tek adam diktasına kimsenin ses çıkarmasını istemiyorlar. Bütün ülkeyi ve halkı zapturapt altına almak için mevcut Anayasaya bile tahammülleri yok.
1970’lerde MC hükümetlerinde ortaklık yapanların devamı sayabileceğimiz partiler bugün de Anayasa değişikliği üzerinde anlaştılar. Bu anlaşmalar geçmişte K.Maraş’taki gibi katliamlara, 24 Ocak kararlarına ve 12 Eylül faşist yönetimine yol açmıştı. Şimdi de bu gerici koalisyonla Başkanlık rejimini getirmeye çalışıyorlar. Bu rejim ülkeye ne bağımsızlık ne demokrasi ne de refah getirecek. Sonuçta emperyalizme daha fazla bağımlılık, daha baskıcı bir yönetim ve daha çok yoksulluk getirecek.
Ülkenin başına büyük sorunlar açacak olan tek adam sistemine halkımızın Hayır demesini sağlamak önümüzdeki dönemin birinci görevi olmalı…