Siyasal Krizin Temel Nedenleri-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Bilim insanlarının yıllardır “geliyor” dedikleri on ilde yaşanan büyük deprem felaketi ve sonrasındaki sel baskını, 21 yıldır memleketin tepesinde oturan, devlete hâkim olan AKP rejiminin ülkeyi yönetmekte sadece yetersiz ve aciz kalmadığını, daha da ötesi halka zarar da verdiğini bir kez daha açığa çıkardı.

Tek adam rejimi, emperyalizmin Türkiye’yi daha kolay şekilde hegemonyası altında tutmasının, isteklerini yerine getirtmesinin en uygun yönetim şekillerinden biridir. Bu birçok insan ve çevrenin ortak görüşüdür. Emperyalist güçler, Türkiye’de, 20’inci yüzyılın ikinci yarısında, biçimsel demokratik yönetim altında stratejik önemde gördükleri sorunları çözdürmekte sorun yaşayınca açık faşizme başvurarak bu sorunların çözümünü sağlıyorlardı. 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde ise biçimsel parlamenter sistem içinde çözdüremedikleri ya da çözümünde zorlandıkları büyük iç ve bölgesel sorunların üstesinden gelebilmek için tek adam rejimini dayattılar. Emperyalistler, bu yüzyılın başında, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz politikalarını uygulatabilmek için Türkiye gibi büyük stratejik öneme sahip bir ülkeyi sıkı şekilde kontrolleri altında tutmaları gerektiğini biliyorlardı. Bu sonucu oluşturmanın en uygun şeklinin de tek adam rejimi olduğunu gördüler ve Bahçeli’yi de kullanarak bu “dinci-gerici milliyetçi” sistemin yürürlüğe girmesini sağladılar.

“Dinci-gerici milliyetçilik” kavramının burada kullanılmasının nedeni, soğuk savaş döneminde, emperyalist güçlerin yönlendirmesiyle öne çıkarılan MHP’nin ideolojisi aşırı milliyetçiliğin günümüzde siyasal dinciliğin içinde eritilmesindendir. Bugün AKP’nin de benimsediği bu “milliyetçilik” anlayışıyla, Türk-İslam sentezindeki Türkçülük bir gösteriş, tören malzemesine dönüştürülmüştür. Dünkünden de gerici olan bu anlayış, “misak-ı milli milliyetçiği”nin yani “tam bağımsızlık” idealinin tam olarak karşısında mevzilenmiş, emperyalizmin bölge politikalarına uygun düşen bir düşüncedir.

Son zamanlardaki gelişmeler de gösterdi ki, emperyalist sermaye bu tek adam rejiminin tehlikeye girmesinden rahatsızlık duymaktadır. Bu nedenle tek adam rejimini tehdit eden tüm muhalif hareketlerin güçlerini kırmanın çeşitli çarelerinin arayışı içine girdi. En son Millet İttifakını parçalama girişimi de bu yoldaki bir denemeydi. Ancak bu girişim çeşitli halk kesimlerinin baskısıyla şimdilik atlatıldıysa da bu tür hareketlerin, ileride aynı parti veya Masadaki bir başka parti vasıtasıyla tekrarlanmayacağının bir garantisi yoktur. Emperyalizmin temel bölge politikalarına ters düşen veya bu politikaların uygulanmasını zorlaştıracak her hareket çeşitli operasyonlarla karşılaşabilir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet güçlerini bölecek, parlatılmaya uygun adayların öne çıkarılmalarını da bu kapsam içinde değerlendirmek gerekir.

***

Tekelci sermaye çevrelerinin bu aşamada tek adamcı AKP iktidarını ayakta tutmak istemelerinin altında yatan somut nedenlerden birisi, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamında geniş halk kitlelerinin sürekli fakirleştirilmesi koşullarının (yüksek enflasyon-pahalılık, düşük ücretler vb.) sağlama alınmış olması ve bu ortamda bir avuç zengininin ölçüsüz şekillerde daha da zenginleşmesidir. Bugünkü ağır ekonomik kriz koşullarında halktan, ülkeden çalınanlar iç ve dış finans çevrelerine aktarılmakta ve bu sömürü mekanizması tek adam rejiminde, parlamenter sisteme göre daha acımasız şekillerde işletilmektedir.

İkinci neden ise on ilimizde yaşanan deprem felaketinin, beton lobisi başta olmak üzere büyük sermaye çevrelerine yeni ve büyük kazanç kapılarını açmış olmasıdır. Büyük sermaye kesiminin bu felaketi fırsata çevirmesi Erdoğan’ın tek adam rejiminde çok daha kolay olacaktır. İstedikleri kararnameleri çıkartarak, yıkılan şehirleri çıkarlarına uygun şekillerde, istedikleri yerlerde kurdurarak haksız ve büyük kazançlar elde etmeleri sağlanacaktır. Deprem bölgesindeki bu yeni süreçte; kamu yararı, halkın yaşayacağı konutlar ve şehirler hakkında söz ve karar sahibi olması, bilimin ne dediği gibi durumlar tamamen bir kenara atılarak tekelci sermaye kesiminin çıkarları neyi gerektiriyorsa o yapılacaktır. Bunun için sermayedarlar, kısmen de olsa demokratik ögeleri içerecek “parlamenter sistem” gibi karar süreçlerini uzatacak, “adalet, hak, hukuk” denilecek, kuvvetler ayrılığını esas alacak yapılanmaları istemezler. Emperyalist sermaye çevreleri ve içerdeki uzantıları, “ben yaptım oldu” zihniyetinin, cehalet ve kaderciliğin kendileri için daha uygun olduğunu düşünürler, yani en kolay soygunu sağlayacak sistemi isterler. Bugün için bu sistem tek adam rejimidir. İşte bu nedenlerden dolayı, parlamenter sistemi, kuvvetler ayrılığını, bilimi-bilgiyi isteyen, hak-hukuk-adalet diyen güçleri etkisizleştirmeye çalışırlar.

Tam bağımsız, laik-demokratik ve sosyalist Türkiye diyenleri etkisizleştirmeye ve susturmaya çalışmak ise bu güçlerin en birinci görevleridir. Bunun için AKP iktidarı, her yola başvurmaktan geri durmadı. Bu ilerici-devrimci kesimlerin deprem bölgesinde felakete uğrayan insanlara yardım etmesine bile tahammül edemediler.

***

Emperyalizm her dönemde ekonomik çıkarları ve politik amaçları neyi gerektiriyorsa onu gerçekleştirmeye çalışır. Örneğin 2001’de ekonomik krizle boğuşan Ecevit hükümetini Bahçeli eliyle erken seçime sürükleyerek açıktan Amerikan yandaşı olan AKP’yi iktidara taşıdılar ve bu siyasal İslamcı iktidarın desteğiyle Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerini, Müslüman Kardeşler ve diğer cihatçı örgütler vasıtasıyla kaosa ve hatta iç savaşlara sürüklediler. Emperyalizmin bu hesapları ve politikaları nedeniyle bütün bu bölge insanı büyük acılar yaşadı. Önümüzdeki dönemde de Ortadoğu ve çevresi yeni gelişmelere gebe görünüyor. Belki yine büyük acılar yaşanacak ama bu sefer emperyalizmin bölgedeki etkinliğinin giderek zayıflayacağı anlaşılıyor. Geçtiğimiz hafta, ABD’nin potansiyel düşman olarak gördüğü Çin’in arabuluculuğunda, İran ile Suudi Arabistan’ın aralarındaki buzların eritilmeye başlanması, Batı emperyalizminin hiç hoşlanmayacağı bir gelişmenin habercisi olarak gündeme geldi. İran ile Suudi Arabistan’ın arasının yumuşaması, Yemen’deki iç savaşın gerilemesi, Suriye’nin biraz daha rahatlaması, Körfezdeki gerilimin düşmesi ve daha da önemlisi bölgede siyasal İslamcılığın eskisi gibi etkili olamayacağı anlamına gelir. Çin’e prestij kazandıracak olan bu görüşme, ABD’nin Ortadoğu politikalarını da etkileyecektir. Bu gelişmeler karşısında ABD emperyalizmi, önümüzdeki yıllarda Türkiye gibi bölgenin en büyük ülkesine daha fazla ihtiyaç duyacaktır. Tek adam rejimi bu ihtiyacı karşılamak için daha uygun bir sistemdir. Ama diğer yandan, başta Suriye olmak üzere komşu ülkelerle barışı önüne koyan Türkiye’nin muhalefet güçlerinin bu gerçekçi vaadi, tek kutuplu dünya hayalinden vazgeçmek istemeyen ABD’nin hegemonyacı bölge politikalarına hizmet etmeyen bir yaklaşım olarak önümüzde durmaktadır.  Komşularla barış, Akdeniz ve Karadeniz’de barış ve tarafsızlık politikaları, ABD siyasetinin karşısında yer alır. AKP ve ortaklarının tek adam rejimi ise ABD’nin daha kolay yönlendirebileceği ve bölgede düşmanlık ortamını besleyecek bir sistem olarak tercih edilecektir. İçte gerginlik, dışta gerginlik anlayışının tek adam zihniyetinin temel taşlarından birisi olduğunu yaşayarak öğrendik.

Tek adam sistemini Batı emperyalizminin nasıl kolaylıkla yönlendirdiğinin son kanıtı, Finlandiya’nın NATO’ya girişini engelleme girişiminin sonlandırılmasıdır. Aslında kendini Batılıların ciddiye almasını sağlama, Putin’e şirinlik yapma ve içe dönük bir propaganda faaliyeti olan İsveç ve Finlandiya’nın bu örgüte girmesini engelleme girişimi böylece NATO’nun istediği şekilde çözülmektedir. Bu son adım bunu gösteriyor.12 Eylül 1980 darbesinin yapılma gerekçelerine bakınca bunlardan birinin, Ecevit ve Demirel’in Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne (parlamenter sistem içinde) izin vermemeleri olduğunu görürüz. Parlamenter sistemde kamuoyu baskısı daha yoğun biçimde kendini gösterdiği için iktidarlar her istediklerini -baskılara rağmen- yapamayabilirler. Ama açık faşizmde ve birçok bakımdan ona benzeyen tek adam rejiminde en tepedeki kişinin düşüncesi ve tavrı belirleyici olmaktadır. İnsanlar deprem yıkıntıları altında inlerken bile yukarıdan talimat gelmediği için, devlet görevlileri bu insanları kurtarmaya dahi gidememektedir.

***

Türkiye’de öteden beri üç kesim emperyalizmle işbirliği yaparak iktidara gelir ya da ortaklık yapar. Bu kesimlerin birisi liberaller veya bir başka ifadeyle emperyalist Batı’cılar, diğerleri ise siyasal İslamcılar ve aşırı milliyetçilerdir. Bunların kavramsal olarak karşı karşıya olmaları gerekir ama Türkiye’de siyasal planda birbirine koltuk değnekliği yaparlar ya da sentezleşirler. Tarihi süreç içinde bunların başta gelen ortak özelliklerinden biri de kamuculuğa, toplumculuğa, devrimciliğe karşı birleşmeleridir.

Bu konudan söz etmişken, tarihsel bir gerçeğin altını çizmek gerekir; Türkiye’de aşırı milliyetçilikle Batıcılık (liberalizm) görüşü ve İslamcılık birbirine karşı ve hatta düşman gibi bir görüntü içinde olsalar da aslında bunlar birbirinin tamamlayıcısı olagelmişlerdir. Bu aşırı milliyetçilikle, siyasal İslamcılık ve Batıcılığın yakın tarihimizdeki ortak özelliklerinden biri de sola ve Kemalizm’e şiddetle karşı olmalarıdır.  Bunlar sosyalizmden başka, Kemalist devrimciliğe, halkçı-devletçiliğe ve her türlü ilerici-demokrat-devrimci akıma karşı olmakta da ortaklık içindedirler. Bunların tarihsel kökleri II. Abdülhamit dönemine kadar gider. Hepsi de emperyalist sermayenin ve özel sektörcü piyasacılığın savunucuları olan bu akımlar, Cumhuriyetin ilk yıllarında Terakki Perver Fırka ve Serbest Fırka içinde kümelendiler. İkinci Paylaşım Savaşı döneminde çoğunlukla Alman faşizminin yanında yer aldılar, savaş sonunda ABD’ci, Menderes iktidarının destekçisi ve NATO’cu oldular. Soğuk Savaş döneminin anti-komünizm bayrağını hep birlikte taşıdılar. Son yirmi yıldır da emperyalizmin Ortadoğu, Doğu Akdeniz politikalarına ve ülkemizi talan eden tekelci sermayeye hizmet eden, halkı siyasal baskı altına alan siyasal İslamcı AKP iktidarının, tek adam rejiminin dayanakları, baş destekçileri oldular. Bu son dönemde her üç akım da eskisinden daha da gerici noktalara savruldular. Çünkü ağababaları emperyalizmin neo-liberal ekonomi politikası, BOP gibi bölgesel siyasetiyle daha da gericileşip saldırganlaşmasıyla oluşan iklim, bu kesimlerin Cumhuriyet değerlerini, kısmi demokrasiyi, kadın haklarını, kamusal yatırımları ve üretimi yok etmeyi amaçlayan tek adam yönetimine sarılmalarına ortam yarattı.

Ülkeyi ekonomik, siyasal ve toplumsal bunalıma sürükleyen bu Ortaçağcı yönetim altında önemli bir seçime doğru gidiyoruz. Bu seçimde yapılacak tercih, ya ülkenin bu dış destekli gericiliğe ve talancılığa tekrar teslim edilmesini sağlayacak ya da aklı ve bilimi önceleyen, tarihin akışına uygun düşen bir yönde olacak. Ülkemizdeki bu işbirlikçi ve gerici akımlara karşı mücadele, emperyalizme ve politikalarına karşı mücadeleden ayrı ele alınamaz.  Bunlarla mücadele etmeyen, erteleyen bütün siyasal güçler sonunda yozlaşır ve onların dolaylı da olsa aleti haline gelir.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir