Şiir Yaşatıyor: ÖMER HAYYÂM

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

                                           (18 Mayıs 1048- 4 Aralık 1131)

 

Bilim insanlarının, filozofların, nice edebi kişiliğin ve de devrimcinin hayatlarının araştırılması ve aktarılması insan düşüncesinin gelişmesine hizmet ederken, kendimizi tanımamıza ve aşmamıza da yardımcı olur. Mutlaka sizin de kendinizi yakın hissettiğiniz, “dirsek temaslı” gidilen tarihi kişilikleriniz vardır, sayısı da artacaktır. Yeter ki doğru tanıtmanın, tanımanın gayreti içinde olalım.

Öyleyse bu yoldaki yürüyüşümüze devam edelim. Tanışalım, tanıtalım.

 

BİR DERYA ÖMÜR, ÇOK BOYUTLU ÂLİM

Ömer Hayyâm… Diğer adıyla Ebûl Fetih Ömer bin İbrahim.

Nişapur doğumlu.

Zamanında daha çok bilgin olarak ün kazanır.

Felsefe, matematik ve astronomi konularında çalışır.

Döneminin hükümdarlarından, özellikle Selçuklu Sultanı Melikşah ve Karahanlılar’dan Şemsülmülk’ten büyük yakınlık görür.

Hasan Sabbah ile iyi arkadaştır. Öyle ki daha mektepteyken bile ileride birbirlerine yardım edeceklerine dair yemin verirler.

“Ömer Hayyâm Takvimi” de denilen “Celali Takvimi”ni geliştiren komisyona başkanlık eder.

Hayatı boyunca Semerkant, Buhara, Belh, İsfahan gibi dönemin önemli ilim merkezlerinde dolaşır.

Nişapur’da (İran) vefat eder. Aynı yerde mozolesi vardır.

İran ve Doğu edebiyatında rubai türünün yaratıcısı sayılır.

Burada matematikçi ve şair Ömer Hayyâm’ı tanıtacağız.

 

MATEMATİKÇİ ÖMER HAYYÂM

Zamanının aydınları, kendisini Hoccetü’l Hakk unvanıyla anıyor ve hakkında büyük bir sevgi gösteriyorlardı (Hoccetü’l Hakk, mutlak gerçeği bulmak için başvurulacak biricik vesika demek).

1944’te İTÜ’de tatbiki matematik profesörü olan Hâmit Dilgan yazdığı Büyük Matematikçi Ömer Hayyâm isimli eserinde (İstanbul, 1959, 2009) bakın neler söylüyor:

“Onun ilmi kudretinin en bariz delili, meşhur Cebir kitabı ile Zic-i-i Melik Şâhî adlı astronomik tablolarıdır. Matematik, astronomi, fizik, meteoroloji, lojik ve felsefeye dair eserler yazmış olan Hayyâm, muntazam ve hür bir hayat geçirmiştir. O her yaşta fikir cevvaliyetini muhafaza etmiştir.”

Dilgan’a göre Hayyâm, cebir alanındaki çalışmalarıyla sadece Yunanların çözemedikleri problemleri çözmekle kalmamış, aynı zamanda İslam uygarlığı matematikçilerinin çalışmalarını da ileriye taşımıştır.

  • Cebirde ikinci dereceden denklemlerin geometrik ve cebirsel çözümleriyle, üçüncü dereceden denklemlerin genel bir tasnifini yapmış-ki o vakte kadar yapılamamıştır- ve üç kökü pozitif olan bir üçüncü derece denkleminin üç kökünü tayin etmiştir.
  • Bugün aritmetik üçgen (veya Pascal üçgeni) adını alan ve Hayyâm açınımındaki katsayılarla teşkil olunan şema Hayyâm’a ait bir buluştur.
  • Geometriye gelince: Öklid geometrisinin, eski zamanlardan beri münakaşa konusu olan bazı postülaları üzerinde inceleme ve kritikler yapmış olan Hayyâm, öklidyen olmayan geometrilerin ilk müjdecilerinden sayılan İtalyan matematikçi rahip Girolamo Sacheri’den (1667-1773) çok daha evvel bu müjdeyi vermişti.
  • Ömer Hayyâm, kendinden beş asır sonra gelen Descartes’ten evvel analitik geometrinin önderlerindendi. Çünkü o, cebir denklemlerini, ikinci dereceden eğrilerin kesiştirilmesi yoluyla çözmesini biliyordu. Daha doğrusu Hayyâm, geometri yardımıyla cebir yapmış ve âdeta bugünkü cebirsel geometriye doğru ilk adımı atanlardan biri olmuştu.
  • Ömer Hayyâm’ın matematikteki esas şöhreti, bilhassa üçüncü dereceden denklemleri mükemmel bir surette tasnif etmesinden ve bunları sistematik olarak çözmüş olmasından ileri gelmektedir. Hayyâm, kullandığı denklemlerin hepsinde nümerik veya cebirsel çözümleri geometrik metotlara bağlamakla bu işi adeta kanunlaştırmıştır. İşte bu geometrik metotlar sayesinde Hayyâm, sıraladığı üçüncü dereceden denklem tipleriyle dördüncü dereceden bazı tipleri ve bilhassa Ebül Vefâ tarafından çözümüne girişilmiş olan denklemi çözmeye muvaffak olmuştur.
  • Matematik tarihçilerinin ittifakla kabul ettiklerine göre, kübik denklemlerin genel teorilerine dair ilk sistematik adımı atmış olan âlim Ömer Hayyâm’dır.

 

ÖMER HAYYAM ÖNCESİ VE SONRASI (İSLAM UYGARLIĞINDA) MATEMATİK İLMİ (8. yüzyıl sonundan 15.  yüzyıl sonuna kadar) 

Meraklısı için şu notu ilave edebiliriz.

  1. yüzyılın sonlarından itibaren gelişme kaydeden İslam uygarlığı önceleri bir çeviri faaliyeti gibi başlamış, bilimsel ve felsefi etkinlikler zamanla özgün İslam bilimcilerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu gelişme ilk adımlarını akılcı bir heterodoks topluluk olan (ortodoks olmayan) Mutezile’nin etkisiyle ortaya atmıştı. Mutezile de VII. Yüzyıl ortalarındaki Rafizilik gibiydi. Gelişmeleri tek nedene indirgemek toplumbilimin yapısına aykırı olacağından salt bu faktörleri belirtmekle yetinelim.

Mutezile: Müslüman olmakla birlikte yazgıyı yadsıyarak, “kul, ettiklerini kendi yaratır” diyen ve Tanrı’nın sıfatları konusunda sünnet ehli gibi düşünmeyenlerin felsefesi.

Rafizilik: Yahudi asıllı İbni Sebe’ce kurulan, Hazreti ali ve onun soyuna aşırı ölçüde bağlı, Sünniliğin bütün görüşlerine karşı olan, Şiiliğin bir kolu sayılan bir inanış yolu.

 

Hâmit Dilgan bu dönemden şöyle bahsetmektedir:

“8. Yüzyılın ortalarından 15. Yüzyılın sonlarına kadar matematik ilimleri (cebir, aletler imal ve teorisi, gökcisimlerinin gözlem ve tekniği) bağımsız olarak Türk, Arap ve Fars matematikçilerinin hâkimiyeti altında devamlı bir gelişme gösterdi. Bu gelişme, Hârun el-Reşid ve bilhassa oğlu el-Me’mun zamanında Bağdat ekolüyle en yüksek mertebesine ulaşmıştır. 11. yüzyılın başlarında Kahire matematik ekolüyle (İbn-i Yunûs, İbn-i Heysem…) bir kat daha gelişen İslam matematiği beş asırlık devrenin sonunda 11. yüzyılın son yıldızı olan Ömer Hayyâm’la bir duraklama devresi geçirmiştir… Sonra yeniden yükselişe geçen İslam medeniyetinde matematik, ancak Türk âlimi Nasîreddin Tusî’nin (1201-1274) Meraga ekolüyle yarım asır müddetle tekrar -bilhassa Faslı aritmetikçi  Ahmet İbn-i Muhammed el-Bennâ el-Marâkeşi’yle (1258-1339)- parladıktan sonra yeni bir durgunluk devresine girmiş ve nihayet 1435’te Uluğ Bey’in Semerkad akademisiyle desimal sistemin kâşifi Gıyâseddin Cemşid el-Kâşi, Bursalı büyük astronom Kadızâde Rumi, Ali Kuşçu, Miyrem Çelebi ve sayılar teorisi bilgini Gırnatalı Ali İbn-i Muhammed el-Kalsadî’yi içine alan bir buçuk asırlık parlak fasılanın sonunda tekrar duraklamıştır.”

  1. yüzyıldan sonra, özellikle de İslam devletlerinin üç farklı halife tarafından idare edildiği, on farklı devlet ve onlarca beyliğe bölünerek birbirlerine karşı savaştıkları dönemden itibaren Doğu’da ne büyük matematikçilere ne de bilim ve felsefenin yeni bir soluğuna tanıklık edebiliyoruz. İbn Tufeyl, İbn Rüşd ve İbn Haldun’un 12.-14. yüzyıllarda ortaya çıkması, bu sürecin kesinkes sona erdiğinin işaretidir.

Bilimin merkezi, Rönesans’la birlikte Batı’dır artık.

 

RUBÂİLERİ ÜZERİNE

“Rubâiler İranlıların fikir hayatını belirten manzum ansiklopedilerdir.”

Danimarkalı oryantalist Dr. Arthur Christensen

 

Hayyâm gibi ozanlar ve eserleri salt Doğu uygarlığının değil, bütün insanlığın ortak kültürel mirasıdır.

Hayyâm, oldukça kolay anlaşılan, yumuşak, akıcı, açık seçik bir dil kullanır. Şiirlerinde gerçekçidir. Yaşadıklarını, gördüklerini, çevresinden, zamanın gidişinden aldığı izlenimleri yapmacıklığa kapılmaksızın olduğu gibi dile getirir. Ona göre gerçek olan yaşanandır, dünyanın ötesinde ikinci bir dünya yoktur. İnsan yaşadıkça gerçektir. Gerçek ise yaşanandır. En şaşmaz ölçü akıl ve sağduyudur. İnsan bir akıl varlığıdır. En iyi yol gösterici akıldır. Gerçeğe de bu yolla ulaşılabilir.

Onun şiirinde zamanın haksızlıkları, softalıkları, akıl almaz saçmalıkları inceden inceye alaycı, iğneleyici bir dille yerilir, verilir. Dörtlüklerinin konusu aşk, şarap, dünya, insan hayatı, yaşama sevinci, içinde bulunduğumuz dünyanın tadını çıkarmadır.

Dolayısıyla insanla sıkı bir bağlantı içinde bulunan gerçek eylem ve davranışlar şiirinin konusudur. Hayyâm’a göre hayatın ana dokusu bunlarla örülüdür. Bazı dörtlüklerinde filozofça bir sezgi, insanseverlik, gösterişten ve aşırılıktan uzak bir yaşama anlayışı görülür.

SONSÖZ

Doğal afetlerin kader diye nitelendirildiği günümüz Türkiye’sinde bilime ve fene daha çok önem verilmesi, ülkemizin bugünü ve geleceği üzerindeki karanlık örtünün yırtılıp kaldırılması esas dâhilindedir.

Bunu yaparken de neşe içinde, hoş bir şekilde olmakta fayda var. Tıpkı Ömer Hayyâm üstadımızın mizacını oluşturan tavırları gibi. Hayatı ıskalamadan yaşamaktır bunun özcesi… Neşeye övgü!

Hayyâm için ne de olsa serde rintlik (kalenderlik) var demişim; abartılı bir sıfat sayılmaz sanırım.

Belli başlı eserleri: 

Muhtasar fi’l-Vücud (Varlıkla İlgili Bilgi Özeti)

El-Kevn ve’t Teklif (Oluş ve Görüşler)

El-Cebr (Cebir)

Mizan-ül-Hikem (Bilgelikler Ölçüsü)

Ravzat-ül- Ukul (Akıllar Bahçesi)

Rubaiyat (Dörtlükler)

(Ömer Hayyâm’ın dörtyüz rubâisini toplayan Asaf Hâlet Çelebi’nin kitabından yararlandım aşağıda Hayyâm’ın dörtlüklerine yer verirken)

 

DÖRTLÜKLERİNDEN SEÇMELER (16 RUBÂİ)

 

Küfrü dinden ayıran mesafe, bir nefesten ibaret. Şüphe dünyasından yakîn âlemine giden yol da yine böyle bir nefestir. Şu aziz olan nefesi hoş almaya bak; ömrümüzün olup olacağı, bu bir tek nefestir.

 

Âdeti cefa etmek olan bu yüksek çarh (felek), hiçbir kimsenin müşkülünü halletmemiştir. Nerede yaralı bir yürek görmüşse, onun üzerinden başka bir yara daha açmıştır.

 

Yarın ayrılık dağını aşacağım. Saçlarım ağarmış olduğu hâlde şarap içeceğim.

Ömrümün senesi yetmişe vardı. Zevk ve safayı bugün sürmezsem ne zaman süreceğim.

 

Her zaman derler ki, “Sofu kimseler nasıl ölürlerse kıyamette o surette dirilirler.”

İşte biz de şaraptan ve sevgiliden bir an ayrılmıyoruz. Herhâlde mahşerde bizi de bu hâlde çıkarırlar.

 

Hoş bir sabahtır bu… Kalk, ey sâki! Geceden kalan şarabı şişeye koy.

Bana bir kadeh sun ve şu ânı ganimet bil; zira yarın sen de bir kemerin tuğlası olacaksın!

 

İlk günlerde zihnim gökyüzünde Levh-i Mahfûz’u, kalemi, cenneti, cehennemi arayıp durdu.

Sonra üstad bana sağlam bir bilgi ile, “Levh de, kalem de, cennet de, cehennem de hep senin kendindedir!” dedi.

Levh-i Mahfûz: Tanrı takdiri ile yeryüzünde bütün olup biteceklerin önceden yazılı olduğu levha.

 

Her şeyi bilen Allah bütün bu değişik tabiatların terkibini vücuda getirdiği zaman niçin bu terkipleri eksik ve kusurlu yaptı acaba? Eğer bu suretler iyi olduysa niçin onları kırıp, bozuyor, eğer iyi olmadıysa kabahat kimin?

 

Geçmiş günü hatırlama; gelmeyen yarın için de yanıp yakılma.

Daha gelmemiş veya çoktan geçmiş şeylere bel bağlama; şimdiki hâlini hoş geçir ve ömrünü boşa harcama.

 

Bir şeyh bir fahişeye dedi ki:” Sarhoşsun; her zaman bir başkasının tuzağına düşüyorsun!”

O cevap verdi: “Ey şeyh! Ben hakikaten dediğin gibiyim, fakat acaba sen de göründüğün gibi misin?”

 

Biz kuklalarız; felek de kukla oynatandır. Bu mecaz değil hakikaten böyledir.

Varlık sahnesinde hepimiz oynamakta idik. Sonra birer birer adem sandığına atıldık.

 

Ben asi bir kulum… Hani, senin rızan nerede? Sen kalbi kararmış bir adam… Hani senin nurun?

Sen, bize cenneti taat ve ibadet mukabilinde veriyorsan o bir alışveriş olur… Hani senin lutfun?

 

Ben harâbâtla iftihar ederim; zira onun ehli olanlar hakikaten ehildirler. İyi bakacak olursan onların kusurlarının bile mahzuru yoktur.

Medreseden hiçbir gönül ehli yetişmez; bu harabe yıkılsın; çünkü bir cehil evidir.

 

Bu dünyada günah işlememiş kim var, söyle! Günah işlemeyen nasıl yaşar; söyle! Ben fenalık ediyorum; sen de bu fenalığıma fena bir cezayla mukabele ediyorsun. Öyle ise seninle benim aramızdaki fark ne, söyle!

 

İnsanın tabiatında mevcut olan iyiliği ve kötülüğü, kazâ ve kaderden gelen sevinci ve kederi, sakın Felek’ten bilme; çünkü akıl cihetinden, Felek senden bin kere daha âciz ve biçaredir.

 

Irmakta akan su gibi, çöllerde esen rüzgâr gibi benim ve senin ömrümüzden bir gün daha eksildi.

Ben hayatta oldukça şu iki günün kederini çekmemeliyim: Biri gelmemiş, biri de geçmiş günün.

 

Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye,

Altınları, gümüşleriyle övünmeye.

Tam işleri dilediği düzene girer,

Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.

 

Kaynakça:

Hayyam, Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Birinci Basım, Ekim 2003, İstanbul.

Ömer Hayyâm, Sadık Usta, Epsilon Yayınevi, 1. Baskı: Ekim 2020, İstanbul.

Ömer Hâyyam Rubâiler, Hazırlayan: Asaf Hâlet Çelebi, Kapı Yayınları, 1. Basım: Ocak 2021, İstanbul.

Semerkant, Amin Maalouf, YKY, 98. Baskı, Şubat 2021, İstanbul.

Meydan Larousse, Ömer Hayyam maddesi. Sabah Yayınları, İstanbul.

Türkçe Sözlük, Ali Püsküllüoğlu, Arkadaş Yayınevi, 1. Basım, Ankara

Hazırlayan: Serkan Yaman

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir