İran’ın nükleer anlaşmasının jeopolitik ve iktisadi yüzü
Eric Draitser
New Eastern Outlook
İran ile 5+1 grubunun Viyana’da üzerinde mutabık kaldıkları Kapsamlı Ortak Eylem Planı, Ortadoğu’daki ve hakeza dünya genelindeki güç dengesini iktisadi ve siyasi olarak değiştirecek mahiyette önemli bir anlaşmaydı. Halbuki dünyanın çeşitli yerlerindeki başkentlerde yapılan sevinç gösterilerinin, ve İsrail, çeşitli Körfez ülkeleri ile bazı İranlıların kınamalarının arasında anlaşmanın jeopolitik önemi gözden kaçırıldı.
Bu açıdan bakacak olursak, bu anlaşmada İran’ın Batı ile ilişkilerinde ve hatta dünyanın geri kalanı ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açtığı gözleminden daha fazlasını görürüz: Bu anlaşma, İran’ı güçlenme potansiyeli olan ancak siyasi ve iktisadi olarak yalnızlaştırılmış bir ülke konumundan alıp, Batı ve Batı dışındaki dünyanın stratejilerinde önemli bir aktör olacak yükselen bölgesel bir güç haline getirebilir. Tabii ki bu potansiyel yararlar için İran’ın bazı tavizler vermesi gerekecek ki, özellikle İran iç politikasında ulusal gurur gibi ne riyal, ne euro ne de dolarla ölçülebilen ancak doğrudan geçer akçe olan değerler hesaba katılırsa bu tavizlerin meşruiyetini inşa etmenin zorluğu ortaya çıkacaktır.
Ancak, anlaşmayı İran’ın ya da 5+1 grubunun anlı ve kısa vadede kazandıkları ve çıkarları üzerinden yargılamak yerine, uzun dönemde anlaşmanın tarafları gitmeye zorlayacağı yer üzerinden okumalıyız. Dahası genel resme bakacak olursak, yükselen Batı karşıtı BRICS ülkeleri, Şangay İşbirliği Örgütü, Yeni İpek Yolu, Avrasya Ekonomik Topluluğu da bu anlaşmanın içindedir. Ve hatta Türkiye de, hem İran’ın önemli bir ticaret ortağı olarak, hem de siyasi bir rakibi olarak.
Böyle görecek olursak, Viyana’da varılan anlaşmanın 21. yüzyıl jeopolitik ve iktisadi gelişmelerini yıllarca, belki on yıllarca etkileyebilecek mahiyette olduğu görülebilir.
Nükleer anlaşma, ticari anlaşma
Yaptırımların kaldırılması ve silah ambargosu üzerinde varılan zaman çizelgesi; kabul edilebilir miktarda uranyum zenginleştirmesi; ve diğer birçok teknik detaylar gibi özel meseleler anlaşmanın dayanak noktasını oluştursalar da, anlaşmayı salt bir teknik anlaşma olarak göremeyiz. Hatta bu birçok açıdan iktisadi bir anlaşma. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, anlaşmaya varılmasını ve nihai haline ulaşılmasını sağlayan şey tarafların iktisadi çıkar ve saikleri.
İran’ın sâikleri açık: Yaptırımların sona erdirilmesi ülkenin ve 2007’den beri yaptırımlar nedeniyle hareketliliğini kaybetmiş ekonomisinin tekrar normale dönmesini sağlayacak; İran tüm dünya marketlerinden ithalat ve ihracat yapabileceği gibi, finansal giriş-çıkışlar ve yatırımlar da çekebilecek. Kısacası, İran iktisadi ve siyasi gücünü artırabilmek için kendisin dünya ekonomisine eklemleyebilmeyi amaçlıyor.
Amerika ve onun Batılı ortakları için, tüketici eşyalarından enerji yatırımlarına kadar neredeyse tamamen bâkir bir pazarın kullanılmayan milyarlarca dolarından işbirliği yoluyla faydalanılabilmesi için yeni bir fırsat. Bu açıdan, eğitimli nüfusu ve binlerce küçük ve orta ölçekli işletmeleriyle muhtemel ticaret fırsatlarını ve büyümeyi hedefleyen İran, muhtemel yatırımcıları için çok yüksek kâr marjları vaadediyor.
Finansal açıdan bakıldığında yararlar çok net. Wall Street Journal’ın da yakınlarda yazdığı gibi:
İran’ın 100 milyar dolar değerindeki borsası en büyük ilgi odağı, özellikle de yabancı yatırımlara bir sınır olmadığı halde [yatırımcılar tarafından] göz ardı edildiği için. Eğer İran yerli yatırımcıların domine ettiği bir pazar olmaktan çıkıp, ekonomisiyle orantılı bir açık pazar haline gelirse, devasa bir çıkış yakalayabilir. Tahran Borsası’nda listelenmiş şirketler ülkenin gayrisafi yurtiçi hâsılasının yüzde 28’ine denk düşüyor ki, bu birçok büyük gelişmekte olan ülkeye nispeten çok düşük bir oran.
Diğer bir deyişle, uluslararası yatırımcılar, Batılı şirketler, risk seven kapitalistler, fon yöneticileri İran’ın diğer gelişmekte olan ülkelere benzemeyen bir yatırım fırsatı sunduğunu düşünüyorlar, çünkü İran teknik altyapısının çoğunu tamamlamış durumda ve devasa kârlar vaat edebiliyor. Mühendisler, bilgisayar teknisyenleri, bilim insanları, girişimciler yetişmesini beklemek yerine, ellerinde yüklü miktarda nakit ile piyasaya giren kapitalistler bunu hemen kâra çevirebilecekler.
Tabii bir de İran’ın büyük enerji sektörüne yoğun bir ilgi söz konusu. İslam Cumhuriyeti’nin dünyanın en büyük enerji rezervlerinden birine sahip olduğu ve küresel pazarda da son onyıllardır büyük bir oyuncu olduğu herkesin malumu. Ancak, yaptırımlar nedeniyle hem dünya İran’a karşı kendisini büyük ölçüde kapattı, hem de İran yatırım yapılamaz bölgeler arasında yer aldı, özellikle de büyük şirketler için. Bu konuda en iyi örnek, yaptırım ve siyasi riskler nedeniyle, Fransız enerji devi Total’in 2008’de milyarlarca dolarlık yatırımını askıya almak zorunda kalması. Şüphesiz ki, gerek Total gerek onun Batılı ve diğer rakipleri İran piyasasına girmek için can atmaktalar.
Bloomberg’in Mart 2015 sonlarında Viyena’da üzerinde anlaşılan planın çerçevesi hakkında doğru bir şekilde haberleştirdiği gibi, “[İran] bir kez daha BP, Royal Dutch Shell Olc, Eni SpA ve Total SA gibi Batılı petrol şirketleri için muhtemel bir ödül haline geliyor. Çinlilerin de bu yarışa katılması muhtemel, ancak yaptırımlar ve geçmişte yaptıklarının ağırlıklarıyla Amerikalı firmalar geriden takip edecekler gibi… İran büyük ödül… Kaynaklarının büyüklüğü son derece cazip.” Hem İran hem de Amerika’daki siyasi atmosfere bağlı olarak, Exxon-Mobil ve Chevron gibi Amerikalı şirketler pazara girmekte bir ölçü zorlanabilirler, fakat Avrupalı rakipleri için buna benzer sorunlar söz konusu olmamalı, Çinli dev Sinopec ya da Çin Milli Petrolleri için de hakeza.
İran halkının üst orta sınıf gelir grubuna dayanan ve Batılı trendlerle benzer zevklere sahip olan tüketici ürünleri pazarının da devasa boyutlarda olduğunu hatırlamakta yarar var. Nüfusun yarısından fazlasının internet erişimine sahip olduğu, 15-24 yaş arası okur-yazarlığın yüzde 98, kişibaşına gelirin ikisi de BRICS üyesi olan Brezilya ve Güney Afrika’dan yüksek olduğu İran’da, Coca-Cola, Starbucks, Apple ve Dell gibi şirketlerin ürünlerine talep çok yüksek. İran yine otomobil ve uçak üreticileri için de oldukça büyük potansiyel arzeden bir pazar, zaten her iki sektör de İranlı şirket ve tüketicilerin peşindeler.
Bu noktada merak edilen soru şu: Neden Avrupalı şirketlere ya da dünyanın diğer bölgelerindeki şirketlere nispeten Amerikalı şirketlerin bu kadar az işine yaramasına rağmen, Obama yönetimi ve ABD’yi yöneten kurulu elitin ekserisi İran’la anlaşmaya varmak için böylesi çaba sarfettiler? Bu sadece Obama’nın başkanlığını böylesi tarihi bir anlaşmayla taçlandırmak istemesinin neticesi mi, yoksa ortada başka sâikler mi var?
İran’ı tarafsızlaştırmak: Avrasya’ya karşı bir manivela
Amerika’nın emperyal ve küresel egemenlik ajandasının farkında olanlar, İran’la yapılan böylesi bir anlaşmanın etikle, barışla, işbirliğiyle hiçbir ilgisinin olmadığını, daha büyük bir plana hizmet ettiğini kolaylıkla anlayabilirler. Amerika, İran’ı bölgesel ve küresel bir rakipten, kendi tarafında bir oyuncuya dönüştürme istiyor. Bu Tahran ve Washington’ın yarın müttefik olacakları demek değil, fakat İran’ın tarafsızlaştırılabileceği düşüncesi, dolayısıyla Amerikan ajandasının önündeki bir engelin durdurulmasından bahsediyoruz.
Esasında, strateji temel olarak daha önceden denenmiş sömürgeci “böl ve yönet” taktiğine dayanıyor, ama bu vaka için “böl ve tarafsızlaştır” daha uygun bir tabir olur. Amerika’nın yapmaya çalıştığı şey İran toplumu üzerinde büyük bir nüfuzu bulunan ticaret elitini kendi yanına çekerek İran siyasetinde bir kırılma yaratmak: Bu ticaret eliti edindiği çıkarlar nedeniyle Batı ile gerilim yaratmamak veya olası gerilimleri artırmamak yönünde ağırlığını koyacak ve İran böylelikle de facto bir şekilde Batı önderliğindeki küresel hâkimiyetin işbirlikçisi olacak. İçerdeki güçlü ekonomik ve ticari çıkarların baskısı nedeniyle, İran siyasi liderliği bölgede ve uluslararası arenada daha az meydan okuyan bir tavıra doğru ilerleyecektir ki, bu tamamen ABD ve müttefikleri Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve bütün o kavgacı retoriğine rağmen İsrail’in planları doğrultusunda olacaktır.
Bir dakika durup düşünün, eğer İran Batı ekonomilerinden böylesi izole bir halde olmasaydı, Suriye’deki savaşa nasıl tepki verirdi? Eğer milyarlarca dolarlık yatırımlar kaybedeceğini ve ekonomisinin iyiden iyiye küçüleceğini bilseydi de, böylesi sadık bir şekilde Şam’a ve Hizbullah’a olan desteğini devam ettirebileceğine gerçekten inanan var mı? Garip bir yerden bakılıyor gibi gelebilir ama, İran halihazırda maruz kaldığı yaptırımlar ve kısıtlamalar sayesinde çok daha az iktisadi riske maruz kalarak bölgede istediği gibi ve bağımsız bir şekilde davranabildi. Eğer İran Batı ile eşgüdümlü çalışıyor olsaydı, Suriye hükümeti çoktan düşmüştü ve Libya gibi çökmüş bir devlet görüntüsü arzedecekti, ya da en iyi ihtimalle Türkiye gibi kukla bir devlet olacaktı. (Abç)
Bu noktanın önemi hakettiği ilgiyi göremiyor. İran’ın Batı ile iktisadi olarak eklemlenmemiş olması, onu bölgede büyük bir terörle mücadele gücü haline getirdi. Askeri uzmanlar, Obama’nın, Amerikan siyasi elitlerinin ve onların sesleri olan basının bütün o kavgacı söylemlerine rağmen, İran’ın Ortadoğu sathında IŞİD ve Vahabi radikallerine karşı tek etkili savaş gücü olduğunun farkındalar. İran’ın statükoya meydan okuyan tavrını çekip alınca, ve İran iç siyasetinin resmini farklı çıkarları için birbirleriyle rekabet eden gruplar üzerinden iyiden iyiye karmaşık bir hale getirince, birdenbire bu meydan okuyan ülkenin gücünün azaldığını ve bölgenin daha tehlikeli bir yer haline geldiğini görürsünüz.
Belki de Amerikan stratejisini planlayan beyinlerin en önemli amaçları İran’ın Batılı olmayan ancak yükselmekte olan bir Avrasya siyasi, iktisadi ve askeri birliği inşasına eklemlenmesini engellemek. Amerika son yıllarda, BRICS ülkeleri, Şangay İşbirliği Örgütü, Yeni İpek Yolu, Avrasya Ekonomik Topluluğu gibi oluşumların kâğıt üstünde yapılan planlar olmaktan çıkıp küresel jeopolitik ittifakları tehdit eden somut kurumlara dönüşmesini yakinen izledi.
Rusya ve Çin günden güne daha da yakınlaşıyorlar, Orta Asya’nın eski Sovyet ülkeleri de bu yakınlaşmaya katılmakta ve bölgesel bütünleşme nefes kesici bir hızla ilerlemekte. Bunlara bir de, hâlen bir nebze karmaşa içinde olsa da, geçmişe nazaran daha az NATO’ya bağımlı Afganistan ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün çiçeği burnunda üyeleri Hindistan ve Pakistan’ı eklediğinizde, Amerika’nın nasıl zorlu bir meydan okumayla karşılaştığı iyice ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla Amerika’nın bu filizlenmekte olan birleşme çabalarını eğer tamamen durduramıyor ya da tersine çeviremiyorsa, en azından yavaşlatması gerekiyor. İşte tam da bu noktada, temel ülküleri Amerikan İmparatorluğu’nun küresel hakimiyetini bir yüz yıl daha sürdürmesi ve gücünü koruyup büyütmesi olan emperyalistlerin gözünde, İran çok kullanışlı bir enstrüman haline geliyor. (Abç)
Halihazırda İran, Şangay İşbirliği Örgütü’nde “gözlemci” statüsünde olsa da, örgütle ilişkilerinin niteliği bir kesinlik arzetmekten uzak. Bazıları, yaptırımların kaldırılması ve ilişkilerin normalleşmesi sürecinin İran’ın örgüte girmesini hızlandıracağı görüşüne sahip olsalar da, bu bir analizden daha çok hayallerin dile getirilmesi olarak görülebilir.
İran tabii kendi kararını almakta özgür, Batı ile ilişkilerinden elde edeceği iktisadi çıkarları, Ruslar ve Çinlilerin arkadaşlığı karşılığında tehlikeye atabilir. Yine Batı ile işbirliğinden edinecekleri, Şangay İşbirliği Örgütü, Yeni İpek Yolu, Avrasya Ekonomik Topluluğu gibi potansiyeli olan ancak nispeten kıdemsiz örgütlenmelerden edinebileceklerine ağır basıyor olabilir. Dahası özellikle de İran Rusya ile enerji ihracatı hususunda hem Asya pazarında hem de Avrupa pazarında rekabet halinde. Amerika bu denklemin farkında, hatta Washington’da burnunun ucunu dahi göremeyenler bile bu denklemi görebiliyorlar. İran’ı Rusya ile işbirliğine değil bilakis rekabete sokmak istiyorlar. Dahası İran’ın Şangay İşbirliği Örgütü’nde yuva-yıkan bir köstebek pozisyonuna getirmeyi arzu ediyorlar, tıpkı İran’ın Çabahar (Chabahar) ticaret limanı gibi devasa yatırımlar için Hindistan’a karşı Çin kozunu kullandığı gibi.
Bu minvalde, Amerika İran’dan tekrar ABD, NATO, Körfez İşbirliği Örgütü ve İsrail hâkimiyetindeki oyuna siper olurken, BRICS, Şangay İşbirliği Örgütü, Yeni İpek Yolu, Avrasya Ekonomik Topluluğu cephesine karşı kullanılabilecek bir silah olmasını istiyor. Kulağa zoraki çıkarımlar gibi gelebilir, ancak gelmemeli: Bu, Soğuk Savaş’ta çeşitli ülkeleri Sovyetlere ve Bağlantısızlara karşı “silahlandırmak” arayışının hüküm sürdüğü ABD taktiğinin hemen hemen aynısı. (Abç)
Güney Çin Denizi’nde ABD-Çin ihtilafı büyürken ve bazıları tarafından “Yeni Soğuk Savaş” çanları çalınırken, Washington Doğu Avrupa’da ve Asya’da jeo-politik satrancı tekrar kurmaya çalışıyor. Bunun için de stratejisini bir bir düzenliyor, fiilen ya da başka şekillerde yeni ittifaklar kuruyor. (Abç)
06 Ağustos 2015
Çev: Mehmet Ali Beygider
www.medyasafak.net