Search
Close this search box.

Simon Bolivar -I- Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Chavez ve sonrasında Venezuela’da kurulmaya çalışılan Bolivarcı düzen, ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri tarafından yok edilmeye çalışılıyor. 20 Şubat 2019 tarihli gazetelerde yazdığına göre, Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales, “ABD Başkanı Donald Trump, Venezuela’ya yaptığı ekonomik saldırının ardından şimdi de askeri müdahalede bulunmaya hazırlanıyor.” diyerek, emperyalistlerin Venezuela’da inşa edilmeye uğraşılan halkçı-kamucu düzenden ne ölçüde korktuklarını bir kez daha açığa çıkardı. Emperyalist sömürüyü reddeden, Venezuela halkının çıkarlarını esas alan bu ilerici düzene adını veren Bolivar’ın kim, görüşlerinin ne olduğu ve mücadelesi bu yazı dizisinde anlatılmaya çalışılacak.

Simon Bolivar, altı Latin Amerika ülkesinin özgürleşmesine önderlik eden bir devrimci, sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadelesinin ilkelerini ortaya atan bir aydın ve bağımsızlık savaşını yöneten bir kahramandır. O, Latin Amerika halkının sınırsız sevgisini kazanırken, sömürgecilerin ölümcül nefret şimşeklerini üzerine çekti. Birçok İspanyol Amerikalı ondan diktatör ve hatta kral olmasını isterken, soygun düzenleri bozulan bazı kişiler ise onu vatan hainliğiyle suçladılar ve hatta öldürmeye kalkıştılar. Bolivar’ın mücadelesi ilerici-halkçı-devrimci kesimler için ilham kaynağı oldu ama emperyalist güçler ve yandaşları onu bölgede yaşadıkları sorunların sorumlusu olarak gördüler. O, partizanlar-gerillalar tarafından sahiplenilirken; liberal, popülist hükümetlerce asimile edilmeye çalışıldı. Bolivar Latin Amerika’da hala halkın taleplerine tercüman olan ve tartışmalara konu olan bir liderdir. Sırf bu nedenden dolayı bile hayatının, görüşlerinin ve mücadelesinin bilinmesinde, anlaşılmasında yarar olan bir kahramandır.

Bolivar’ın ülkemiz için de önemi var; Türkiye’nin ulusal demokratikleşme mücadelesinin kaynakları arasında önemli bir yer tutan Aydınlanma hareketi Bolivar’ın düşünce yapısının oluşumunda da büyük rol oynamıştır. O, bu hareketin önde gelenlerinin düşüncelerinden ve Fransız Devriminden aldığı ilhamın da etkisiyle sömürgecilere karşı savaşmaya karar vermiş, Latin Amerika’nın ve ülkesinin bağımsızlığını sağlamaya çalışmıştır. Türkiye halkı ise ondan yüz yıl sonra, emperyalizm çağında, Mustafa Kemal’in önderliğinde, işgalci Batılı devletlere karşı tüm mazlum milletlere örnek olacak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı vermiştir. Bu her iki mücadele de döneminin sömürgeci, emperyal devletlerine karşı yürütülmüş bağımsızlıkçı halk hareketleridir ve çağdaş ulus devletler yaratmayı amaçlamışlardır.

***

24 Temmuz 1783 yılında soylu bir ailenin çocuğu olarak Caracas’da doğan Simon Bolivar, küçük yaşta babasını, dokuz yaşında iken de annesini kaybetmesinin etkisiyle düzenli bir okul hayatından ve üniversiteden yoksun kalır. Dedesinin yanına giden küçük yaştaki Bolivar’ın kollanmasını dayıları, özellikle de Carlos isimli dayısı yapar. Bu adamın asıl niyeti öksüz kalan Simon’un mirasını ele geçirmekti. Çocuk Simon Bolivar’ın en çok değer verdiği insan ise San Mateo konağında bir köle olan siyah sütannesi Hipolita’ydı. Bu kadın ona hem annelik hem de babalık yapmıştı.

Çocukluğundaki okuma hayatıyla ilgili Santander’e yazdıklarına göre, annesi ülkenin en iyi hocalarını tutarak onu küçükken yetiştirmeye çalıştı. Okuma yazmayı ve dil bilgisini, 1804-5’de Paris’te iken tekrar karşılaşacağı Venezuela’nın aydınlanma yıldızı kabul edilen Simon Rodriguez (Robinson)’den, coğrafyayı ve edebiyatı şair Bello’dan, matematiği ise Peder Andujar’dan öğrendiğini ifade eder. Bolivar küçükken ayrıca dans, binicilik ve eskrim dersleri de alır. 1793’te on yaşında olan Simon, Caracas’taki devlet okulu Escuela Publica’ya yazılarak burada okuma-yazma, matematik ve din bilgisi dersleri aldı. Rodriguez de burada öğretmenlik yapıyordu. Genç Andres Bello özel ders verdiği Simon için “yetenekli ama yerinde duramayan, dikkati biraz dağınık bir öğrenci” değerlendirmesini yapıyordu. Simon 14 yaşındayken aile geleneğine uyarak seçkin milis kuvvetlerine asker olarak yazıldı. Büyük babasının kurduğu, sağken babasının kumanda ettiği Aragua Vadisi Beyaz Gönüllüleri birliğine alınan Simon Bolivar’ın doğal liderlik yeteneğinin fark edilmesi üzerine bir yıl sonra asteğmenliğe terfi ettirildi. Burada uzun sürmeyen askeri eğitimden sonra seçkin bir kreole uygun bir davranış olarak Caracas’taki dayısı tarafından Madrid’te yaşayan diğer dayısı Estaban’ın yanına gönderildi.

Bolivar onbeş yaşındayken Caracas’tan ayrılıp İspanya’ya gitti. Venezuela’da çocukluğunda ve ilk gençlik yıllarında çok iyi olmasa da eğitim almıştı, babasını ve annesini küçük yaşta kaybettiği için aile bağları çok güçlü sayılmazdı ama mal varlığı iyi düzeydeydi, kendine güveni de tamdı. Sonraki hayatında karşılaştığı olumsuz gelişmeleri kötü geçmiş çocukluğuna bağlama eğilimine hiç düşmedi. Her şeye isyan etmez, gerektiğinde geri çekilmeyi de bilen birisiydi. Sağlam bir irade ve karar verme gücüne sahip olduğuna dair belirtileri askeri eğitimi sırasında göstermişti. Toplumun alt sınıflarıyla kolaylıkla kaynaşmayı da becerme yeteneğine sahipti.

1799’da gittiği İspanya derin bir ekonomik durgunluk yaşıyordu. Onun gözlemine göre, bu İspanya Fransa’nın uydusu, İngiltere’nin düşmanı olan ve güven vermeyen bir ülke durumundaydı.

Madrid’te Savaş bakanı Uztariz’le tanıştı ve onun yardımıyla felsefe, tarih ve dilbilim çalıştı. Bu dönemde kısa bir süre sonra evleneceği Maria Teresa’yı tanıdı. 1802’nin Ocak ile Martı arasında Paris’e gitti ve Fransa’nın İspanya’ya göre çok daha ileri bir ülke olduğuna karar verdi. İspanya’ya geri gelen 19 yaşındaki Simon Bolivar kendinden iki yaş büyük Maria Teresa ile 26 Mayıs 1802’de evlendi ve çok geçmeden birlikte Caracas’a döndüler. Caracas’ta ailesinden kalan ev ve arazileriyle ilgilenirken eşi hastalandı ve evlenmelerinden sekiz ay sonra 22 Ocak 1803’te öldü. Bolivar bu dönemde yaşadığı kederin, boşluğun sonraki hayatına, mücadeleye girişmesine etkisini sonraki yıllarda şöyle anlatır:

“Dul kalmasaydım hayatım farklı olurdu herhalde. General Bolivar ya da Kurtarıcı olmazdım. Gerçi Sn Mateo’nun belediye başkanlığıyla yetinecek biri olmadığımı da kabul etmem gerek… Ama eşimle birlikte1802’de Avrupa’dan döndüğümde, aklımda siyasi fikirler değil delicesine bir sevda bulunduğunu tekrar belirtmek isterim; henüz siyasi fikirler tahayyülüme hakim olmamıştı. Eşim öldüğünde, bu erken ve beklenmedik kayıp neticesinde yalnız kaldığımda İspanya’ya döndüm ve önce Madrid’den Fransa’ya oradan da İtalya’ya geçtim. Ancak ondan sonra kamu işlerine ilgi duydum; siyaset ilgimi çekmeye başladı ve o dönem ortaya çıkan değişiklikleri takip ettim… Eşim ölmeseydi Avrupa’ya ikinci bir yolculuk yapmazdım ve muhtemelen seyahatlerimde edindiğim fikirler Caracas ya da San Mateo’da ortaya çıkmazdı. Keza dünyaya ve insanlara, ayrıca siyasi kariyerim boyunca benim için çok değerli olan şeylere dair deneyim ve bilgi edinmem de Amerika’da olacak iş değildi. Eşimin ölümü beni erkenden siyaset yoluna itti.”” (1)

Bolivar Yeniden Avrupa’da

Yaşadığı bu trajedi Bolivar’ın tekrar Avrupa’ya gitmesine neden oldu ve orada Latin Amerika’da oynayacağı siyasi rol için ihtiyacı olan bilgi ve görgüyle donanacaktı. Yeniden ülkesine döndüğünde Latin Amerika’da Bolivar’la kıyaslanabilecek düzeyde kimse yoktu.

1803’te, 20 yaşındaki Bolivar gemiyle Madrid’e gitti oradan da 1804’te Paris’e geçti. Paris’te Latin Amerika’nın doğasını, jeolojik yapısını, bitki örtüsünü incelemekten yeni dönmüş Alman bilim insanı Humbolt ve arkadaşı Fransız araştırmacı Bonpland ile tanıştı. (2) İlk tanıştıkları dönemde Bolivar’dan fazla etkilenmeyen Humbolt 1821’de onu “büyük bir adam” olarak selamlıyor, “Amerika’ya (Güney Amerika’yı kast ediyor olmalı bn.) iyi hizmetlerde bulunduğunu ve yüce ahlaki değerler konusunda halkına örnek olduğunu söylüyordu.” (3)

Bolivar, 1804-6 yıllarında Avrupa’da düşünsel olarak ve siyaseten kendini yeniledi. Bu yıllarda siyaset üzerine okumaya, düşünmeye başladı, Dünyadaki değişimleri Avrupa’dan gözledi. Bu dönemde imparatorluk İspanyası biryandan Fransız İmparatorluğu tarafından tehdit edilirken, diğer yandan İspanyol donanması Fransız donanmasıyla birlikte 1805 tarihinde Trafalgar’da B. Britanya donanmasına yenilgiden kurtulamadı. Giderek zayıflayan İspanya’nın Latin Amerika’yı egemenliği altında tutması artık zorlaşmaya başlamıştı. Değişen dünya koşullarında Latin Amerika’yı nasıl bir gelecek beklemekteydi? Bolivar’ın bu yeni durumda Latin Amerika’daki yeri ne olacaktı? Artık Bolivar’ın kafası bu ve benzeri sorularla meşgul olmaya başlamıştı.

Bu arada Napolyon miti de Bolivar üzerinde etki yapıyordu. Onun için Napolyon hem çekici hem de itici bir liderdi. 1804’te Bolivar Fransa’da iken imparator olan Napolyon’a bakışı bazı kaynaklara göre olumlu bazılarına göre ise olumsuzdur. Bolivar’a göre, Napolyon imparator olduktan sonra cumhuriyetin kahramanı değildi. O “özgürlük ve şeref sembolü, siyasi hayranlığını kazanan kişi” değildi, ikiyüzlü ve özgürlük düşmanı birisiydi.  Napolyon’un taç giymesini “sefalet timsali gotik bir hayalcilik” olarak görürken onun Fransız halkı üzerinde uyandırdığı yaygın coşku ve ilgiden de etkilenmekten kaçınamıyordu.

“Ama beni de böyle bir kaderin beklediğini hayal etmekten ne kadar uzaktım! Doğrudur, daha sonra bir gün ülkemin kurtuluşuna katkım olacağını düşünmeye başlamıştım; ama böyle büyük bir olayda başı çekeceğimi değil.” (4)

Bolivar Paris’te karşılaştığı Caracas’taki hocası Simon Rodriguez’in de etkisiyle 1805 baharında İtalya’ya doğru yola çıktı. Milano’da Napolyon’un muzaffer girişine ve onu karşılayanların oluşturduğu manzaraya tanıklık etti. İtalya’da birçok şehri gezen Bolivar ülkesine adını veren Venedik’e de uğrar. Floransa’da sanat eserlerini gezer ancak Machiavelli’nin düşüncelerinden pek hoşlanmaz. Onun fikirlerindeki ahlaksızlık Bolivar’da nefret uyandırır. Bu tarihten yirmi beş yıl sonra da Bolivar Machiavelli’nin fikirlerinden hoşlanmadığını belli edecektir.

