Cumhurbaşkanlığı seçiminde tavrımızın nasıl olması gerektiği üzerine yazdığım yazıyla ilgili gelen eleştirileri okuyunca, bir kez daha gördüm ki bu ülkede bilmeden, anlamadan, dinlemeden konuşmak, önyargılarla sınıflandırmalar yapmak, onun davranış kalıplarına uymayanları istediği gibi karalamak marifetten sayılıyor. Hiç şüphesiz ne demek istediğimi anlayanlar ezici çoğunlukta. Ama yukarıdan konuşarak, ne anlama geldiğini bildiği şüpheli ifadeler kullanarak karşısındakini ezeceğini sananlar boşuna heveslenmesinler. Bu ülkenin solu, devrimciliği ne sağ ne “sol” oportünistlere, ne reformistlere ne de etnikçiliği solculuk gibi sunmaya çalışanlara teslim edilmeyecek kadar değerlidir, tarihe ve bilgi birikimine de sahiptir.
Eleştirileri ciddiye alınması gereken düşünce sahiplerinden biri Onur Aydemir arkadaşımızdır. Onur Aydemir, boykotu İP dışında da tartışanların olduğunu, “cumhuriyetçi ve demokrat kamuoyunun önemli bir bölümü sandığa gitme taraftarı değil, mecburiyetten gidecekler” demektedir. Evet, bu görüş yanlış değil. Benim anlatmak istediklerime ters de değil. Aksine ben de “mecburiyetten” oy vermeye gidecekler arasındayım.
Onur arkadaşımız notunun devamında şöyle diyor: “İkincisi, Lenin’in ifade ettiği gibi, işçi sınıfının siyasal bilinci kısa vadeli taktiklere kurban edilemez, onun deyimiyle ‘plan-olarak-taktikler’ diyelim, hiçbir zaman siyasal bilincin önüne çıkarılamaz.”
Bizim yazıda iddia edildiği gibi “taktik”i “işçi sınıfının siyasal bilinci”nin önüne koymak gibi bir düşünce yok. Arkadaşın bu sonuca nasıl vardığını anlamış değilim. Bu sonuca somuttan, pratikten hareketle siyaset üretmekten söz etmemizden dolayı vardıysa bunu tartışabiliriz. Yalnız bu “işçi sınıfının siyasal bilinci” ifadesini ve taktikle ilişkisini Lenin’in nerede, hangi nedenle kullandığını anlayabilmemiz için kaynak verilseydi daha yararlı olurdu. Stratejiye bağlı olan taktik, esasen bir savaş, mücadele kavramıdır. Hiç şüphe yok ki siyasetin önüne geçemez, siyasetin başarısı için uygulamaya sokulur. Notta konu edildiği gibi bir seçimde oy kullanılarak işçi sınıfının siyasal bilincini geriye atılabiliniyorsa, boykot yapılınca neden aynı sonuç ortaya çıkmıyor? Boykot devrimci mi oluyor?
Anayasa referandumunda bir kısım “solcu” AKP ile birlikte hareket ederek “evet” oyu kullandı. Başka bir grup “solcu” ise CHP ve MHP ile birlikte “hayır” oyu kullandı. Diğer bir “solcu” grubu da BDP ile birlikte “boykot” yaptı. Bunların hangisi “işçi sınıfının siyasal bilinci”ne uygun davranmış oldu, ya da hangisinin “kısa vadeli taktiği” “işçi sınıfının siyasal bilinci”ni kurban etmedi? Bu sorunun cevabı ancak pratikte ortaya çıkacaktı ve bence çıktı da. Bu referandumun sonucundan işbirlikçi AKP kazançlı çıkarken; işçi sınıfı ve diğer emekçilerin zararına siyasal, hukuksal gelişmeler meydana geldi. “Evet” de “boykot” da emekçilere ve ülkeye zarar verdi. Oysaki o referandum sırasında “hayır” diyen solculara öbürleri demediğini bırakmamıştı. Ne Kemalistlikleri, ne darbecilikleri ne de 12 Eylülcülükleri kalmıştı. O gün “hayır” diyen kitlelerin çok büyük bir kısmı-belki yenileri de katılacak- Cumhurbaşkanlığı seçiminde de RTE’ye karşı oy kullanacak. O “hayırcı” %42’nin içinde yer alan solcuların çoğunluğunun yine aynı tarafta olacaklarını tahmin ediyorum. Önümüzdeki dönemin gerçek yurtseverleri ve devrimcileri işte bu %42’nin içinden çıkacak. Mayıs-Haziran devrimcilerinin ezici çoğunluğu da onların içinden çıkmıştı. Şimdi bu %42’nin Ekmel’e oy vermek zorunda bırakılmaları elbette ki iyi bir sonuç değil. Ama bunun sorumlusu bu kitle değil. Bu büyük kitleyi Kılıçdaroğlu’nun insafına bırakıp gitmek o kesimden kopuş sürecini başlatmak anlamına gelir ki bu tarihi bir hata olur.
Kılıçdaroğlu, demokrat-devrimci bir adayın çıkarılmasını engelleyerek en büyük iyiliği Demirtaş’a yaptı. Bu politika nedeniyle bir kısım ilerici-demokrat insan ilk turda Demirtaş’a oy verecek. Bunda ne var, diyenlere cevaben Demirtaş’ın Gezi direnişiyle ilgili söylediklerini buraya yazarsak onu destekleyen “solcu”ları üzmüş oluruz. Ama artık önemli olanın RTE’nin birinci turda seçilmemesi olduğu için bu konuyu burada kesiyorum.
Onur arkadaşımız, “Sınıfın öz örgütlülüğü, ya da halk örgütlülüğü olmadığı koşullarda taktik inisiyatif kullanılamaz zira çatışmanın karakterini büyük güçler belirler. Bu büyük güçlerden birine eklemlenmek ise siyasal bilinci orta ve uzun vadede yozlaştırır” demektedir.
Peki, örgütlü olunmazsa ne yapılacak? Hiçbir şey yapılmayacak mı? O zaman referandumda neden “hayır”cı olduk? Bu günümüz koşullarında hayattan kopmayı getirecek bir düşünce. Tam aksine bir kişi olarak kalınsa bile politikanın içinde olmak gerekir. Yanlış yapmaktan da korkmadan siyasal pratiğin içinde olmak ve o “büyük güçlerle” mücadele ederek, onların etkisi altına girmeden yürümesini de öğrenmek zorundayız. Yoksa nasıl hayatın içinde olunacak? İşte işçi sınıfı ideolojisi en fazla da bu noktada pusulamız olmalı.
Dünyanın her yanında büyük güçler var ve onlarla mücadele içinde örgütlenme sağlanacaktır. Bugün dünyadaki en büyük güç emperyalizm ama dünya halkları ondan da büyüktür.
Her koşulda mücadele etmeye kararlı olanlar, şu tartıştığımız konuya da pek güzel cevap olan Henri Lefebvre’nin şu tespitlerini okumalıdır:
“Devrimci (komünist) partilerin stratejisi ve taktiği en büyük kesinlik ile en aşırı esnekliği birleştirmelidir. Onlar, şartlar ve durumlara göre bütün mücadele olanaklarını uygulamalıdır: kanuni veya illegal, barışçı veya şiddetli, parlamentocu veya isyancı, ekonomik ve politik bütün olanakları. Sırası gelince taarruz sanatı ile teşkilatlı geri çekilişi ve birinden diğerine süratli geçişi uygulamalıdırlar. Uzlaşmaları, şeytanla bile olsun (geçici) ittifakları uygulayıp karşı cephedeki ıraksamalarla çelişkileri kullanmalıdırlar.” (H. Lefebvre, V. İ. Lenin Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, s. 477, Yalçın Y. 3. Basım.)
Lenin’in şu okuyacağımız sözleri, anlatmaya çalıştığım görüşleri çok da derinlikli ve geniş perspektifli bir bakışla ifade etmektedir:
“Uluslararası burjuvaziyi devirmek için savaşmak, (ki bu savaş Devletler arasındaki en amansız olağan savaşlardan yüz kere daha zor, daha uzun, daha karışıktır), ve başlarken yalpalamayı, -geçici de olsalar- düşmanlarımızı bölen menfaat zıtlıklarını kullanmayı, (geçici, az emin, sendeler, şartlı da olsalar) olanak dahilindeki müttefiklerle anlaşmalara ve uzlaşmalara varmayı reddetmek, en gülünç bir davranış değil midir? Bu davranış, keşfedilmemiş ve o güne kadar erişilemez olan bir dağa zor bir tırmanış yaparken, bazen zikzaklayarak yürümeyi, bazen geriye dönmeyi, bir defa için seçilmiş olan bir yönden vazgeçip değişik yönler denemeyi önceden reddetmek gibi bir şey olmaz mı?…” (Lenin’den aktaran H. Lefebvre, age, s.477)
Demek ki, ilkelerden vazgeçmeden, somut duruma göre yön, politika tayin etmek gerekiyor. Başka bir kesimle, örgütle kurulacak ilişkide, birlikte yapılacak bir işte en önemli olan ilkeden taviz vermemektir. İlkenin hedefle, programla, teori ve taktikle ilişkisi ve belirleyici önemi hakkında Lenin, III. Enternasyonal’in 1 Temmuz 1921 tarihli toplantısında şöyle konuşuyordu:
“Onlarla (anarşistleri kastediyor bn) belli koşullarda hedefler konusunda anlaşabildim, fakat ilkeler konusunda asla. İlkeler hedefler değildir, ilke ne program, ne taktik, ne de teori demektir. Taktik ve teori ilke değildir. İlkeler bakımından bizi anarşistlerden ayıran nedir? Komünizmin ilkeleri proletarya diktatörlüğünün kurulması ve geçiş döneminde devlet zorunun uygulanmasıdır. Komünizmin ilkeleri bunlardır, fakat hedefleri değil.” (Lenin, Seçme Eserler,Cilt 10, s.308-309, İnter Yayınları, 1997)
Onur arkadaşımızın İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı ve sonrasıyla ilgili düşüncelerini burada tartışmanın şu aşamada bir yararının olacağını sanmıyorum. Ayrıca tartışabiliriz.
***
Ali Ersin Gür arkadaşımız; “Devrimciler, başkaları tarafından belirlenen iki seçenek arasında bir tercih mi yapmalı yoksa kendi seçeneklerini oluşturacak bir patika mı açmalılar?” şeklinde bir soru soruyor. Bu sorunun cevabını da aslında yukarıda vermeye çalıştığımı düşünüyorum. Evet, kendi “patika”mızı açmamız en doğrusu ama karşı karşıya olduğumuz koşullarda bu mümkün mü? Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili “kendi seçeneklerini oluşturacak bir patika”yı hangi araçla ve nasıl açabiliriz? Şimdi tartıştığımız konu bu.
Ancak devrimcilerin asıl amaçları, hedefleri kendi bağımsız mücadele hattını ve örgütlenmesini yaratmak olmalıdır. Bütün gündelik politik karar ve eylemler, teorik faaliyetler bunların oluşturulmasına hizmet etmelidir.
Doğrusunu Mao’dan Öğrenelim
Mao, “Tarih, bize, doğru siyasi ve askeri çizgilerin kendiliğinden ve durduk yerde değil, ancak mücadele içinde ortaya çıkıp geliştiğini gösteriyor…” dedikten sonra çok doğru olarak şu ortaya koyduğu görüşlerle günümüzde sürekli yanlışta ısrar edenlere esaslı bir ders vermektedir: “Düşünce çoğu zaman gerçekliğin gerisinde kalır, bunun nedeni insan bilgisinin birçok toplumsal koşulla sınırlı olmasıdır. Biz, devrimci saflarda, düşünceleri değişen nesnel koşullara ayak uyduramayan ve tarihi olarak sağ oportünizm biçiminde kendini gösteren iflah olmazlara karşıyız. Bu kimseler, nesnel sürecin karşıtların mücadelesi tarafından ilerletilmiş olduğunu, kendi bilgilerinin ise eski aşamada takılıp kaldığını göremezler. Bütün iflah olmazların düşüncesindeki belirleyici özellik budur…”
Mao devamla “sol” oprtünizmin özelliklerini tarif ederek şöyle der: “Biz, ‘sol’ lafazanlığa karşıyız. ‘Solcular’ın (sol oportünisler bn) düşüncesi, nesnel sürecin gelişmesindeki belirli bir aşamayı atlar; bazıları kendi kafalarındaki hayalleri gerçek sanırlar, bazıları da ancak gelecekte gerçekleştirilebilecek olan bir tasarımı bugün gerçekleştirmeye çalışırlar. Kendilerini halkın çoğunluğunun bugünkü pratiğinden ve günün gerçeklerinden koparır, eylemlerinde maceracı davranırlar.” (Mao’dan aktaran G. Thomson, Devrimci Diyalektik Üzerine, s.26, Şubat Y.)
Yukarıda söz konusu ettiğim %42’nin içinde yer alan devrimcilerin büyük çoğunluğu, Mao’nun burada tarif ettiği sağ ve “sol” oportünizmin tuzağına düşmemiş olan ve bugün de doğru kitle çizgisinde yürümeye çalışan insanlardır. Ama bu devrimci-ilerici-aydınlanmacı insanların daha cesur olmaları ve siyasal tavırlarını her ortamda ve koşulda devrimci bir başkaldırı anlayışıyla, açıklıkla ortaya koymaları gerekiyor. Kafalarını bastıran ellere itiraz etme zamanı çoktan geldi.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde tavrımızı açıklamaya çalıştığım yazıyı eleştirenler ya da orada savunulan fikirlere karşı çıkanlar, o yazıyı, biraz da bu ülkenin yıllardır hegemonik güçlerce horlanan halkını ve ideolojik- politik olarak bastırılmaya çalışılan devrimcilerini anlayamaya çalışarak okusunlar.
Mehmet Ali Yılmaz