İtalya gezisi Bolivar’ın ülkesini bağımsızlığa kavuşturma fikrini daha da güçlendirir. Roma onu çok heyecanlandırmıştı, klasik tarih ve modern felsefeyle donanmakta olan bir beyin, burada eski zaferlerin mekânında sömürgecilere karşı verilecek mücadelenin önemini daha bir açıklıkla kavrıyordu. Ağustos sıcağında Roma’nın tarihi kalıntıları arasında Bolivar’ın ruh halini O’Leary şöyle betimler: “Monte Sacro’da ülkesinin çektiği çileler zihnini doldurmuştu; diz çöktü ve yemin ederek, özgürlüğüne kavuşmuş Güney Amerika’nın bu yeminin tutulduğuna şahit olacağını söyledi.” O’Leary bu yemin olayının ayrıntılarını Bolivar’dan ve o sırada Roma’da bulunan diğer kişilerden öğrenir.

Bolivar bu yemini hocası Rodriguez ve arkadaşı Toro’nun önünde, 15 Ağustos 1805’te etmişti. Rodriguez’in sonraki yıllarda hatırladığı şekilde yazılan yeminin son kısmında Bolivar şöyle and içer: “Sizin önünüzde, atalarımın Tanrısı üzerine, babalarımın üzerine, şerefim üzerine, ülkem üzerine yemin ederim ki İspanyol iktidarının bizi ezen zincirlerini kırmadan ne bedenim ne de ruhum huzur bulacaktır.”

Bolivar bu yemini hiç unutmaz. Yıllar sonra Rodriguez’e bu yemini sorar ve şöyle der: “Roma’ya, Monte Sacro’ya gittiğimizi hatırlıyor musun, ülkemizi özgür kılmak için kutsal topraklar üzerinde yemin etmeye gitmiştik ya hani? Hepimiz için ebedi şan anlamına gelen o gün, bütün beklentilerimizin ötesinde olan bir umut uğruna, kehanet gibi bir yemin etmiştik, hatırlıyor musun?” (5)

İtalya gezisi sırasında Vatikan’da genç Bolivar’ın İspanya elçisine eşlik ettiği bir toplulukta Papa da varmış. Bolivar, eğilip Papa’nın ayakkabısındaki haçı öpmeyi reddetmiş. Papa genç adamın böyle bir harekette bulunmaktan utanç duyduğunu anlamış ve yüzüğünü öpmesi için elini uzatmış. Papa’nın yüzüğünü öpmüş olmasına rağmen dönüşte İspanyol elçi Bolivar’ı azarlamaya kalkışınca şu cevabı almış: “Papa eğer haçı ayakkabısına takıyorsa Hıristiyan dininin sembolüne pek az saygı gösteriyor demektir; ne de olsa Hıristiyan âleminin en şanlı hükümdarları haçı taçlarına takmışlardı.”

1806 Nisan’ında Paris’e dönen Bolivar, Venezuela’ya gerçek hayatına dönmeye kararlıydı. Ülkesi için çok şey yapmak istiyordu ama nasıl yapacağını tam olarak bilemiyordu. Daha sonra yaptığı değerlendirmede Tanrı tarafından görevlendirildiği düşüncesine karşı çıkıyor ve şöyle diyordu: “Koşullar, tabiatım, karakterim ve tutkularım yola çıkmamı sağladı; hırsım, kendimi adayışım, enerjim ve içgörülerim de yoluma devam etmemi mümkün kıldı.” O, kendini Latin Amerika devriminin tek yaratıcısı olarak görmüyor, mücadele içinden başka liderlerin de çıkacağını ifade ediyordu. Bolivar’ın 1804-6 yıllarında Paris’te yaşaması, İtalya gezisi ve buradaki yemini onu geliştiren adımlar oldu. Bu dönemde uluslararası politika konusunda da yeni fikirler edindi. Napolyon’un yaratığı tehdidin farkına varmakla birlikte Trafalgar zaferinden sonra İngiltere’nin deniz gücünün Güney Amerika için yarattığı tehlikeyi görüyordu. 1806 yılında bu emperyal tehlikeyi gören, sömürgeci İspanya’dan özgürlüğü kazanmanın tek başına çözüm olmayacağının farkına varan Venezuelalı sayısı ne kadardı?

 

(1)John Lynch, Simon Bolivar, s.26, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, İstanbul.)

 (2) Humbolt, tüm insanların ve halkların eşitliğini ve özgürlüğünü savunurdu. Köleciliğe ve toplumsal eşitsizliklere karşı çıkan bu parlak bilim insanı, genç bilim adamlarını her yönden desteklerdi. Bilimsel çalışmaları sırasında Latin Amerikalıları da tanıyan Humboldt, yaşamını ve servetini bilimin gelişmesine adayan örnek bilim insanlarından biri olarak tanınır.

(3)Lynch, s.29

(4)Age, s.30

(5) Age, s. 32-33

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir